Tarifi en zor şeydir zaman.
El ile tutulmayan göz ile görülmeyen ve tadı tuzu olmayan soyut bir kavram olduğu için zorlanırız zamanı tanımlamakta.
Her ne kadar Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Bir işin bir oluşun geçtiği geçeceği veya geçmekte olduğu süre, vakit” olarak tanımlansa da, süre ve vakit kelimeleri de zamanın bir parçasıdır aslında.
Daha doğduğumuzda buluruz kendimizi zamanın içinde. Ve başlar mukadder sona doğru yolculuğumuz zamanla. Bilemeyiz zamanın hangi diliminde ayrılacağımızı.
Zamanla başlarız hayat yolculuğuna. Zamanla başlarız yürümeye, konuşmaya. Zamanla büyürüz. Şayet olabilirsek zamanla adam oluruz. Zamanla tanırız insanları, dost ve düşmanlarımızı. Zamanla severiz ya da düşmanı oluruz sevdiklerimizin. Pişmanlıklarımız zamanla ortaya çıkar. Zamanla anlamaya başlarız ne varsa anlamakta zorlandığımız.
Hayata dair en önemli üç şeyin, hava, su, toprak olduğunu düşünürüz. Biliriz hava, su ve toprak olmadan yaşanmayacağını. En büyük nimetin ekmek olduğunu söyleriz de, zaman hiç hatırımıza gelmez her nedense. Hep sonunda farkına varırız, zamanın diğerleri kadar ve hatta diğerlerinden daha önemli olduğunu.
İçinde yaşarız her saniye, her dakika, her gün, her ay, her yıl, ama nedense farkına varamayız zamanın. Akışına kaptırırız kendimizi. Yok sayarız hep. Bilemeyiz kıymetini. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi:
Ne içindeyiz zamanın
Ne de büsbütün dışında
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında.
Bol keseden harcarız hiç tükenmeyecekmiş gibi. Her bir saniyesi, dakikası, saati, günü, haftası, ayı ve yılı, çok önemlidir aslında. Kaybettiğimizde anlarız her birinin değerini. Son saniye basketiyle gider şampiyonluk. Bir dakikayla kaçırırız treni. Bazen birkaç güne ihtiyacımız olur başladığımız bir işi tamamlamak için. Dokuz ay on günde bürünürüz ete kemiğe ana rahminde. Yıllara meydan okuruz aklımızca, hiç ölmeyecekmiş gibi.
Akıp gider ve asla geri gelmez. Bazen durduğunu zanneder bazen de çok hızlı geçti deriz. Hep aynıdır aslında o ve kat’î surette değişmez. Değişen biz oluruz da aslında, zamana yükleriz büsbütün suçu.
Hayatımızın en kıymetli hazinesidir zaman. Durdurulamaz, geriye ve ileriye doğru da alınamaz. Azaltılıp çoğaltılamaz, bölemezsiniz birkaç parçaya. Siz planlamış olsanız da zamanı, o kendi yolunda akıp gider de siz fark edemezsiniz. Telâfisi mümkün değildir elinizden uçup gittiğinde. Beklemez o hiçbir şeyi, hiç kimseyi.
Adaletlidir zaman, eşit davranır herkese. Hiç kimseden esirgemez kendisini. Lâzım olduğunda hep yanlarında olur. Ama hoyratça harcar insanoğlu onu. Hiç tükenmeyecekmiş gibi. Sonra da “zaman yetmedi” der suçlar zamanı. “İki günü eşit olan aldanmıştır” der ya Peygamber Efendimiz (asm). Lâkin biz her gün aldanırız da hiç oralı bile olmayız.
Kimisine çok uzun gelir zaman, kimisine çok kısa. Kimisi dolu dolu geçirir, kimisi boş. Zamanla yaşanır acı tatlı bütün hatıralar. Her İnatta bir murat vardır der, direniriz yıllara karşı. Yarışırız sürekli zamanla, ama hep kaybeden biz oluruz.
Adalet er veya geç hep zamanla tecelli eder. Hak ve hukuka susamış gönüller zamana havale eder anlatamadıklarında dertlerini. Nice masumların göz yaşları sel olup akar da duymaz vicdanlar. Vicdanların duymadığını zaman duyar, umut olur gariplere.
Umudumuz zaman olur olmasına da, yine de sıkıştığımızda hep zamanı suçlarız. Günahlarımızı zaman içinde saklar ve yine zamana yükleriz. İmam-ı Şafii’nin dediği gibi” zamana kusur buluruz. Oysa zaman konuşsa utanırız.”
Sınırlı olsa da en büyük ve en kıymetli sermayemizdir zaman. Fakat ne de çok severiz boşa geçirmeyi. Geri gelmeyeceğini bildiğimiz halde onu öldürmeyi.
İhtiyaç duyduğumuz her an kullanırız zamanı dilediğimizce. Fırsatçılık yapar zamanı kollarız. Zaman kazanmaya çalışırız oyalamak için birilerini. Zaman veririz dosta düşmana son bir kez. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi.
Zamanla anlar, zamanla fark ederiz her şeyi. Üstad’ın dediği gibi, zaman gösterir bize “Cennet’in ucuz ve Cehennemin dahi lüzumsuz olmadığını“
Gel zaman git zaman diyerek devam eder hikâyelerimiz. Bir varmış bir yokmuş’la başlar masallarımız.
Kelebeklerin bir günlük ömrüne denktir aslında, geride bıraktığımız yıllar. Başladığımız noktaya geri döneriz. Bir de bakmışız ki bitivermiş, tükenmez dediğimiz koskoca bir ömür. Tıpkı masalların başında söylendiği gibi “bir varmış bir yokmuş” misali.
Ve zaman bitirir her daim hikâyenin sonunu, bırakarak bizi arkasında…