"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Maturidî: İbadetler aklen de zorunludur

13 Temmuz 2018, Cuma
Ehl-i Sünnet kelâmının kurucu isimleri arasında bulunan İmam Mâtürîdî (ö.333/944), ibadetler hakkında yaptığı açıklamalarda sadece vahyî beyanları zikretmekle yetinmemiş, konuyu rasyonel açıdan ele alarak tartışmıştır.

Özellikle “niçin insan Allah’a ibadet etmeli?, ibadetler neden gereklidir?” gibi sorulara verdiği cevaplarda aklî izahlara yer vermektedir. Ona göre ibadetler kişinin Allah’a olan şükrünün ifadesi olup vahiy bulunmasa dahi aklen gereklidir.

İbadet: Allah’a Şükrün İfadesi

Mâtürîdî, ibadeti şükürle ilişkili bir biçimde ele alarak değerlendirir. Ona göre “söz, amel ve inançta bütün varlığın Allah’a has kılınması”1 şeklinde tanımlanabilecek ibadetlerin hepsinin temel gayesi, Allah’a olan şükrü ifade etmektir. Şükrün anlamlarından biri de “insanın, kendisine verilen nimeti, sadece Rabbine taatta bulunmak için kullanmasıdır.”2 Buna göre insanın yerine getirmekle yükümlü tutulduğu her bir ibadetin, aynı zamanda O’na olan şükre karşılık geldiği açıktır. Nitekim Hz. Peygamber (asm) bütün taat fiillerinin şükrün kapsamı içinde olduğunu belirtmiştir. Hz. Peygamber’in, geçmiş ve gelecek günahlarını Allah bağışladığı halde, neden ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını soranlara “Şükreden bir kul olmayayım mı?”3 şeklindeki cevabı bunun delilidir.4

Allah’a Şükrün Gerekliliği

Mâtürîdî, insanın Allah’a şükretmesinin gerekli olduğu hükmüne salt vahyî bildirimlerden hareketle değil, öncelikle akıl yoluyla ulaşmaktadır. Tabii Mâtürîdî böyle bir hükme, âlemi yaratan bir Tanrı’nın varlığı ile aklın iyi ve kötünün bilgisine ulaşma imkânına sahip olduğu gerçeğine dayanarak varmaktadır. Mâtürîdînin kullandığı aklî istidlâl metodu, onu bu gerçeklere götürmektedir. Yani en başında bunları da aklî istidlâl yolunu kullanarak temellendirmektedir.5

Mâtürîdî’ye göre akıl, adalete meyleden, zulümden de kaçınan bir tabiata sahiptir. Allah’a şükretmenin gerekliliği fikri de, aklın bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Zira böyle bir akıl “nimet verene şükretmenin” iyi ve gerekli bir davranış olduğunu insana bildirmektedir.6 Açıkçası Mâtürîdî’ye göre insan, kendisine nimet verip lutufta bulunanı tanıyıp teşekkür etmenin yerinde bir davranış, aksinin ise çirkin ve zulüm olduğunu aklıyla kabul eder.7 Üstelik Mâtürîdî açısından nimet verene teşekkür etmenin iyi ve güzel oluşu duruma ve şartlara göre değişmeyen, kendinde iyi olan hususlardandır.8

İnsan aklı, kendisine nimet lutfedene teşekkür etmeyi, nimet gerçeğini tanımayı gerekli gördüğü gibi, bu durumların karşıtı olan nankörlük ve cehâletten kaçınmayı da gerekli görür.9 Bu durumda insanoğlunu mükemmel bir şekilde yaratmakla kalmayıp yeryüzünde varolan her şeyi insanın hizmetine veren bir Tanrı’ya şükredilmesinin gerekliliği, zorunlu olarak açığa çıkar.10

Peki insanın Allah’a şükretmesi ne demektir? İnsanların birbirine teşekkür etmesinden farkı nedir? Mâtürîdî, insanlar arasındaki şükrün “bir şeyin karşılığını verme ve ödüllendirme” şeklinde gerçekleştiğini ifade etmekte ve “insanlara şükretmeyen Allah’a şükretmez”11 hadisinin bu anlama delil olduğunu belirtmektedir. Ancak insanların Rablerine şükürleri kuşkusuz karşılığını verme ve ödüllendirmeyle izah edilemez. Çünkü insanın, Allah’ın kendisine verdiği en küçük bir nimetin dahi şükrünü eda etmeye gücü yetmeyeceği açıktır.

Öte yandan Allah’ın insanların şükrüne ihtiyacı olduğu da söylenemez. Zira Mâtürîdî’nin ifade ettiği gibi, “O, mahlûkatının kendisine tapınmasından müstağnidir. Şu halde Allah, kullarını kendi yararları için kulluğa tâbi tutarak nimetlerine şükretmelerini istemiştir ki teklife muhatap kıldıklarını dilediği gibi imtihan etmek O’nun şânına lâyıktır.”12

Mâtürîdî, Kur’ân-ı Kerim’de İsrâiloğulları’nın kendilerine verilen nimeti hatırlamalarını emreden âyetin13 şükür olarak da yorumlanabileceğini belirtmektedir. Yani nimetlerin hatırlanması emriyle, lutfedilen nimetin şükrünün başkasına değil sadece Allah’a yöneltilmesi kastedilmiş olmaktadır. Tabii âyet bu şekilde anlaşıldığı zaman artık muhatap sadece İsrâiloğulları değil bütün insanlardır. Çünkü nimetlere mazhar kılınan herkes Rabbine şükretmekle görevlidir. Nimetin şükürle karşılanması emrinin, onun dil ile ifade edilmesi değil, Allah’tan geldiğinin kalp ile bilinmesi anlamına geldiğini vurgulamaktadır. Yani insanın böyle bir bilince sahip olması gerekir.14

İnsanların şükretmelerini emreden ilâhî beyânlarla kastedilen anlam, birkaç şekilde yorumlanabilir. Birincisi, Allah’a şükretmek, nimetlerin O’ndan geldiğini bilmektir. İkincisi, insanın verilen nimetlere şükrü yerine getirmekten âciz olduğunu itiraf etmesi ve bu noktadaki eksikliğini bilmesidir. Üçüncüsü insanın verilen nimeti sadece Rabbine taatta bulunmak için kullanmasıdır.15

Mâtürîdî’nin bu tasnifinde birinci ve ikinci kısma giren şükrü yerine getirmekte akıl tek başına yeterli görülebilir. Ancak üçüncü kısma yönelik şükrü yerine getirebilmek için vahyin öğretisine ihtiyaç duyar. Vahiy, insanoğluna Allah’a şükrünü nasıl yerine getireceğini beyân etmekle bu konuda akla yardımcı olmaktadır.16

İbadetlerin Hikmetleri

Allah tarafından yerine getirilmesi emredilen her bir ibadette, insan aklının bilmeye güç yetiremeyeceği bir çok hikmetler bulunmaktadır. Bu konuda yapılan yorumlar hiçbir zaman nihaî bilgiler olarak görülemez. Mâtürîdî bu ve benzeri konularda çeşitli izahlara yer verdikten sonra “nihaî gerçeği bilen Allah’tır”17 şeklinde bir ifade kullanmakla bu gerçeğe işaret ediyor olmalıdır.

İbadetlerin insana yönelik faydası hem dünya hem de âhiret hayatı için geçerlidir. Her şeyden önce ibadetler insana hem âhirette yüce Zât’ın huzuruna çıkacakları zaman şahit olunacak dehşet verici halleri hatırlatır, hem de öte dünyada kendilerine vaad edilen mutluluğun hazlarını hissettirir. Bu iki hâl, insanı kötülükten sakındırırken iyiliğe de yöneltir. İslâm filozofu İbn-i Sînâ’nın ibadetlerin gerekliliği ve faydasına yönelik yaptığı açıklamaların bir kısmı da bu meyandadır. İbn-i Sînâ’ya göre ibadetler, insanlarda Allah ve âhiret hayatına yönelik duyguların canlılığını kaybetmemesi işlevini görmektedir.18

Mâtürîdî her bir ibadetin, verilen bir nimet türüne karşılık geldiğini düşünmektedir. “Allah, kullarına beşer türünün yaşadığı her hâl ve tavır yahut onlara mahsus her bir zevk için bir ibadet farz kılmıştır. Böylece onların ifa edeceği her türlü ibadet, bunu ifa edenin yaşadığı ve istifade ettiği imkân ve nimetlere mukabil bir şükür olur. Çünkü her lezzet ve hayatta faydalanılan her imkân, Allah’ın, bu lezzet ve imkânın sahibine tahsis ettiği bir nimettir.”19 Açıkçası her nimetin şükrü de kendi cinsinden yapılmalıdır. Zira şükrün edası verilen nimetin dışındaki bir şeyle gerçekleştiği takdirde o zaman burada şükürden değil bir alış-veriş ya da değiş tokuştan bahsedilir.

İnsan, hayatının farklı merhalelerinde ayakta durmak, oturmak veya yaslanmak gibi yaygın şekillerin bulunduğunu görmekteyiz. Bu ilâhî nimetlere şükretme amacıyla ifa edilecek ibadetlerin de namazda olduğu gibi aynı merhaleleri içermesi tabiidir. İslâm’da yer alan ibadetler, kulların ibadet dışındaki hayatlarında bulundukları hâl ve tavırlara paralel olarak şekillendirilmiş denilebilir.20

Mâtürîdî’ya göre Allah insan türüne bedeni ayakta tutacak gıdalar, arzularını tatmin edecek çeşitli lezzetler lutfetmiştir. Ayrıca kendileri için halk nazarında bir üstünlük ve itibar vesilesi olan servetler de vermiştir. Buna bağlı olarak da, insan tabiatınca sevilip tercih edilen nimetlerden, bir kısmının elden çıkmasını gerektiren ibadetler koymuştur.21 O hâlde namaz, bedeni ayakta tutacak kadar nimete, zekât servete; oruç ise lezzetlere karşılık olarak farz kılınmıştır.

Zekât ise kalpler arasında ülfet ve birliğin sağlanması amacına yardım eden, veren kimse ile diğer insanlar arasında etkili bir ibadettir. Zekâtta başkalarına yönelik olarak şefkat ve merhamet unsurları bulunmaktadır. Verilen nimetlerden faydalanmak sadece zenginin hakkı değildir. O halde herkesin bu nimetlerden belirli bir ölçüde istifade etmesi için zengin, kendinde olandan fakirlere de vermelidir.22 Malî imkânların aslî ihtiyaçtan fazla olan kısmının belirli bir miktarını başkaları için harcamak Allah rızasına vesile kılınmıştır, çünkü bu kısım, beden için zaruri olmayıp zevk almaya yöneliktir.

Zekât ihtiyaçtan fazla servet için farz kılınmıştır. Ancak servet hayatın çeşitli safhaları içinde biriktirilir. Burada insan ömrü değil, bir yıl ölçü olarak belirlenmiştir. Eğer ödeme süresi ömür olarak belirlenseydi servet başkasına intikal edebilir, bu durumda da önceki durum gibi bir gereklilik ortaya çıkar ve sonuçta zekât ortadan kalkmış olurdu. Hâlbuki fazla servetin bir kısmının fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek için kullanılması gerekir. Şüphe yok ki bu etkinliğin yürütülebilmesi için hem zengin hem de fakir için elverişli bir süre belirlenmelidir.23

Allah namaz ile zekâtın dindeki konumlarını yüceltmiş, durumlarını şerefli kılmış ve derecelerini üstün mertebeye çıkarmıştır. Azîz ve celîl olan Allah namaz ve zekâtla ilgili emirlerini Kur’ân’da muhtelif yerlerde tekrar etmiştir. Hemen hemen bütün sûrelerde bu iki husus tekrar tekrar vurgulanmıştır. Bu olgu namaz ile zekâtın durum ve konumlarının önemine, Allah nezdindeki derece ve değerlerinin üstün bulunmasına bağlı olmalıdır. Bunun için olmalı ki Yüce Allah namaz ile zekâtı geçmiş peygamberlerin şeriatlarında da farz kılmıştır. Üstelik namaz ile zekât, Kur’ân’da yer aldıkları hemen her yerde imanla paralel bir şekilde zikredilmiştir.

Bütün bu yorumların yanında Mâtürîdî, insanlar arasındaki kardeşliğin namaz ve zekâtla meydana geleceğine ayrıca işaret etmekte24 ve bu düşüncesini “Müşrikler tövbe edip namaz kılar ve zekât verirlerse din kardeşlerinizdir.”25 âyeti ile delillendirmektedir.

Dahası Mâtürîdî’ye göre namaz ile zekât, aklen de gerekli görülen iki ibadettir. Çünkü namaz bütün iyi davranışları bünyesinde toplamakta, Allah’a boyun eğiş ve ürperişin zirve noktasını oluşturmaktadır. Böyle bir hâl, nakil gelmemiş olsa da aklın gerekli bulduğu bir husustur. Benzer bir şekilde zekâtta da beşerî duygu ve arzuların arınmaya tâbi tutulması ve ayıklanması söz konusudur. Bu da akıl açısından gerekli olan hususlardan biridir.26

İslâm’ın temel ibadetleri arasında yer alan oruç hakkında da Mâtürîdî aklî izahlar yapmaktadır. Şöyle ki, “yiyecek, içecek ve benzeri beşerî arzu ve ihtiyaçların yerine getirilmesi”, hayatın hâlden hâle değişmesi sebebiyle bütün zaman dilimlerinde tekdüze değildir. Bu realiteye paralel olarak oruç ibadeti belli zamanlara tahsis edilmiştir. Hayatın maddî zevkleri kesintisiz olarak devam etmediği için oruç ibadetinin de lutf-i ilâhî ile kesintisiz olması hikmete uygun görülmemiş ve oruç yıl boyu değil senede bir ay ile sınırlandırılmıştır.”27

Mâtürîdî bedenî ibadetler olmaları açısında namaz ve orucu ayrı bir değerlendirmeye tabi tutar. Ona göre namaz ve orucun yerine getirilmesi için gerekli olan bedenî güç farklılık arzettiği için bu ibadetlerin eda edilmesi, terk edilmesi veya bazı ruhsat ve kolaylıklara tâbi tutulması noktasında da farklılıklar vardır. İnsana her an değil gün içinde belirli zaman aralıklarıyla namaz kılması emredilmiştir. Farz kılınan namazlar insanı yapacağı normal işlerden alıkoymaz. Ancak oruç böyle değildir, uzun vadede bedene zarar getirir. Bu sebeple namaz ibadeti her gün, oruç ibadeti ise uzun aralıklarla farz kılınmıştır.28

Benzer bir durum hac için de söz konusudur. Nitekim hac ibadeti mükellefe ömürde bir defa farz kılınmıştır, çünkü bu ibadet -istisnalar dışında- normal hâlde tercih edilemeyecek uzun yolculukları gerektirir. Bu sebeple de özel bir statüde tutularak ifası hayatta bir defaya münhasır kılınmıştır.

Mâtürîdî İslâm’ın beş temel ibadetine dair böyle yorumlar yaptığı gibi ibadetlerin hikmetlerinden bahsederken cihad üzerinde de durmayı ihmal etmez. Ona göre cihad bir toplum için bedenin hayatiyetini sağlayan yiyecekler gibi önemlidir. Zira cihad terk edildiğinde Müslümanlar üzerinde düşmanın hâkimiyet kurma tehlikesi zuhur eder. Bu da bedenlerin, dinlerin ve servetlerin yok olmasına sebebiyet verir. Bu tehlikelerden korunmak için bedenin gıdasını sağlamak farz olduğu gibi cihad da farzdır.29 O halde cihadın saldırı amacıyla değil, savunma ve adaleti koruma amacıyla gerekli kılındığı söylenebilir.

Ezcümle “Allah Teâlâ bütün insanlara çeşitli nimetler lutfetmiştir, meselâ insanı tür olarak üstün konumda yaratmış, yeryüzündeki her şeyi onun emrine vermiş ve sayısız nimetleri ayaklarının altına sermiştir. İşte bundan dolayı insanın kendisine lutfedilen nimetlere mukabil Allah’a şükretmesi gereklidir.”30

Dipnotlar:

1- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I-XIV, İstanbul: Mizan Yayınevi 200 5-2009, I, 56.

2- Mâtürîdî, a.g.e., IV, 90.

3- Buhârî, “Rikâk”, 20, “et-Teheccüd”, 6; Müslim, “Sıfâtü’l-münâfikîn”, 79-81.

4- Mâtürîdî, a.g.e., I, 13; a.g.e., VIII, 67.

5- İmam Mâtürîdî’de Akıl-Vahiy İlişkisi (İstanbul: İz Yayıncılık, 2009) adlı esere dayanılarak hazırlanmıştır. Bk. s. 198-204.

6- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 156, 274; TDV Yayınları 2002, s. 127, 224

7- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, II, 325;

8- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 310 (251).

9- Mâtürîdî, a.g.e., s. 411 (328).

10- Mâtürîdî, a.g.e., s. 274 (224).

11- Tirmizî, “Birr ve Sıla”, 35; krş. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 11.

12- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 117 (96).

13- el-Bakara 2 /40.

14- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 109-110.

15- Mâtürîdî, a.g.e., IV, 90.

16- Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 278 (227).

17- Msl. bk. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 207, 208.

18- İbn Sînâ ayrıca ibadetlerin peygamberlerin insanlara öğrettiği prensiplerin zihinlerde yer etmesi, bir meleke haline gelmesi, kendileri vefat ettikten sonra öğretilerinin unutulmaması gibi faydalarından da bahseder. bk. Ömer Mahir Alper, İbn Sînâ, İstanbul: İSAM Yayınları 2008, s. 108-109.

19- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 239.

20- Mâtürîdî, a.g.e., I, 208.

21- Mâtürîdî, a.g.e., I, 242.

22- Mâtürîdî, a.g.e., I, 245.

23- Mâtürîdî, a.g.e., I, 243-244.

24- Mâtürîdî, a.g.e., I, 207-208.

25- et-Tevbe 9/11.

26- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 208.

27- Mâtürîdî, a.g.e, I, 240.

28- Mâtürîdî, a.g.e., I, 244.

29- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 242.

30- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, I, 208.

Okunma Sayısı: 5108
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı