"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsan Hakları Beyannamesi Hangi ‘Hak’la İmzalanmıştır?

20 Nisan 2018, Cuma 00:29
‘Varım, insanım; demek ki haklarım var!'

Genel durum itibarıyla İnsan Hakları konusunda tek ve genelleşmiş bir yaklaşım olmadığı söylenebilir. Bir insan hakları Beyannamesi kabul edilmiş olmakla birlikte, savaşın acı yüzüyle karşılaşmış insanın trajedisinin ürünü olan; fakat ona kudsiyet ve saygınlık kazandıracak temel unsurdan yoksun, sadece “hümanist” diyebileceğimiz bir metin var. Böyle “dayanaksız ve dayanıksız” bir metnin oluşmasının pek çok sebepleri olabilir, fakat iki şey var ki kritik önem taşımaktalar: Birisi doğrudan “insan hakları söylemi” kapsamında görülebilecek fikirlerin ortak bir paydada toplanması; diğeri “insan hakları”nın hangi esas  ve hangi alan üzerine kurulacağıdır.

“İnsan haklarının –gerçek- yazarı kimdir ve esas itici gücü nedir?” sorusu başta hukuk bilimi olmak üzere temelde bütün sosyal bilimlerin birincil meselesidir.

İnsan Hakları Beyannamesi yeni bir insan topluluğunun kuruluşunu ifade eder.

“1948 Evrensel insan hakları beyannamesi” yazılırken muhaliflerini de ortaya çıkarır. Meselâ Amerikan Antropoloji Birliği (AAA) bütünüyle muhalif duran bir kesimin sesidir. Fakat çoğunluğu içine alan yaklaşım evrensel insan haklarının evrensel düzeyde kanunlaştırılabileceğini ve meşrûlaştırılabileceğine inanmıştır. Bakıldığında ise, Beyannameye hakim olan seküler ve batıcıl düşünce, adeta dünyanın 10’da 9’unu yok sayma eğilimindedir. 

İnsan haklarının modern soy kütüğü Fransız Devrimi’yle başlar dense yanlış olmaz.  “Bağımsızlık Beyannameleri” adlı makalesinde Derrida, bağımsızlık beyannamelerine bakarak, “beyan edicinin bir eylemi kim adına ve hangi isimle imzaladığı”nı sorgular. Bağımsızlık beyannamelerinde görülen “biz beyan ederiz ki...” türü ifadelerde geçen “biz” henüz ortada yoktur. “Halk adına” konuşan beyanname, aslında hakkında konuştuğu yeni bir halkın kurulduğunu ilan eder. Beyanname öncesi var olmayan bir halk, aslında beyannameyle kendi doğuşunu ortaya koymaktadır.

Meselâ Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’ne baktığımızda, bu beyanname öncesinde var olmayan bir Amerikan halkından söz edebilmek, ancak beyanname sonrası mümkün görünebilmektedir. Dolayısıyla, imza, aslında imzalayanı, adına konuşulan “biz”i icat etmektedir. Yani imza atılana kadar imza atanın imza atma yetkisi ya da otoritesi yoktur.

Amerikan kurucu babaları Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’ni yazarken çok önemli bir boşluk hissetmişlerdir. Amerikan halkını oluşturan halk beyannameden önce de vardır ve birden bu halklar Amerikan halkı olarak ortak bir beyanda bulunmaktadır. Bunu mümkün kılmak ancak temel bir prensipte birleşmekle mümkündür. Tam da bu nedenle, beyannameyi yazanlar “Doğa Yasalarının ve Tanrı’nın adına” dayanmak zorunda kalmışlardır. Metin hümanist bir metin olmasına rağmen yine de insanüstü bir dayanakla ayakta durabilmektedir. Metni yazanlar kendi fiillerini kendilerine bağladıklarında yeterli bir dayanak oluşmadığını görmüşler, dolayısıyla sabit ve sağlam olduğu düşünülen Tabiata ve İlâhî Yasaya atıfta bulunmak durumunda kalmışlardır. Otoritelerini ve imzalarını bu yolla meşrûlaştırabilmişlerdir. 

“Yoktan” var olamayacak bir faaliyet, kendisini Yaratıcı ve onun yarattığı tabiat yasalarının sabitleyici gücüne yaslanarak var kılabilmektedir. Amerikan halkının kendi kendini kurduğu ve kendisine imza yetkisi verdiğini söylediği bir metinde, kuruculuk merciinin İlahi Kudret olması bir şeyler anlatmaktadır. 

Derrida, vaat etme, kurma ya da imzalama gibi faaliyetlerin hepsinde aynı açmazın olduğunu ileri sürer. Vaatler ve beyannameler gibi yapılar kendi kendisini garanti edemez. Bir beyanname, hiçbir zaman kendi kendisine yetki veremez; bir merciye dayanmaya ihtiyaç duyar.

Bu açmazı göz önüne alırsak, insan hakları beyannamesinin hangi “hak”la imzalandığı sorusu önem kazanır.

Şunu öncelikle belirtmeli ki BM İnsan Hakları Beyannamesi’ne imza atanların çoğunluğu BM’ye üye ulus-devletlerdir. Beyanname, bir takım ülkelerin oluşturdukları bir çatı kuruluş tarafından ama “evrensel insan” adına imzalanmıştır. Burada ilginç olan durum “birleşmiş” milletler örgütü “dünya insanı”yla farklı bir ilişki kurmaktadır. Halbuki imzacı devletlerin hemen hepsinde birer bağımsızlık masalı vardır ve bu masal “sivil haklar” ve “insan hakları” konusundaki fikir ayrılıklarından tutun pek çok unsurdan beslenmektedir.

Modern ulus devletler kendi namlarına bağımsız olduklarını söyledikleri halde daha üst bir beyannamede Tabiat yasalarına ve Tanrı’ya dayandıklarını vurgulamaktadırlar. Uluslar bu konuda kendilerini yeterli görmemektedir. Böylece “tabiî hukuk”tan “insanlık” adı verilen büyük bir özneye kadar belirli başka “sabitleyici” konular da devreye girmektedir. Ama en çok da “evrensellik” denilen ve herkes için aynı şeyi ifade etmeyen, içi boş olan, ama kabul gören bir kavram sabitleyicilik görevini üstlenmiş görünmektedir.

Aynı zamanda imzacı bir ulus-devlet insan hakları ihlâlleri söz konusu olunca, çeşitli uyarılarla ya da yaptırımlarla karşı karşıya kalan “özne”dir de. Birleşmiş Milletler ya da başka insan hakları kuruluşları, ihlâller karşısında muhatap olarak doğrudan ulus-devleti göstermekte ve onu suçlamaktadır. Ayrıca, tam da bu noktada otorite ve egemenlik sorunları devreye girmekte ve hatta BM yapısında yetkilerin paylaşımı ya da “sabit üyeler” olarak hizmet gören ülkelerin veto yetkileri gündeme gelmektedir. Bütün bunlar dışında, BM Beyannamesi ile “evrensel insan hakları” ifadesinin bir ve aynı şey olup olmadığı sorusu da açık bir soru olarak kalmaya mahkum görünmektedir.

Öyleyse, BM’nin insan hakları beyannamesi gibi bir beyanname imzalaması için kendini yetkili olarak düşünmesi nasıl mümkün olabilmiştir?

Burada farklı tipte yaklaşımların kaynaştırılmasından söz edilebilir. BM, “bir dizi ortak payda ya da evrensel değer”de birleşebilen; farklı kültürlerin farklı farklı yorumladıkları, ama ortak bir zemine yaslanan bir “insan hakları” anlayışının mümkün olduğu inancındadır. Bunun için “küresel uzlaşma” gerekmektedir. Bu, “ticaret ve spor” gibi alanlarında mümkün olabilmiştir. Yapılması gereken, sadece bu konsensüsü, “hukuk aksiyomları”yla insan hakları alanında da gerçekleştirmektir.

Ancak önemli bir nota şudur ki pek çok farklı evrensellikler olabilir. Bir bütün olarak insanlık tarafından yeknesak kabul edilmiş tek bir evrenselcilik yoktur; aksine farklı kültürlerden neşet eden çeşitli evrenselcilikler vardır.

Bu noktada İslâm’ın evrenselciliğinin insan hakları konusundaki yaklaşımını evrenselci ve fıkıh ekollerinin  meseleye dair bakışlarını aktararak sunabiliriz. Bunu yaparken iki anahtar kavram olan “âdemiyet” ve ismet” kavramlarını kullanabiliriz. “Âdemiyet”ten kasıt “bir insan oğlu niteliğine sahip olma” bunun nihayetinde  “insanlık” kavramı ortaya çıkmaktadır. “İsmet” ise insanın hayatı, mülkiyeti, dini, aklı, ailesi ve onuru açısından “dokunulmazlığı” anlaşılmaktadır.

Ancak bir yandan “iman sahibi” olma açısından meseleye yaklaşan fıkıhçı ekol ile diğer yandan bu iki anahtar kavramı (âdemiyet ve ismet) baz alan evrenselci ekol arasında şekillenen İslâm’da insan hakları anlayışları arasındaki açmaz, Tanzimat dönemindeki reformlarla bir nebze çözümlenmeye başlamıştır. Tanzimat’la birlikte “modern evrensel insan hakları” yaklaşımı ile Müslümanların yaklaşımı birbirine yaklaşmaya başlamıştır.

BM Beyannamesi göz önüne alındığında İslâm düşüncesinde çok farklı katmanlara sahip olan “âdemiyet” anlayışları “insanlık” olarak tek bir şekle bürünmektedir.  Meselâ en basitinden “insan ile beşer” arasındaki ayrımı yapamaz hale gelmekteyiz. Öte yandan, Batı dillerine “evrensel insan” (Universal Man) diye çevrilen “insan-ı kamil” gibi insana dair kavramların BM Beyannamesinde bir yeri kalmamaktadır

İkinci mesele, İnsanın dokunulmazlığı olarak tanımlanan “ismet”, bir bakıma, her türlü sosyo-politik unsurlardan önce gelen bir tür “çıplak insan” anlamına daraltılmaktadır. Gerçi “harimi ismet” gibi bir terkipte “ismet”, “kutsal sayılan, korunacak yer, ocak” gibi anlamlara gelmektedir; ancak “ismet”in sosyo-politik unsurlardan sıyrılmış, çıplaklaşmış, sadece potansiyel hak taşıyıcıya indirgenmiş bir anlamı olması hayli mahzurludur.

Etiketler: insan hakları, enstitü
Okunma Sayısı: 3366
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı