"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İsraf, iktisatsızlık ahlâkı bozar

03 Ağustos 2018, Cuma 00:43
Bediüzzaman iktisadın kadınlarda fıtrî bir özellik ve kemal olduğuna dikkat çekmektedir.

Hatta evlilik gibi meşrû ve fitrî bir ihtiyacın karşılanmasında bile, şayet uygun bir eş bulunmazsa, sırf maişeti temin gayesi ile, ahlâksız, Avrupaperest bir kocaya gitmemesi için kadınlara uyarıda bulunmaktadır. “Frenkmeşrep bir kocanın tahakkümü altına girmektense, köylü mâsum kadınlar” gibi çalışmalarını ve iktisat ve kanaatle yaşamayı tavsiye eder. “Kendinizi idareye çalışınız, satmaya çalışmayınız” der.

“Şayet size münasip olmayan bir erkek kısmet olsa, siz kısmetinize razı olunuz ve kanaat ediniz. İnşaallah, rızanız ve kanaatinizle o da ıslah olur. Yoksa, şimdiki işittiğim gibi, mahkemelere boşanmak için müracaat edeceksiniz. Bu da, haysiyet-i İslâmiye ve şeref-i milliyemize yakışmaz.” 1

İktisat Eden Allah’ın AhlÂkına Uymuş Olur

Hücrelerin yaratılışı, kandaki alyuvarlar ve akyuvarların hareketi, insan bedenindeki cihazların uygunluğu, denizlerdeki canlıların dengesi, dünyadaki su nispetinin mükemmel hâli, canlıların baharda ve yazda yaratılıp sonbahar ve kışla birlikte ortalıktan kaybolması gibi sayısız faaliyette insan aklı hiçbir israf ve başıboşluk görememektedir. Bu da her yerde ve şeyde Allah’ın Hakîm isminin tecelli etmekte olduğunu gösterir. “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Her şeyi Biz belirli bir miktar ile indiririz. (Hicr Sûresi: 21) âyeti yaratılışta ölçü bulunduğunu gösterir.

Allah’ın Hakîm isminin görüntüsü olan ilimler, kâinatta mükemmel bir iktisat ve israfsızlık olduğunu göstermektedir. Kur’ân üstteki âyetle kâinattaki dengeye dikkat çekmektedir. Adl ismi de bütün kâinatta adalet ve muvazene ile hareket etmektedir.

“Göğü yükseltip âleme nizam ve ölçü verdi. Ta ki adaletten ve dinin emirlerinden ayrılarak ölçüde sınırı aşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve tartıyı eksik tutmayın ki, ahiretteki mizanınızı ziyana düşürmeyin. (Rahman Sûresi: 7-9) âyetindeki, dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur. İşte, Kur’ân hakikatlerinden ve İslâmî prensiplerden olan adalet, iktisat, nezafet beşerin hayatında esaslı bir prensiptir. Ve bunlar bizzat Allah tarafından kâinatta uygulanmakla, kâinata kök salmış ve bütün varlık tabakalarını sarmış olduğu gösterilmiştir.”

Allah, Hakîm isminin gereği, “her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli takip etmektedir. Bu gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur. İsraf ise, Hakîm isminin zıddı olduğu gibi, iktisat onun lâzımıdır ve esaslı bir prensibidir.” 2

İktisat ve kanaatle hareket etmek, yaradılıştaki İlâhî gayeye uygun davranmaktır. Çünkü iktisat hem peygamber ahlâkıdır hem de Allah’ın kâinatta uyguladığı esaslı bir hikmet kuralıdır. Hikmet ise boş ve yersiz iş yapmamak, her şeyi yerli yerinde ve uygun yaratmayı ifade eder. İnsan da yeme-içme ve diğer ihtiyaçlarında bu kaideyi izlemelidir.

Bu açıdan bakılırsa, yemekteki İlâhî gaye, nimete şükrederek, sağlığına zarar vermeyecek şekilde, dinî ve dünyevî vazifeleri yerine getirebilmek için beslenmektir.

İktisat Risalesi’ndeki bir temsil bu hikmeti mükemmel şekilde açıklar.

Buna göre hikmetli yaratıcı, insan vücudunu bir saray ve şehir gibi yaratmıştır. Dil bu sarayın kapıcısıdır. Mide, cesedin idaresinde bir efendi ve bir hâkimdir. Nimetlerin lezzetleri sarayın kapıcısı olan dile sunulan birer hediyedir. O saraya ve şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş kabilinden ancak beş derecesi uygun olur, fazla olamaz. Tâ ki, kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dâhiline sokmasın.

Bu temsile göre iki lokma farz edelim. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddî maddeden kırk para, diğer lokma en âlâ baklavadan on kuruş olsa; bu iki lokma, ağza girmeden, beden itibarıyla farkları yoktur. Boğazdan geçtikten sonra, ceset beslemesinde yine eşittirler. Belki, bazen kırk paralık peynir daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki dilin zevkini okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için on misli pahalı bir gıdayı tercih etmek sadece beden sarayının kapıcısı olan dili şımartmak demektir.

Böylece dil kendini kapıcı değil beden sarayının hâkimi gibi görmeye başlar, “Hâkim benim” der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verirse onu içeriye alır. Ya hazımsızlık ya da ateşe sebep olur. Bu da şehirde ihtilâl çıkartır.

Hâlbuki dilin vazifesi İlâhî bir mutfak olan tabiattaki nimetler üzerinde bir müfettişliktir. Çünkü dile yerleştirilen mizancıklar (tat alma duyuları) nimetleri tartmak ve tanımak için verilmiştir. Dil onları tanır ve bedenin hâkimi olan mideye haber verir. Bu tatma aynı zamanda manevî bir şükürdür. Çünkü nimetin cazibesi onu yaratanın güzelliğine işarettir.

Tat alma organımız aslında sadece midenin habercisi de değildir. Nimetlerdeki türlü türlü tatları fark eden dilimizin bu fonksiyonu, gerçekte, kalbi, ruhu ve aklı da ilgilendirir. Çünkü Allah’ın isim ve sıfatlarını tefekkür etmeyi bu lâtifelerimizle gerçekleştiririz.

Nimeti tefekkür ise bir ibadettir. Hatta nimeti vereni düşünme hazzı, nimetin maddî zevkinden binlerce kat daha yüksektir. Dünyamızın en aziz misafiri olan insana yakışan da budur.

Peki insan lezzetli gıdaları hiç almayacak mı? Ya da alırken neye dikkat edecektir? Bediüzzaman lezzetli nimetleri yeme konusunda bazı tesbitlerde bulunmaktadır: İnsanlar lezzetli gıdaları alabilirler. 

Bunun şartı, 1- İsraf etmemek, 2- Şükür vazifesini yerine getirmek, 3- Allah’ın farklı nimetlerini tanımak ve tefekkür etmek, 4- Meşrû ve helâl şeyleri yemek, 5- Zillet ve dilenciliğe düşmemektir. Bu şartlar gerçekleşiyorsa, insan nimetlerde lezzetleri izleyebilir.

İktisat, Cimrilik Etmek Değildir

İktisatla ilgili karıştırılan iki ahlâkî nitelik vardır: İktisat ve hisset. İktisat ve hisset görünüşte birbirine benzese de mahiyetleri çok farklıdır. Tevazu kötü bir ahlâk olan tezellül ile karıştırıldığı gibi, iyi bir haslet olan vakar ile gurur da birbirine karıştırılır. İktisat ile hisset sadece görünüşte benzer; mahiyetleri çok farklıdırlar. Hısset, cimrilik, sefillik, tamahkârlık ve hırsın karışımıdır. İktisat ise izzetin, dikkatli olmanın, emniyet ve istikametin işaretidir.

Hz. Ömer’in büyük oğlu Abdullah, Sahabiler arasında, meşhur yedi Abdullah’tan biridir. Hz. Abdullah çarşıda kırk paralık bir alış verişte, ticaretin emniyet ve istikametini korumak için şiddetli münakaşa ederken görülmüş. Bu duruma muttali olan bir Sahabe, “Yeryüzünün şanlı halifesi Hz. Ömer’in oğluna bu tartışmayı yakıştıramaz. Bunu şaşılacak bir cimrilik gibi düşünür. Abdullah bin Ömer’in peşine takılıp işin sırrını öğrenmek ister. Görür ki, Hz. Abdullah evine girerken bir fakire rastlar. Fakirle bir parça ilgilenir. Evinin diğer kapısından çıkınca, başka bir fakirle karşılaşır. Onun da yanında biraz oyalanır ve sonra ayrılır. Meraklı Sahabe, duruma hayli merak sarar, gidip o fakirlere teker teker sorar: “Hz. Abdullah sizin yanınızda durdu, ne yaptı?”

Her birisi dedi: “Bana bir altın verdi.”

O Sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden, tamamen kendi isteği ile versin!” diye düşündü. Gitti, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’i gördü, dedi:

“Ya imam, bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın.”

Abdullah bin Ömer (ra) ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alış verişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadakatin muhafazasından gelmiş bir hâlettir, hısset değildir. Hanemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.” İmam-ı Âzam, bu sırra bir işaret olarak demiş. Yani, “Hayırda ve ihsanda -fakat müstehak olanlara- israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.”

İsraf (İktisatsızlık) Ahlâkı Bozar

İsraf insanı hırsa sevk eder. Hırs ise insanları, ahlâkla ilgili üç önemli sonuca götürür.

a- Bunlardan birisi kanaatsizliktir. Kanaat, çalışmayı yerine getirdikten sonra ortaya çıkan sonuçla yetinmektir. Çalışmadan eldekini yeterli görmek ise himmetsizliktir.

Kanaatsizlik insanların çalışmaya olan şevklerini kırar. Şükür yerine şikâyet ettirir. İnsanları tembelliğe atar. Bu tür tembel insanlar, hırsla, helâl ve meşrû rızka kanaat göstermedikleri için meşrû olmasa da külfetsiz kazanç peşine düşer. Bu yolda şerefini lekedar etmekten çekinmezler. “İktisattan gelen kanaat, şükür kapısını açar, şekvâ kapısını kapatır. Hayatında daima şâkir olur.”

b- “Hırs hasaret ve kayıp sebebidir. Hırs gösteren kaybeder” ifadesi darb-ı mesel olmuştur. Hırslı kişi çoğunlukla emeline ulaşamaz, ulaşsa da insanların nefret ve istiskaline maruz kalır.

c- Hırsın bir zararı da “kulluğun özü” olan ihlâsı kırmasıdır. İhlâs yapılan iş ve ibadette sadece Allah’ın hoşnutluğunu gözetmektir. Allah’ın emir ve yasaklarını hayatında önemli sayan bir kişinin hırsı varsa, insanların rağbetini ve ilgisini ister. Böyle bir insan ise ihlâsa tam muvaffak olamaz. Özellikle de âlimlerdeki hırs onları küçük düşürmektedir.

İran’ın âdil padişahlarından Nûşirevanın veziri, Büzürcmehr (Büzürg-Mihr)’den sormuşlar: “Neden ulema, ümera kapısında görünüyor da, ümera ulema kapısında görünmüyor? Halbuki, ilim, emaretin fevkindedir.” Cevaben demiş ki: “Ulemanın ilminden, ümeranın cehlindendir.” Yani ümera cehlinden ilmin kıymetini bilmiyorlar ki, ulemanın kapısına gidip ilmi arasınlar. Ulema ise, marifetlerinden, mallarının kıymetini bildikleri için, ümera kapısında arıyorlar. İşte Büzürcmehr, ulemanın arasında fakr ve zilletlerine sebep olan zekâvetlerinin neticesi bulunan hırslarını zarif bir surette tevil ederek nazikâne cevap vermiştir.

Kanaat eden âlim ise, insanlardan istiğna göstererek insanların teveccühünü aramaz, kendine ihlâs kapısı açılır, riya kapısı kapanır.

İktisatsız Olan Kulluğundan Gafildir!

Yeme içmede iktisat ve riyazet (özellikle oruç) ahlâkın güzelleşmesine hizmet eder. Çünkü insan nefsi gafletle kendini unutur. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakirliği, sayısız hatalarını göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve musîbetlere maruz bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var, kendini hiç ölmeyecek gibi, ebedî tahayyül eder. Öyle dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tamahla ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Kendini şefkatle terbiye eden Hâlık’ını düşünemez. Hayatının gayesini ve uhrevî bir hayata hazırlanması gerektiğini unutur. Kötü ahlâklara yuvarlanır. 3 

Sonuç

İnsan iktisatlı yaşamayı ilke edinirse, kişinin, fert, aile ve cemiyet hayatında olumlu sonuçları ortaya çıkmaktadır. İktisat her şeyden önce Allah’ın kâinatta uyguladığı hayatî bir prensiptir. Her şey hikmetle, dikkatle ve birçok faydalar ve sonuçlar gözetilerek yaratılmaktadır. İnsan da Rabbinin hikmetine uygun hareket ederek iktisatlı olmalıdır.

İktisat insanın haysiyet ve şerefini korur. İzzet ve şeref ise bir insanın hayattaki en önemli manevî zenginliğidir. Yaratılışımızdaki gaye ve maksatları gözeterek yaşamak iktisatlı olmakla mümkündür. Savurgan insan zamanla kulluğun özelliklerini de kaybetmektedir.

İktisadın getirileri çoktur. İktisatsızlık ise insanı birçok zararlı hallere düşürmektedir. İktisadı terk eden, hırsa, kanaatsizliğe ve aç gözlülüğe maruz kalır. Hırs, insanı perişan eden bir duygudur. Hırslı insan çoğunlukla maksadına ulaşamaz. En büyük zararı da hırsla hareket eden ihlâsı kaybeder, Allah’la ilişkisi bozulur.

Dipnotlar:

1- Nursî, Lem’alar, s. 204.

2- Nursî, Lem’alar, 30. Lem’a, İkinci Nükte, s. 310.

3- Mektubat, s. 389-390.

Okunma Sayısı: 3213
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı