"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Bediüzzaman’ın Burdur şâhitleri”nden Abdülgani ARAS-2

08 Mart 2013, Cuma
BEDİÜZZAMAN, ABDÜLGANİ ARAS’A “ÖLÜNCE GÖRÜŞECEĞİZ!” DEMİŞTİ: Burdur şahitliğinden cenazedeki şahitliğe
—GEÇEN HAFTADAN DEVAM—
 
Sürgün yaraları

Abdülgani Bey babasına kavuşmanın heyecanı ile sabırsızlanır. Tren Basmane Garına varınca babasıyla karşılaşacağını umar. Tren durmuş, yolcular inmiştir. Karşılamaya gelenler arasında babası Hamdin Bey yoktur. Babam disiplinli bir adamdır, evlâdına temyiz vermek için gelmemiştir diye düşünür. Hamdin Bey’in kaldığı eve gider, orada da kapıyı açan olmaz. Komşulara sorar kesin bir şey öğrenemez, meraklanır içine kuşku düşmüştür. Menfadakilerin her gün karakola gidip imza verdiklerini düşünür, hemen karakola koşar, fakat geç kalmıştır. Karakoldaki görevliler Hamdin Bey ile ilgili kayıtları yazmaktadır. Babasının vefat ettiğini öğrenir. Dünyası kararmıştır. Mezarlığa koşar, karşısında kara toprağı bulur, hüngür hüngür ağlar. Doğrulur. Omuzuna binen yükü düşünür. Erkek kardeşlerinin her biri bir yerde; annesi, kız kardeşleri Balıkesir’de ve yanlarında Rüştü ağabeyi var. Ama bu yeterli değildir, hemen Balıkesir’e doğru yola koyulur. Annesi ve kardeşleri baba-oğulu birlikte bekler ve ona göre hazırlıklar yaparlar. Hamdin Bey’in en sevdiği yemekler yapılır, sofra kurulur. Kapı açılır, kapıdan içeri Abdülgani girer. Girer girmez de annesi Zeynep Hanım basar feryadı, ardından da kız kardeşleri Makbule ve Şükriye de ağlaşmaya başlarlar. Bilirler ki babaları gelmemiştir. Çünkü babaları gelse Abdülgani babasından önce içeri girmezdi. Bu ağlaşmaya Abdülgani’nin de gözyaşları karışır. Acı haber bütün aileyi sarmıştır. Ancak Abdülgani için zaman metanet zamanıdır. Kendisi üzülmemelidir ki ailedekiler de üzülmesin ve olayı kabullensinler. Aile Abdülgani’nin etrafında kenetlenir. 20 yaşında bir gencin etrafında Savur’da elde ne var ne yok satarak geçimlerini sağlamaya çalışırlar. Balıkesir’de Abdülgani bütün dikkatleri üstüne çeker. Giyimiyle, kuşamıyla, aile terbiyesiyle, hâl ve hareketleriyle ve ailesine olan bağlılığıyla herkesi büyüler.
Abdülgani Mardin’den gönderilen sürgünlerle oturup kalkar, onlarla vakit geçirirdi. Herkes memlekete dönmeyi hayal eder dururdu. Kimi sabreder kimiyse kaçma planları yapardı. Kaçmanın iyi bir şey olmadığını kaçma girişiminde bulunanların akıbetini görüyordu. Yasalara saygılıydı. Devletin emrine itaat etmenin şart olduğunu düşünüyordu. Hatta haksızlığa uğramış olsa bile devletin ve rejimin aleyhine ne o zaman ne de daha sonra tek kelime söylememiştir. Balıkesir’deki evlerinin karşısında çok güzel bir konak vardı. O konakta iskân müdürü oturmaktaydı. İskân Müdürü sürgündekilerin sorunlarıyla ilgilenir, isteyenlere memleketteki arazilerine karşılık Balıkesir’de arazi verirdi. Abdülgani’nin böyle bir şansı da vardı. Yasaları iyi bildiği için böyle bir hakkı olduğunu biliyordu. Hatta Savur’a dönmeyip, Balıkesir’de kalmayı bile düşünüyordu.
İskân Müdürü’nün Makbule adında çok güzel bir kızı vardı. Müdür Beyler Erzurumluydular. Abdülgani ve ailesini iyi gözlemlemiş olmalıydılar ki, her şeye rağmen ailece görüşmekteydiler. Bu arada Makbule Hanımla Abdülgani arasında sevgi tohumları atılmaya başlar ve sonunda evlenirler. Abdülgani artık evli bir adamdır ve İskân Müdürü’nün damadıdır. Bir süre sonra Türkân isimli kızları dünyaya gelir. Aile çok sevinçlidir.
Makbule Hanım ve Abdülgani mutlu bir beraberlik içindedirler. Ancak ne var ki kader ağlarını örmeye devam edecektir. Bütün aileyi sevindirecek bir haber gelir. Artık herkes serbesttir. Memleketlerine dönebileceklerdir. Abdülgani de Savur’a dönme hayalleri kurar. Savur’da babadan kalma mallara tekrar kavuşmayı ümit eder. Ancak Makbule’nin ailesi Abdülgani’nin memleketine dönmesine karşıdır. Kızlarından ayrılmayı göze alamazlar. Uzak bir mesafe, ayrılık zor, gidip gelmek günlerce sürer. Kayınpederi Abdülgani’ye Savur’daki arazilerine karşılık Balıkesir’de arazi takası önerir. Hatta daha fazla, daha kıymetli araziler önerir (Ayvalık’ta namütenahi zeytinlikler, arsalar v.s.) Abdülgani Hanımını sevmektedir, fakat öte yandan ailesini de sevmektedir. Abdülgani konuyu annesine açar, Zeynep Hanım hemen reddeder. Katı bir Osmanlı edasıyla: “Akrabalarımızı, hemşerilerimizi nasıl terk eder, buraya yerleşiriz?” der. Makbule Hanım Abdülgani ile Savur’a gitme taraftarıdır, fakat babasını ikna edemez. Baba Nuh der peygamber demez. Kızını göndermeyeceğini ve kimsenin onu kararından vazgeçiremeyeceğini söyler. Abdülgani’nin annesi Zeynep Hanım, Savur’a gitmekte kararlıdır. Olan Abdülgani’ye olur. Karısını ve kızını bırakıp annesiyle birlikte Savur’a döner. Savur’da Abdülgani’yi yeni bir hayat beklemektedir. Yeni mücadeleler, yeni çatışmalar. Zor bir hayat.

Çalkantılı dönem ve siyaset hayatı
Abdülgani Bey Savur’a döner dönmez akrabalarını toparlamaya çalışır. Bu arada çalkantılı geçen aile hayatı onu epey yorar. Bu kısımlara hiç değinmeden siyasî çalışmalarına, bir devri yansıtması açısından göz atalım:
Abdülgani’nin siyaset hayatı da hareketlenmeye başlar. CHP saflarından belediye başkanı seçilen Abdülgani Bey’e yeni iktidar partisi DP’den partiye katılma teklifleri gelir. DP Mardin il başkanı olan amcasının oğlu Bahattin Bey de çok arzu eder DP’ye geçmesini. Abdülgani Bey iktidar partisine mensup bir belediye başkanı olmanın avantajlarını çok iyi bilmektedir. Fırsatı değerlendirme zamanıdır artık. İlçe için isteklerde bulunmak üzere Ankara’ya gider. DP ilçe başkanı Bahattin Bey de onunla beraberdir. Dönemin başbakanı Adnan Menderes’den randevu alır. Başbakanla görüşmesinde CHP’li bir belediye başkanı olduğu için istekleri önce reddedilir. Direkt Başbakan Menderes tarafından DP’ye dâvet edilir. Çevresindeki etkinliği de Menderes’e anlatılmıştır. Israrcıdır Menderes. Abdülgani Bey de ister iktidar partisine geçmeyi, ama bu iş o kadar ucuz olmamalı diye düşünür. Menderes’in teklifleri karşısında: “Olur, ama benim ilçenin ihtiyaçlarının karşılanması lâzım. Eğer bunu yaparsan partine geçerim” der. Menderes ne istediğini sorar. Abdülgani; ilçenin yol, su, kanalizasyon ve elektrik sorunları olduğunu, bunların çözümlenmesi gerektiğini söyler. Menderes’in hoşuna gider bu öneri ve “Şimdiye kadar gelen bütün Mardin heyetleri memur değişimi için gelirdi, ilk defa biri böyle bir nedenle geliyor” der ve ödenekler için talimat vereceğini söyler. Ertesi gün gazeteler Mardin’in Savur ilçesi belediye başkanı Abdülgani Aras’ın beş bin kişi ile CHP’den istifa edip DP’ye girdiğini yazar. Menderes de sözünde durmuştur. Hemen çalışmalar yapılır. Projeler çizilir. 1954 yılına kadar Savur’un yol, kanalizasyon ve su problemi çözülür. Elli dörtlü yıllarda çevrede hiçbir yerde olmayan, hatta il merkezinde bile bulunmayan parke taşlı cadde, kanalizasyon şebekesi ve her evde musluktan akan su artık Savur’da vardır. Sıra elektriğe gelir. Yapılan çalışmalarda su enerjisi ile çalışan küçük bir hidroelektrik santrali kurulması kararlaştırılır. Çalışmalar devam eder. Yapılan bu hizmetlerin açılış tarihine Menderes gelmek ister, fakat yoğun işlerinden dolayı gelemez. Açılışa bakanlardan Ethem Menderes gelir. Görkemli bir törenle yapılan yol, kanalizasyon ve şehir suyu hizmete açılır. Açılışa gelemeyen başbakan kutlamalara bir telgraf gönderir, mazeretini bildirir ve Savur’a yapılacak elektrik santralinin açılışına geleceğini bildirir.
Elektrik santralinin yapımı birkaç yıl sürmüştür. Makinelerin ithali de gecikir. Günler yılları kovalar, 1960 yılına gelinmiştir. Abdülgani o yıl santralin kalan eksik ödeneğini koparmak ve Menderes’i açılışa dâvet etmek için Ankara’ya gider. Ankara hareketlidir. Öğrenci olayları, gençlik hareketleri, basının eleştirileri herkesi endişelendirmektedir. Menderes çok yoğundur. Randevu alınır, ama sürenin çok kısa tutulması özellikle özel kalemden bildirilir. Abdülgani önce Menderes’e sözünde durduğu ve istenilen işlerin yapıldığından dolayı teşekkür eder. Kalan ödeneğin serbest bırakılmasını ister. Ardından da açılışı yapması için Menderes’i Savur’a dâvet eder. İlginçtir ki Menderes şu karşılığı verir: “Verelim reis bey, verelim istediğin ödeneği. Keçi can derdinde, kasap et derdinde” der. Hemen talimat verir ve açılışa geleceğinin de sözünü verir. Ama endişelidir Menderes. Abdülgani de bu sözlere bir anlam veremez. Ama üstüne de alınmaz kaldığı otele geri döner. Sonra yemeğe çıkar, Ulus’ta yürürken bir taksicinin aceleyle “Urfa’ya, Urfa’ya” diye bağırdığını işitir. Hemen taksiciyle konuşur. Taksici hemen Urfa’ya gideceğini, bir yolcu olsa bile beklemeyeceğini söyler. Abdülgani hemen karar verir. Ankara’da can sıkıcı olaylar yaşanıyor, işi de artık bitmiştir yapacak, bir şey de olmadığına göre Urfa’ya bu taksiciyle gitmek en iyisi diye düşünür. Hemen toparlanır. Hatta yemek bile yemeden yola çıkarlar. Taksici o kadar acele eder ki, sormayın gitsin. Ertesi gün Urfa’ya girerler. Şehirde mahşeri bir kalabalık göze çarpmaktadır. İlerledikçe kalabalığın bir cenazeyi uğurladığı görülür. Merak ederler kimin cenazesi diye sorarlar. Cevap; Molla Said’in cenazesidir. Vefat etmiştir ve Urfa’da gömülecektir. Abdülgani, Burdur’da olan beraberliklerini hatırlar. Ayrılınca “Ne zaman görüşürüz şeyhim?” diye sorduğunda “Ölünce görüşeceğiz” dediğini anımsar. Evet, demek ölünce görüşeceklerdi. Hemen cenaze namazını kılar, duâlarını okur ve Molla Said’i son yolculuğuna uğurlar.

Yine sürgün
Urfa’dan başka bir taksi ile Savur’a gider. Çok geçmeden 27 Mayıs Devrimi olur. DP iktidarda değildir artık. Birkaç gün sonra da Abdülgani belediye başkanlığı görevinden alınır. İlçe başkanı olan amcasının oğlu Mehmet Said ve Mardin il başkanı, eski milletvekili amcasının oğlu Bahattin Bey ile birlikte gözaltına alınırlar. Birkaç gün Mardin merkezde bulunan bir otelde tutulurlar. Birkaç gün sonra Bahattin Bey Sivas’a sürülür ve orada gözaltında tutulur. Bilâhare de Bahattin Bey 55 ağa oranında gösterilip Dikili’de mecburi iskâna tabi tutulacaktır. Abdülgani ile amcası oğlu Mehmet Said Beyle birlikte Mardin’de iskâna tabi tutulur ve Savur’a gitmelerine izin verilmez. Her gün karakola gidip imza vererek kaçmadıklarını belgelemek zorundaydılar. İki ay böyle geçer.
Abdülgani’ Mardin’de ikamete mecbur bırakıldığında mevcut şeylerden yemeye başlamıştır. Sıra eşinin ziynet eşyalarına gelmiştir. Onları da el altından satmaya ve geçimini sağlamaya başlar. Fakat hazıra dağ dayanmaz. Savur’da gayrimenkul satmayı gururuna yediremez. Son bir hamle yapıp askerî validen randevu ister. Kendisi belediye başkanı iken askerî vali olan şahıs tugay komutanıydı. Birbirlerini tanıdıkları için randevu almak zor olmamıştı. Abdülgani Bey valiliğin girişinde bekletilmiş. Vali kendisini kabul ettiğinde bile kafasını kaldırmadan ne istiyorsun diye sormuştu. Bu hal Abdülgani Bey’in canını sıkmıştı. Zira ihtilâlden önce onu kapıda karşılayan ve gittiğinde dış kapıya kadar uğurlayan zat şimdi böyle davranıyordu. Hemen karşı soruyu sorar Abdülgani: “Beni niye Mardin’de tutuyorsunuz?” Vali “Siz ne yaptığınızı biliyorsunuz” der. Abdülgani: “Ne yapmışım?” diye sorar. Vali devam eder: “Belediye başkanıyken bütün memurları emrinizde görürdünüz, istediğinize istediğinizi yaptırırdınız. Devleti yönetmeye çalışıyordunuz” der. Abdülgani bunun üzerine fırsatın eline geçtiğini düşünür ve valiye: “O zamanki yöneticilerden birisi de siz değil miydiniz? Size iş yaptırmak için hangi baskıyı uyguladık. Sizden hangi yolsuzluğu yapmanızı istedik. Bir tane örnek verebilir misiniz?” der.
Vali, sert kayaya çarptığının farkındadır. Zira ihtilâlden bir hafta önce kendisi, daire müdürleri, il teşkilâtı ailece Abdülgani’nin misafiri olmuşlardı; Savur’da onları çok güzel ağırlamıştı. Abdülgani Bey de haksız yersiz bir talep ile gitmezdi onlara. Bunları düşünecek oldu ki, o anda kendine geldi ve “Abdülgani Bey, buyurun oturun” dedi. Ama Abdülgani Bey oturmaz “Teşekkür ederim, ama hâlâ soruma cevap vermediniz” der. Vali biraz düşünür ve “Bana iki gün müsaade edin, durumunuzu araştırayım” der. Abdülgani Bey izin ister, çıkar gider. İki gün sonra beklenen karar çıkmıştır: Abdülgani Bey ile amcasının oğlu Mehmet Said Bey serbest bırakılırlar.
Savur’a dönülür. Savur’un elektrik sorunu da çözülmüştür. Geceleri sokak lambaları pırıl pırıl yanar. Yollar aydınlıktır. Evlerde elektrik vardır. Belediye başkanlığı sırasında Savur’a yaptığı hizmetlerden mutluluk duymaktadır. Zira o dönemde Mardin merkezde bile aydınlanma mazotlu jeneratörle yapılmaktaydı. Ve sadece gece elektrik verilebilmekteydi. Fakat aynı yıllarda Savur’da 24 saat elektrik hizmeti verilmekteydi. Yıl 1960 ve Savur çevre ilçeler arasında en çok yatırım yapılan ikinci ilçeydi. Abdulgani Bey hac vazifesini de ifa ettikten sonra, 1981 senesinin 2 Eylül’ü 3 Eylül’e bağlayan gecesinde ruhunu Rahmana teslim etti. Allah, ismi gibi gani gani rahmet etsin.
Son olarak tekrar Derviş Nurdağ’ın Şaban Döğen’e aktardığı bir hatırası ile yazımıza son verelim:
“Bir Nur Talebesi olan Molla İbrahim’le ilgili bir hatırasını da bu vesileyle anlatmayı unutmamıştı. Molla İbrahim, Üstad’ın aşıklarından. Üstad ile igili hatıraları olduğu için Abdülgani Aras’ı da canla başla görmek istiyor. Maddeten ise oldukça fakir ve gariban biri. Birgün Abdülgani Efendi, Üstadı rüyasında görmüş. Üstad, onun Molla İbrahim ile ilgilenmesini, ona göz kulak olmasını istemiş. Arar dururmuş onu. Derviş Ağabey’e, ‘Sakallı, şöyle şöyle bir Nur Talebesi varmış. Bana Üstad bahsetti, gösterdi, ilgilenmemi istedi, tanıyor musun böyle birini?’ dediğinde bir türlü İbrahim Efendi aklına gelmemiş Derviş Nurdağ Ağabeyin ve onun için de, ‘Tanımıyorum’ demiş. Oysa o da her karşılaştıklarında Derviş Ağabeye, ‘Bana Abdülgani Efendiyi ne zaman göstereceksin? Üstad ile ilgili hatıraları varmış. Kendisinden dinlemek istiyorum’ der, Abdülgani Efendiyi sorar dururmuş. İşe bakın ki Molla İbrahim birgün çarşıda uzun boylu muhterem bir insan görmüş, hemen yanına yaklaşıp, ‘Abdülgani Efendi siz misiniz?’ diye sormuş, o da ‘Benim’ deyince, onu alıp doğruca Derviş Nurdağ Ağabey’in yanına götürmüş ve Abdülgani Efendi hemen söz alıp, ‘İşte Üstadın bana gösterdiği Molla İbrahim bu’ demiş. Hani Üstad, ‘Ben kıyamete kadar gelecek bütün talebelerimi bilirim’ diyor ya. Onu da görmeden tanıdığını böylece göstermiş.”5

Bediüzzaman Said Nursî, 23 Mart 1960’ta Urfa’da vefat ettiğinde binlerce kişinin katıldığı cenaze merasimiyle ebediyet âlemine uğurlanmıştı.
 
 
Kaynaklar:
5- Şaban Döğen, Yeni Asya, 16.06.1999.
 
—SON—
MEHMET SELİM MARDİN   [email protected] I www.msmardin.com
Okunma Sayısı: 7895
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı