Günümüzde, sadece lâfız olarak lügatte kalmış hatta unutulmuş bir kelimedir, “kardeşlik.”
Türk dil kurumu sözlüğünde kardeşlik şöyle açıklanır:
“Uhuvvet, kardeş kadar yakın sayılan kimse, yakın dost, birlik beraberlik, adı bilinmeyen kimselere söylenen bir seslenme.”
Kardeş sözcüğünün etimolojik anlamına baktığımızda, aynı karından doğma anlamı taşıdığı görülür. Eski Türkçede “karındaş kelimesinden gelmektedir. Halk tabiriyle kardaş. Zamanla “kardeş”e dönüşmüştür.
Kardeş sözcüğü sadece kan bağını, uhuvveti, yakınlığı, birlik ve beraberliği değil, aynı zamanda içinde, adâlet, samimiyet, saygı, sevgi, hoşgörü yardımlaşma, merhamet, acıma ve barış gibi bütün insanî değerleri de barındırır. Çünkü kardeş olmanın esası, özü budur.
Kardeş kelimesi, lügat anlamı ve etimolojik kökeninden ziyade, âlem-i İslâm’a ve bize bakan yönüyle üzerinde önemle durulması ve düşünülmesi gereken bir kelimedir.
Barış, huzur varsa kardeşlik vardır. Ya da tersi, kardeşlik varsa, barış huzur vardır. Eğer bir yerde anarşi, kaos, terör, cehalet, fakirlik, adâletsizlik gibi olumsuzluklar varsa, orada kardeşlikle ilgili bir sorun vardır demektir. Zira kardeşliğin olmadığı bir yerde her türlü olumsuzluğun olması tabiîdir. Ancak güçlü bir kardeşlik müessesi ile birlikte toplumsal barış ve huzuru sağlamak mümkündür.
Cenâb-ı Allah, Hucûrat Sûresi 10. Âyetinde şöyle buyuruyor: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.”
Peygamber Efendimiz de (asm) hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: ”Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) terk etmez. Kim bir din kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir.” (Buhari, Tirmizi)
Kur’ân-ı Kerîm’in ve Efendimiz’in (asm) hadis-i şeriflerinde önemle üzerinde durduğu kardeşlik, bizde ve İslâm âleminde ne durumda?
Dünya nüfusu yaklaşık yedi milyar. Bunun iki milyar iki yüz milyonu ( % 32’si) Hırıstiyan, bir milyar yedi yüz milyonu yani yüzde yirmi üçü (% 23 ) de Müslümandır.
Dünya coğrafyasına baktığımızda, ne yazık ki fakirlik, açlık, savaş, cehalet, terör, istibdad, adaletsizlik, geri kalmışlık gibi bütün olumsuzluklar genellikle İslâm ülkelerinde görülüyor. Buna karşılık israf, vurdumduymazlık, boşvermişlik, atalet, tembellik vs.. de yine âlem-i İslâm’da zirvede.
Yapılanlar İslâm ülkelerinde meydana gelmektedir. Terörün kaynağı olarak da hep İslâm ülkeleri gösterilmektedir. Başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere neredeyse bütün İslâm ülkeleri potansiyel terör ülkeleri olarak görülmeye başlandı. Türkiye’de bu sıralama da 165 ülke arasında 14. Sırada yer almaktadır. Bu durum İslâm ülkeleri ve İslâmiyet adına endişe vericidir.
İslâm ülkelerinin neredeyse tamamında sosyal barış, demokrasi ve adalet yok. Fakirlik, açlık, işsizlik vs… hat safhada. Zengin İslâm ülkelerinde de gelir dağılımında büyük uçurum var.
Neden İslâm âlemi bu durumda dediğimizde cevabı hemen hazır: “Dış güçler, gizli örgütler, İngilizler, Almanlar, İsrail, Amerika. Hep onların parmağı var bu işlerde” der, suçluları buluveririz hemen. Ama her nedense sıkıştığımızda da hemen onların merhametine sığınırız. Umudumuz can simidimiz oluverirler.
Olumsuz durumlar söz konusu olduğunda, artık suçluları dışarıda aramaktan vazgeçelim. Elbette dış faktörlerin de etkisi yok değil. Ancak biz Müslümanların hiç mi ihmali, kabahati, günahı, suçu yok?
Neden dış güçlere bu fırsatı veriyoruz? Biz kardeş olmak istedik, birbirimizi kucakladık, ” Yaradılanı sevdik Yaradandan ötürü“de, engel mi oldular?
Biz kardeşliğin neresindeyiz? Dünyada açlıktan ölen insanlara ne yaptık? Yoksulluk içinde kıvranan Müslümanların yardımına koşabildik mi? Çin’de, Myanmar’da, Filistin‘de ve dünyanın dört bir yanında zulüm altında inleyen din kardeşlerimizin çığlıklarını duyabildik mi?
Kendi içimizde yanan fitne ateşini söndürebildik mi? Yüz binlerce insan sorgusuz sualsiz işinden oldu. Binlercesi ne ile suçlandığını dahi bilmeden hapse atıldı. Aileler dağıldı. Akrabalar bölündü. Dün birbiriyle selâmlaşan, hal hatır soran insanlar, birbirinden kaçar hale geldi. Peki biz ne yaptık? O kadar duyarsız, o kadar umursamaz, o kadar acımasız hale geldik ki nefretten intikamdan başka gözlerimiz hiçbir şey görmez oldu. Vicdanlarımızın devreleri yandı, sızlamaz oldu. Kin ve nefret habis bir ur gibi her tarafımızı sardı.
İslâmın bütün güzellikleri maalesef camilerde vaaz ve hutbelerde sıkışıp kaldı. Hocanın “el Fatiha” demesiyle, kardeşliği arkamıza bakmadan, cami içinde bırakıp gittik. Yardımlaşmayı, sevgiyi, hoşgörüyü, barışı sadece kandil gecelerinde, Cuma akşamlarında ya da Ramazan aylarında konuşur ve hatırlar olduk. Merhamet zaten sizlere ömür. Asmak, kesmek, linç edip yok etmek ilk aklımıza gelen oldu.
Nasıl ki susuz çöllerde yeşillik olmaz çiçekler açmazsa, kardeşliğin olmadığı yerde de sevgi barış ve huzur olmaz. Sevgi çiçekleri açmaz.
Ebu Hüreyre’den (ra) rivayetle Efendimiz (asm) bu konuda şunları söylüyor.
“Sizler iman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayın.”
İşte Müslümanlar arasında olması gereken bu. Sevgiyi hayatımızın merkezine koymaz aramızdaki selâmı, muhabbeti yaygınlaştırmazsak, sonuçlar da elbette böyle karanlık olur. Görünen o ki Müslümanlar birbirini sevmiyor. Seviyormuş gibi görünüyorlar. Eğer gerçekten sevmiş olsalardı. İslâm âlemi bu halde olmazdı.