"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Bediüzzaman’ın Burdur şâhitleri”nden Abdülgani Bey

01 Mart 2013, Cuma
“BURDUR ŞAHİTLERİ”NDEN ABDULGANİ ARAS BEYİN, ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’LA OLAN GÖRÜŞMESİ VE KENDİSİNİN HAYAT SERENCAMIYLA İLGİLİ HATIRALAR, BİR ROMAN TADINDA OLUP AYNI ZAMANDA BİR DEVRİN DRAMINI AKICI BİR ÜSLÛPLA İŞLEMEKTEDİR. OLAYLARIN TAMAMEN YAŞANMIŞ OLMASI DA, BİR BELGE DEĞERİ TAŞIMAKTADIR.

Bediüzzaman’ın Burdur hayatına dair yeterli bilgi ve belgeye sahip değiliz. Yapılan araştırmalar sadece şahitlerin anlatımıyla sınırlı kalmıştır. Ama ne yazık ki şahitlerin anlatımında da konu bütünlüğünü yakalayamıyoruz. Çünkü her şahit değişik şeylere temas etmiş, bazı durumlarda da yer ve şahıs isimlerinin birbirine karıştırıldığı gözlenmiştir. O döneme ait devlet arşivlerinin hâlâ kapalı olması araştırmaları zora sokmaktadır. Bizler de bugüne kadar yeterince anlatılamayan Burdur şahitlerinden Abdulgani Aras Beyin, Üstad Bediüzzaman’la olan görüşmesini ve kendisinin hayat serencamını sizlerle paylaşmaya çalışacağız.
1977-78 yıllarında henüz lise çağlarında iken, Derviş Nurdağ Beyin evinde tanışma fırsatı bulabildiğimiz Abdülgani Beyin Savur’dan Mardin’e geldiğini duyar duymaz, kendi dilinden Üstad ile ilgili hatıralarını dinlemek üzere hemen toplanır, gece yarılarına kadar sohbetlerine katılırdık. Derviş Nurdağ bu sohbetleri kasetlere almış ve yayınlanmak üzere Necmeddin Şahiner’e vermiştir; fakat Şahiner’in elim bir trafik kazası geçirmesi ve akabinden ev taşınmaları, arşivlik yüzlerce kasetin karışıklığına yol açmış ve bir türlü bu çalışma yayınlanamamıştır.
1999 yılında bu hatıraların bir kısmı, Derviş Nurdağ’ın Şaban Döğen’e anlatımıyla gazetemizde yayınlanmıştır. Daha geniş bilgi edinmek amacıyla Abdulgani Beyin oğlu olan Sirkeci 4. Noteri M. Asaf Aras Beyle mekânında görüşmüş ve isteğimizi kendisine iletmiştik. Kendileri bizleri kırmayıp kendi el yazılarıyla rahmetli babaları Abdülgani Beyle Bediüzzaman arasında geçen tatlı hatıraları kaleme almıştır. Anlattıkları hatıralar bir roman tadında olup aynı zamanda bir devrin dramını akıcı bir üslûpla işlemiştir. Olayların tamamen yaşanmış olması da bir belge değeri taşımaktadır. Çevresinde Hacı Asaf Bey diye bilinen, sayılan ve çok sevilen Asaf Beye çalışmamıza katkılarından dolayı teşekkürü bir borç biliriz.

BEDİÜZZAMAN BURDUR’DA
1925 yılının Şubat ayı başlarında patlak veren Şeyh Said hadisesini bahane eden devrin iktidarı, çıkarılan iskân kanunuyla bölgenin önde gelen maddî-manevî güçlü ailelerini ve şahısları, batıda mecburî iskâna tabi tutmuştu. İşte Bediüzzaman da Van’da elini dünyadan tamamen çektiği yerinden alınıp Burdur’a sürgüne yollanır. Bu, Bediüzzaman’ın hayatında Cumhuriyet döneminin ilk sürgünüdür. Burdur, Nur hizmetinin ilk merkezi olup, Risâle-i Nur’un çekirdeği hükmünde olan “Nur’un İlk Kapısı” isimli ilk risâle burada telif edilmiştir. Bediüzzaman Burdur’da kaderin sevkiyle nefye gelen Savurlu aile ile tanışır. Gariptir otuz beş sene önce yine Mardin’den Bitlis’e nefyedilirken Savur’da namaz kılmak için kayıtlarının çözülmesini ister. Jandarmalar isteğine kulak asmayınca namazın kerâmetiyle kayıtlar kendiliğinden çözülür ve hemen namaza durur. İşte yine bir başka sürgün olayında Savurlu aile ile beraberdir.

BURDUR ŞAHİTLERİNDEN BİR PORTRE: ABDÜLGANİ ARAS

A. İlk Hayatı, Gençliği ve İdeali:
1321 (1905) yılında Savur’da dünyaya gelen Abdülgani, kalabalık bir ailenin oğludur. Babası Hamdin beyin ikinci karısındandır. Annesi Musul eşrafından Zeynep hanım olup, soyu Hz. Ömer’e (ra) dayanmaktadır. Hamdin beyin diğer eşinden 8 erkek çocuğu olmasına rağmen, Abdülgani çocuk yaşta zekâsı ve becerileriyle kalbinde taht kurmuştur. Çocuk yaşta babasının her işine koşturur olmuş, çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile babasının güvenini kazanmıştır. Okul çağlarında başarılı bir öğrencidir. Aldığı rüştiye eğitimi sırasında Arapça ve Farsça dersler de almıştır. Okulu en iyi derece ile bitirdikten sonra sıra İstanbul’da hukuk okumaya gelmiştir. Annesi Zeynep Hanım ayrılığa katlanmaya razıdır; ancak babası Hamdin Bey karşı çıkar. Hamdin Bey der ki; “Oğlum hayatı boyunca bir ekmeği bir kavak fiyatına satın alsa bile (bir kavak ağacının bir altına satıldığı düşünülürse) ona ve çocuklarına yetecek kadar malım mülküm var, kavakların idaresinde bulunması okumasından daha iyidir.” Böylece İstanbul’da okunulacak hukuk tahsili hayali suya düşer.

B. Sürgün yılları ve Bediüzzaman ile tanışma:
Yıllar çabuk geçer, Abdülgani artık genç bir delikanlıdır. O sıralarda TC yeni kurulmuştur, iç karışıklıklarla uğraşılan Türkiye’de Şeyh Said hadisesi olarak bilinen olay meydana gelmiştir. Zamanın hükümeti tedbir olarak bu olaya karışsın veya karışmasın Doğu ve Güneydoğu’da sivrilmiş bütün ağaları ve beyleri batıya sürgün kararı alır.
Abdülgani’nin ailesi de Osmanlı devleti tarafından derebeyi tayin edildiği için hedeftedir. Dedesi Hacı Abdullah beyin, Mardin ve civarının yönetimi için görevlendirildiği ve kendisine bey ünvanı verildiğini belgeleyen padişah fermanları mevcuttur.
Savur’da aileyi çekemeyen bazı kişilerin şikâyeti ile Savur Beyleri için de sürgün kararı çıkar. Şeyh Said hadisesi, resmî devlet görüşüne göre ‘Kürt isyanı’ olarak kabul edilmesine rağmen Kürt olmayan bir aile sürgüne gönderilir. Sürgünün amacı aileyi bölmektir. Abdülgani Burdur’a, babası Hamdin Bey İzmir’e, daha sonra da annesi ve kardeşleri Balıkesir’e gönderilmiştir. Abdülgani, Burdur’da amcazadesi Sırrı Bey ve Mardinli eşraftan bir bey ile kiralık ev tutarlar ve beraber yaşamaya başlarlar. Geçim kaynakları, Savur’da pek çok olan kavak ağaçları tarlalarıdır. Ancak zaman içerisinde bu mal mülke el konulur. Bunların bir kısmını devlet alır, bir kısmı da vatandaşlar tarafından zapt edilir. Nasıl olursa bunlar bir daha geri dönmez gerekçesiyle el konulur. Hatta Hamdin Beyin evi yakın zamana kadar kaymakam lojmanı olarak kullanılmıştır.
Burdur’da menfâ olarak tabir edilen sürgün hayatı zorluklar içinde başlamamıştır. Çünkü Savur’dan para gelmektedir. Memleket yemekleri pişmekte, misafirler ağırlanmakta, dâvetler verilmektedir. Hatta bazı günler müzik eğlenceleri düzenlenmektedir. Burdur’da her gün karakola gidip ‘Ben buradayım’ beyanında bulunmak zorundadırlar. Her sabah sürgündekiler karakola gidip imza atarlar.
Abdülgani, bir gün bu imza sırasında karakolun bahçesinde çimlerin üzerinde yatan bir kişi görür. Sürgüne gönderilenlerden biri olabileceği düşüncesine kapılır, karakoldakilere sormak, onunla ilgilenmek ne mümkün. Hemen, ‘Onunla ne konuştun, nereden tanıyorsun?’ sorgusuna başlarlarmış. Fakat Abdülgani’nin medenî cesareti son derece iyi, babası Hamdin Beyden hukuk bilgisine sahiptir. İçi cızlar, bu yerde yatan kişi ile konuşmak, kim olduğunu öğrenmek ister. Görevli polis memuruna sorar, ancak ters cevap alır. Karakolun amirine gider, münasip bir lisanla isteğini anlatır. Amir toleranslı davranır, bu kişinin bu sabah geldiğini ve adının Said olduğunu söyler, ancak daha fazla bilgi veremez. Çimlerin üzerinde yatan zâtın yanına gider. Üstad, gözleri kapalı bir şekilde yatmaktadır. Israrlı sorgular neticesinde yerinden doğrulur, bu defa kendisi karşı sualler sormaya başlar. Abdülgani cevaplar: Savurlu olduğunu, Hamdin Beyin oğlu olduğunu ve Burdur’da sürgünde olduğunu anlatır. Sonra Üstad, kendisinin Molla Said olduğunu söyler, Burdur’a yeni geldiğini ve kalacak yerinin de olmadığını belirtir. Abdülgani bu zata ısınmıştır. O da Abdülgani’yi sevmiştir. Sohbet ilerledikçe sohbete karakol görevlileri de katılır. Abdülgani, Molla Said’e isterse kendileriyle beraber aynı evde kalabileceğini söyler. Karakola da ricada bulunur. İstenildiğinde hazır bulundurma taahhüdü karşılığında Abdülgani ile birlikte eve gitmesine izin verilir ve birlikte yola koyulurlar.
Bu olayı teyit eden Derviş Nurdağ’ın anlattıkları da dikkat çekici. Takip edelim:
“Burdur’da kaldıkları ev iki katlıdır. Her biri ayrı bir yere nefyedilen ailenin bir ferdi olan Abdülgani de Burdur’da bulunmaktaydı. Her gün karakola ispat-ı vücud etmek zorundaydılar, sürgünler. İşte bu maksatla karakoldaydı Abdülgani. O gün gördükleri yüreğini sızlatmıştı onun. O soğukta karakolun karşısında, açıkta, elli yaşlarında bir adam ayakları üzerine çökmüş durmaktaydı. Taş kesilmişti adeta. Hareketsizdi. Donmuştu sanki. Hiç acımıyorlar mıydı onu soğukta bırakmaya? Bu hâle dayanamayan bir polis memuru da peşinden koşmuştu. Bu kadar merhametsizlik olmazdı. Bu zemheride bir insan nasıl donmaya bırakılabilirdi? İnsan, faraza katil de olsa bu hareket ne kanuna, ne insanlığa sığardı. Elini, ayağını hareket ettirdiler. Kıpırdamıyordu. Nihayet yerinden kaldırıp zorla hareket ettirdiler. Eline ayağına yavaş yavaş can geldiğini gördüler. İzin alıp onu, kiraladığı evine götürdü Abdülgani.”1
Abdülkadir Badıllı’nın, yayınladığı Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı eserinde Bediüzzaman’ın Burdur’da eziyet ve işkence görmediğini söylemesi karşısında bu şahit olunan hatıralar düşündürücüdür.
Evinin bahçesinden bir su arkı akmaktaydı Abdülgani’nin. Sonradan Said Nursî olduğunu öğrendiği bu zat, donmanın ancak tam olarak böylece açılabileceğini düşünerek, “Siz yukarı çıkın. Ben şu suyla bir banyo yapayım” dedi. Güzel bir havuz vardır. Çeşmeden devamlı bu havuza gürül gürül su akmaktadır. Yatak odaları üst kattadır. Avludan içeri girer girmez, Molla Said’in ilk işi, bu havuzda gürül gürül akan sudan abdest almak olur. Daha sonra havuzun kenarında oturup dinlenir. Abdülgani misafirine yukarıdaki odada dinlenmesini teklif eder.... Odaya çıkılır ve misafire tahsis edilen odada kalır. Evin diğer bireyleri akşamleyin eve gelir. Onlar da misafirle tanışırlar. Ancak misafir, ikram edilen hiçbir şeyi kabul etmemektedir. Kıldığı uzun namazlardan, zikirden sohbetlere çok az bir zaman kalır. Sohbetlerde devamlı alçakgönüllülüğü elden bırakmaz. Kendisine Molla Said denilmesini ister. Abdülgani’ye ise “Sen seyyidsin” diye iltifatta bulunurdu. Her sabah, sabah namazını kaçırmamak için ev halkına ‘Hayye ale’s-selâ’ diyerek onları uyandırır. Abdülgani gecenin hangi saatinde uyansa misafirini namaza durmuş olarak görürdü. Bu zatın ne zaman uyuduğunu, ne yediğini, ne içtiğini bir türlü anlayamıyordu.
Bir defasında ona para yardımında bulunmak ister, der ki: “Şeyhim, memleketten para geldi. Bir kısmını sana takdim etmek istiyorum.” “Çıkar bakalım, ne kadar paran var der?” Molla Said. Abdülgani bütün parasını çıkarıp önüne koyar, “Buyur, buradan istediğin kadar alabilirsin” der. Molla Said sorar: “Bu paralar senin mi?” “Evet” der Abdülgani. “Hayır” der, “Bu paralar senin değil, onun için alamam.” Israr eder Abdülgani, paranın memleketten geldiğini ve kendisinin olduğunu anlatır. Ancak aldığı cevap yine olumsuzdur. Molla Said der ki: “Bu paralar senin olsaydı alırdım, ama senin değil. Çünkü bu paraları bir müddet sonra harcayacaksın, bu paralar başkasının olacak. Onun için senin değildirler. Senin olmayan bir şeyi ben senden alamam” der. Bu ince meseleyi anlamaya çalışır Abdülgani ve ısrar etmez.

Yine bu para almama meselesi ile ilgili bir başka hatırayı dinleyelim:
”Bir süre sonra ziyaretlerine gelen iki milletvekilinin o günün şartlarında hediye olarak verdiği 500 lira gibi büyük bir rakamı da kabul etmeyecek, onların girdikleri menfi tavır sebebiyle olsa gerek ki, ‘Bunu cehennemde Deccal ile birlikte yiyiniz’ diyecekti. Hatta o görmeden kilimin altına koydukları 250 liralık kâğıt parayı da kaldırıp yüzlerine fırlatacaktı. İman ve Kur’ân’a savaş açmış kimselere destek mahiyetindeki hiçbir hareketi kabul etmeyen Said Nursî, onların bu menfî tavırlarına karşı böyle davranmaktaydı.”2
Bir başka sohbette Abdülgani, gençliğin verdiği sabırsızlıkla Molla Said’e dert yanar: “Memlekette haksızlığa uğradık, malımıza mülkümüze el konuldu, güç durumda kaldık” diyerek endişesini dile getirir. Molla Said: “Oh oh ne iyi olmuş” der ve geçiştirir. Bu cevaba üzülen Abdülgani: “Şeyhim, ben sana derdimi anlatıyorum, bana teselli vermeni, sabır dilemeni bekliyorum, sen ise ‘Ne de iyi olmuş’ diyorsun” der. Molla Said tekrar eder: “Oh oh, ne iyi olmuş.” Abdülgani daha da üzülür, susar konuşmaz. Söze devam eder Molla Said: “Belki bu malda haksız bir kazanç vardı, belki hakkınız olmayan bazı şeyler bu mala karışmıştı. Bunun dünyanda haksız bir şekilde elinizden çıkması sizin için daha hayırlı olmuştur. Onun için ‘Oh ne iyi olmuştur’ diyorum. Allah’ın iyi kullarısınız ki bu böyle olmuş” der. Abdülgani rahatlar teşekkür eder Molla Said’e. Günler günleri kovalar tam 6 ayı beraber geçirirler.”
Namaz, zikir, ibadet bazen de sohbet… Günler böylece geçti. Birbirlerini sevmişlerdi. Namazını düzenli bir şekilde kılıyordu Abdülgani. Her gece üçte kalkıp sabah namazına kadar ibadet eden Said Nursî ise namazını edadan sonra, sabah namazını kılması için Abdülgani’yi uyarıyor, o da kalkıp namazını kılıyordu. Fakat Said Nursi’nin ibadetleri de dikkatini çekmişti Abdülgani’nin. Acaba sabah namazını nasıl kılıyordu? Bir gece erkenden kalktı. Güzel bir bahar günüydü. Bediüzzaman sabah namazını kılmak için bahçeye güllerin, çiçeklerin arasına inmişti. Hava aydınlanıyordu, Abdülgani ise seyre başladı. Onun namaz kılışı bile diğer hareketleri gibi bambaşkaydı. Bir tekbir alışı vardı ki, öyle bir tekbiri hiç kimseden duymamıştı. Nitekim talebelerinden Re’fet Barutçu’nun da, Üstadın namazı dikkatini çekmiş, bunu, “Üstadın arkasında kılınan namazın hazzı bambaşka. İlk tekbir aldıklarında âdetâ yer gök sarsılır. Aman ya Rabbi, o ne huşû, o ne mûnis seda, tarif edilmez” diye anlatmıştı. Abdülgani de öylesine duygulanmıştı ki, onun secdeye vardığında bahçedeki çiçek ve güllerin de birlikte secdeye vardıklarını görmüş, gözlerine inanamamıştı.”3
Pek siyasete karışmaz Molla Said. Abdülgani’ye de karışmamasını söyler. “Siyaset iki tarafı da keskin olan bir kılıca benzer, nereden tutarsan o kılıç elini keser” der. Bu nedenle siyasetten uzak durulması gerektiğini anlatır. Hatta Abdulgani’ye hiç siyasetle ilgilenmemesini tembihler. Abdülgani bu siyaset şartının önemini sonraları anlayacaktı.” Meselâ Said Nursî, onun Savur’da görev yapmış, o anda Burdur’da bulunan ve o günkü idarenin bendesi olmuş kaymakam, emniyet müdürü ve milli eğitim müdürleriyle dostluklarını kesmesini istemişti ki, onu büyük bir manevî vartadan kurtarmaya yönelik bir hareketti bu.”4 Çünkü bir süre sonra Bediüzzaman’ın dostluklarını yasakladığı kişilerin adları siyasî komplolara karışacak ve hepsi tutuklanacaklardı. Böylece Bediüzzaman’ın tavsiyesiyle hareket eden Abdülgani büyük bir tehlikeden kurtulacaktı.
Abdülgani maddî sıkıntıları azaltmak için babası, annesi ve kardeşleri ile bir vilayette iskâna tabi edilmeleri için müracaatta bulunur. Müracaatı yerinde görülür ve ailenin Balıkesir’de birleştirilmesi müsaadesi çıkar. Biran evvel yola koyulmak ister, heyecanlıdır. Önce İzmir’e gidecek orada babasını görecek, onu da alıp Balıkesir’e annesinin ve kardeşlerinin yanına gidecekler, hasret bitecek, birlikte yaşayacakları günler başlayacaktır. Babasıyla mektuplaştıklarında, baba Hamdin Bey en çok Abdülgani’yi özlediğine yanar. Fakat izinli bile gidip görüşmek imkânsızdır. Çünkü izin bile vermezler sürgünlere. Bu nedenle acele eder. Önce Molla Said’e gider, müjdeli haberi verir, çok sevinçlidir. Fakat Molla Said sakindir. Abdülgani’nin sevincini geçiştirir. Vedalaşırlar, Abdülgani bu büyük zatın sohbetlerinde epey keyif almaktaydı, bu nedenle: “Şeyhim bir daha görüşmek kısmet olmayacak mı acaba?” der. Molla Said, “Ölünce görüşeceğiz inşaallah, maal memat inşaallah” der. Abdülgani; “Ölünce hepimiz mahşerde görüşeceğiz, Üstad Hazretleri herhalde onu ima etti” diye düşünür. Ve ayrılırlar İzmir’e doğru trenle yola koyulur.

 
 
Bediüzzaman’ın sürgün dosyası ile ilgili belge.
 
 
DİPNOTLAR:
1- Şaban Döğen, Yeni Asya, 14.06.1999
2- Şaban Döğen, Yeni Asya, 15.06.1999
3- Şaban Döğen, Yeni Asya, 15.06.1999
4- Şaban Döğen, Yeni Asya, 15.06.1999
 
 
MEHMET SELİM MARDİN   [email protected] I www.msmardin.com
Okunma Sayısı: 9388
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • NURUN İLK KAPISI

    1.3.2013 00:00:00

    BÖYLE ŞAHESER BİR ESERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARAN EMEĞE TEŞEKKÜR EDERİZ.
    BURDUR
    RİSALE-İ NUR TALEBELERİ

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı