"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risaleler üzerindeki manevî haklar

29 Mart 2013, Cuma
FİKRÎ HAKLAR MEVZUATI AÇISINDAN NUR RİSALELERİNİN NEŞRİ VE İŞLENMESİ

—ÖNCEKİ HAFTANIN DEVAMI—

7. Gerçekten, Bediüzzaman’ın, talebelerine genel olarak yazdığı bazı mektuplarına “varislerim” hitabı ile başlaması da bu durumu göstermektedir.
Meselâ Emirdağ Lâhikasındaki (s. 122) bir mektubuna “Çok aziz, çok sıddık ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve halis varislerim”, diğer bir mektubuna (s. 337) “vârislerim olan Medresetü’z-Zehra erkânları”, yine bir mektubuna da (s. 115) “Aziz, sıddık kardeşlerim ve mübarek varislerim ve emin vekillerim” hitabıyla başlamaktadır.
Yine Emirdağ Lâhikasındaki bir mektubunda, (s. 262) “benim vârislerim genç Said’ler” demektedir.
Aynı eserdeki diğer bir mektubunda ise (s. 267) şunları yazmaktadır:
“Bayramdan bir miktar sonraya kadar burada kalmaklığımın bir sebebe binaen lüzumu var. Bir iki ay sonra Medresetü’z-Zehra erkânlarının kararıyla ve İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki genç Said’lerin de muvafakatiyle nereyi benim için münasip görürseniz orayı kabul edeceğim. Madem hakikî vârislerim sizlersiniz ve şahsımdan bin derece ziyade dünyada vazifemi de görüyorsunuz. Bu hayat-ı fânideki son menzili sizin reyinize bırakıyorum.”
Bu mektuplarda “vârislerin” kimler olduğu ve daha da önemlisi sınırlı sayıda kişiden ibaret olmadığı geniş biçimde izah edilmiş olmaktadır.
8. Bütün bu bilgilerden, Bediüzzaman’ın, Risalelerin neşri konusunu “talebelerinin umumuna” tevdi ettiği ve gelirlerin harcanması hususunda da yine onları görevlendirdiği sonucu çıkarılabilir.

e) Vasiyetin vakfiye niteliği
Bediüzzaman’ın Risalelerin mülkiyeti ile ilgili beyanlarından ve vasiyetnamelerinden ortaya çıkan sonuç şu olabilir: Risaleler vakıf maldır ve bu vakıf mal kendisinin vefatından sonra, risaleler ona sahip çıkıp sadık kalacak olan talebelerinin tasarrufunda olacaktır.
Bu tasarruf yetkisi ve görevi, bir tür tüzel kişilik olan Nur Talebelerine aittir.
Ancak burada dikkat çeken üç husus vardır:
Birincisi: Bediüzzaman, Risaleleri vakfederken, “Risale-i Nurun şahs-ı manevisi” dediği manevî şahsiyet için bir hükmî şahsiyet (tüzel kişilik) kurmamıştır.
Türk Hukuku açısından, 1940’lı 50’li yıllar itibariyle, bir kitabın ya da bir külliyatın bir malvarlığı bütünü olarak vakfedilebilirliği ve vakıf tüzel kişisi için gerekli asgarî malvarlığını oluşturmak için yeterli olup olmadığı önemli bir meseledir. Bilinen bir emsal de yoktur.
Ancak, o günün şartlarında, hukuk düzeni açısından şeklen de olsa “yasak kitap” ya da “yasaklı bir kişinin kitabı” muamelesi gören Risalelerin, resmî sicile kayıtla vakfedilebilirliğinin mümkün olmadığı açıktır.
Bu durumda, tüzel kişilik kurulmamış olması bir tercihin değil, bir mecburiyetin sonucudur denebilir.
İkincisi: Bediüzzaman “Nur Talebelerinin şahs-ı manevîsi” dediği ikinci bir manevî şahsiyetten daha bahsetmekte ve Risalelerin neşri vazifesini yani Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini idare ve temsil görevini bu talebelerin oluşturduğu heyete vermektedir.
Bu ikinci şahs-ı manevînin de, “şahıs topluluğu türünden tüzel kişiler” olarak tarif edilen derneklere kıyasen, bir tür dernek olarak tüzel kişi haline gelmesi teorik olarak mümkünse de hem rejim ve ideoloji meseleleri sebebiyle pratikte mümkün değildi ve hem de mümkün olsa idi dahi Bediüzzaman’ın böyle bir resmiyeti istemesi her halde beklenmezdi.
Üçüncüsü ve daha da önemlisi: Bediüzzaman Risalelerin devlet (Diyanet dairesi) eliyle yayınlanmasını çok önemsemiş, 1950’den sonra Demokrat Parti iktidarından ve Başbakan Adnan Menderes’ten bunu ısrarla talep etmiştir. Böyle bir yayın gerçekleşmiş olsa idi telif hakkı meselesi nasıl olacak idi, belirsizdir. Bu belirsizlikten, Bediüzzaman’ın telif hakkı ve malî haklar konusunu tali bir konu olarak gördüğü ve bu meseleyle özel olarak ilgilenmediği de anlaşılmaktadır. (Ancak yine de yukarıdaki vasiyetnamelerdeki bilgilerden de görüleceği üzere yayın çoğaldıkça gelir de artacak ve bu gelirler yeni hizmetkârların iaşesine sarf edilecektir. Böylece, yarıresmî yayın halinde de, gelirler, bir tür döner sermaye geliri gibi, Risalelerin neşir hizmetinde kullanılacak gelirlere katılacaktır.).
Diğer ifadeyle Bediüzzaman bir yandan Risalelerin neşri işini talebelerine vermekte, diğer taraftan Diyanet’in neşretmesini de istemek suretiyle bir tür kamusallaşmayı da arzu etmektedir. Bu durum ilk bakışta çelişki gibi görünse de kanaatimizce Bediüzzaman’ın bu tercihinin asıl sebebi, Risalelerin sıradan bir mülkiyet tartışmasının mevzuu olmasını önlemek ve sağlıklı bir biçimde neşrinin kendisinin vefatından sonra da devamını teminat altına almaktır. Bu amaç için gerekli olmadığından, resmîyete önem vermemiştir.

f) Bediüzzaman’ın vefatından sonraki fiilî durum ve önemi
1. Bediüzzaman’ın vefatından sonra yukarıda tesbit ettiğimiz genel kural işlemiş, bilhassa 80’li yıllardan itibaren Risalelerin aslını ve çeşitli dillere tercümesini Türkiye’de ve diğer bazı ülkelerde neşreden çok sayıda yayınevi, birbirinden farklı tarzlarla, ama esas olarak aynı metne sadık kalarak yayıncılık yapmışlardır. Bu yayıncılar birbirleri ile bazı hususlarda kısa süreli ihtilâf içinde olmuşlarsa da bir telif hakkı mücadelesine girişmemişlerdir.
Bu durum bu yayıncıların tamamının bu işi “Risalelerin neşri hizmeti” denilebilecek bir hizmet şuuru ile yaptıklarının var sayılmasından kaynaklanmaktadır. Böyle olup olmadığını da Risale piyasası, yani yayınların potansiyel alıcıları denetlemiş olmaktadır.
2. Daha da önemlisi internet ve e-kitap çağında Risaleler sesli ve görüntülü elektronik yayıncılık usulleriyle yayınlanmakta ve bu yayınlara ücretsiz-bedelsiz ulaşılabilmektedir. Dolayısıyla telif hakkı bedeli söz konusu olmamaktadır.
Ancak bu web sayfalarını ve uygulamaları yapanların reklâm gelirlerinden elde ettikleri paraların kimin tasarrufunda olması ve nasıl harcanması gerektiği de önemli bir husustur.
3. Gelinen aşamada, konu, aşağıda ele alınacak malî haklardan ziyade, orijinalliğin korunması ve eser sahibinin adının zikredilmesi hakkı gibi manevî haklar üzerinden tartışılmaya başlanmıştır.
Yine gelinen aşamada, gerekirse hukukî mevzuat değişikliğine de gidilerek, hem malî meselelerde ve hem de aşağıda anlatılacak olan manevî haklar konusunda Risale yayıncıları arasında işbirliğini ve kontrolü sağlayacak bir tür meslek birliğinin kurulmasının gündeme gelmesi de kaçınılmaz görünmektedir.

3. RİSALELER ÜZERİNDEKİ FİKRÎ HAKLARA FSEK’TEN BAKIŞ
Bu başlıkta, yukarıda ele aldığımız iradenin ve tatbikatın hukuk düzeni açısından karşılığını tesbit etmeye çalışacağız.
Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun (FSEK’in) kabul ettiği hak rejimi, bir yazılı eser üzerinde müellifinin iki tür hakkının olduğunu kabul etmektedir: Manevî haklar ve malî haklar.
Aşağıda Risaleleri bu haklar yönünden inceleyeceğiz.
a) Risaleler üzerindeki manevî haklar
1. Eser üzerindeki manevî haklar da denilen birinci grup haklar; umuma arz salâhiyeti, eserde adının belirtilmesini istemek hakkı ve eserde değişiklik yapılmasını menetme hakkıdır.
Bu haklar münhasıran eser sahibine ve vefatından sonra da kanunî veya vasiyetle atanmış mirasçılarına aittir.
2. İlgili hükümler şu şekildedir:
II – Manevî haklar:
1. Umuma arz salâhiyeti:
Madde 14 – Bir eserin umuma arz edilip edilmemesini, yayımlanma zamanını ve tarzını münhasıran eser sahibi tayin eder.
2. Adın belirtilmesi salâhiyeti:
Madde 15 – Eseri, sahibinin adı veya müstear adı ile yahut adsız olarak, umuma arz etme veya yayımlama hususunda karar vermek salâhiyeti münhasıran eser sahibine aittir.
3. Eserde değişiklik yapılmasını men etmek:
Madde 16 – Eser sahibinin izni olmadıkça eserde veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz.
Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arz eden, çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya yayım tekniği icabı zarurî görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususî bir izni olmaksızın da yapabilir.
(Değişik: 21/2/2001 - 4630/9 md.) Eser sahibi kayıtsız ve şartsız olarak izin vermiş olsa bile şeref veya itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. Menetme yetkisinden bu hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür.
3. Bu hakları kullanma yetkisinin Bediüzzaman’ın “varislerim” dediği talebelerine ve “Risale-i Nur’a talebe olarak” öncekilerden bu yetkiyi devralmış olan kişilerle onların kurdukları kurumlara ait olduğunu yukarıda açıkladık.
Bu haklardan, bilhassa eserde değişiklik yapılmasını men etmek hakkı, işin niteliği gereği, önemli bir haktır ve günümüzde ve gelecekte kim ya da kimler tarafından kullanılacağı önemli bir meseledir.
4. Fikir ve edebiyat eserlerinde, eserde değişiklik yapmak, eserin mânâsına müdahale etmektir. Uygulamada Risale yayınlayan bazı yayınevlerinin diğer bazı yayınevlerine göre farklı metinler yayınladıkları görülmektedir. Bu durumun eserde değişiklik yapmak mânâsına gelip gelmediği ve manevî hakkın sahibi olan Bediüzzaman’ın ve varislerinin buna izin verip vermediği zaman zaman müzakere ve hatta münakaşa konusu olmaktadır.
Görebildiğimiz kadarıyla, nüsha farkları, imla-dizgi-tapaj hataları dışında bilhassa iki sebepten kaynaklanmaktadır:
5. Birincisi, Kur’ân harflerinden Lâtin harflerine aktarmada okuyuştan kaynaklanan farklılıklardır.
Bu konudaki tipik ve örnek tartışma konusu bazı Lâtince baskılarda “put kırmak” şeklinde yazılmış olan metnin yerine diğer bazı baskılarda, Arap harflerinde aynı harflerle yazılan “pot kırmak” kelimesinin konulmuş olmasıdır. Mânâyı değiştiren bu harf değişikliği önemlidir.
Bediüzzaman Lâtin harflerini okuyamamaktadır. Ancak bu “okuyamama” hali bir bilgisizlikten yani cehaletten değil, Lâtinî harf inkılâbı adındaki lâdinî kıyımdan sonra bir protesto tavrı olarak bu harfleri okumayı reddetmesindendir. Yoksa Bediüzzaman gibi harika zekâ sahibi biri için Lâtin harfleri ile okumayı öğrenmek her halde en çok birkaç saatlik iştir. Öte yandan çeşitli vesilelerle Avrupa seyahati de yapmış biri için bu harfleri tanımamak mümkün olmadığına göre, Lâtin harflerini okuyamamak hali “zaten bildiğini bilerek unutmak” şeklinde de tarif edilebilir.
Bu okumama hali dolayısıyla Bediüzzaman kendi sağlığında basılan Risalelerin Lâtince baskılarını okuyarak değil “okutup dinleyerek” kontrol etmiş ve tashihlerden sonra baskılara onay vermiştir.
Bu durumda kendi sağlığındaki Lâtince baskıları asıl kabul etmekte bir mahzur olmasa gerektir.
6. İkincisi Bediüzzaman, bizzat kendisi, bilhassa sosyal ve siyasî hayata dair olan ve çoğu Birinci Said döneminde telif edilmiş olan eserlerin sonraki baskılarında güncellemeler, haşiyeler-ilâveler ve değişiklikler yapmıştır.
Risale basan bazı yayınevleri, yayınlarında eserin aslına ve müellifin tasarrufuna sadakat gerekçesiyle sonraki baskıları esas alırken, diğer bazıları, eserlerin tarihî süreçte geçirdiği değişimi ve gelişimi göstermek gibi sebeplerle ya da kendilerince geçerli diğer çeşitli sebeplerle önceki baskıları esas almakta ya da eski-yeni mukayeseli yayınlar yapmaktadırlar.
7. Yayıncılar arasındaki bu farklar, her bir yayıncının alıcı çevresinin oluşmasında nisbî bir rol oynamıştır. Zira her bir yayıncı az ya da çok, küçük ya da büyük bir gruba ya da cemaate istinat etmektedir.
Ancak bilebildiğimiz kadarıyla bu farklar bir dâvâ ve yargı-hüküm konusu olmamıştır.
8. Risalelerin şerh, izah ve kısaltma gibi usûllerle “işlenmesi” ise manevî haklarla değil, malî haklarla ilgili ayrı bir konudur ve aşağıda o kısımda ayrıca ele alınacaktır.

b) Malî haklar
1. Malî haklar üçüncü kişilere sözleşme ile devredilebilen haklardandır. Bunlar sırasıyla işleme, çoğaltma ve neşretme hakkıdır. (İşleme hakkı aşağıda ayrıca ele alınacaktır).
2. Tatbikatta “telif hakkı” denilen hak, bir eseri neşretme hakkının malî boyutudur.
Telif hakkı bir malî hak olarak, eseri telif edenin eseri yayınlayandan istemek hakkına sahip olduğu telif bedelini/payını ifade eder. Genellikle bir neşir mukavelesinin (yayın sözleşmesinin) esas edimini oluşturur.
Siparişle yazılan, edisyon ürünü olan ya da—armağan, dergi, ansiklopedi gibi—çok yazarlı olan eserlerde, malî hakların, kanunen müelliften başkasına ait olması da mümkündür. Ancak Risalelerde, işin niteliği gereği telif hakkı müellife aittir.
3. FSEK. 63 gereğince “Bu Kanunun tanıdığı malî haklar miras yolu ile intikal eder. Malî haklar üzerinde ölüme bağlı tasarruflar yapılması caizdir.”
Yukarıda da anlattığımız üzere Risaleler üzerindeki malî haklar, Bediüzzaman’ın akrabalarından oluşan kanunî mirasçılara intikal etmemiş, Bediüzzaman tarafından, ölüme bağlı tasarrufla yani vasiyetle, “Nur Talebeleri”nden oluşan varislere bırakılmıştır. Fiilen de bu şekilde kullanılmaktadır.
4. FSEK. 26 gereğince “Eser sahibine tanınan malî haklar zamanla mukayyettir”. Dolayısıyla “46 ve 47’nci maddelerdeki haller dışında koruma süresinin bitiminden sonra herkes, eser sahibine tanınan malî haklardan faydalanabilir”.
FSEK. 27’ye göre de “Koruma süresi eser sahibinin yaşadığı müddetçe ve ölümünden itibaren 70 yıl devam eder”.
Bu durumda 2031 yılında Risaleler üzerindeki malî haklar sona erecek ve Risaleler dileyen herkesin basabileceği eserler haline gelecektir. Bu konuda tipik örnek “Türk ve Dünya Klâsikleri” adıyla anılan birçok eserin, müellifinin mirasçılarına telif hakkı ödemek söz konusu olmaksızın, dileyen her yayıncı tarafından basılmasıdır.
5. FSEK. 47’ye göre “Bir kararname ile memleket kültürü için önemi haiz görülen bir eser üzerindeki malî haklardan faydalanma salâhiyeti, hak sahiplerine münasip bir bedel ödenmesi suretiyle koruma süresinin bitiminden önce kamuya maledilebilir.”
Ancak bunun için eser üzerindeki malî hak sahibinin eseri yayınlamaktan vazgeçmiş olması gerekir. Zira bu hükmün amacı, halkın ve kamuoyunun ihtiyaç duyduğu bir esere, malî hak sahibi mirasçıların yayınlamakta ihmal göstermeleri ya da yayınlamaktan kaçınmaları dolayısıyla ulaşılamamasının önüne geçmektir. Risale-i Nur’un neşir hakkı bir malî hak olarak vefatından sonra Bediüzzaman’ın “varislerim” dediği talebelerine geçmiştir ve bu hak yetmiş yıl boyunca sürecektir. Malî hak sahiplerince yani mevcut naşirlerce yetmiş yıldan önceki süre içinde yayınlanmaktan vazgeçilmesi beklenmeyeceğinden 47. madde kapsamında Bakanlar Kurulu Kararı ile kamuya maledilme ihtimali de gündeme gelmeyecektir.
Yetmiş yıldan sonra ise Risaleler hukuken de “umumun malı” haline gelecektir.
6. Öte yandan gelinen noktada çok sayıda yayıncı Risaleleri basılı metin olarak basıp satmakta veya bedelsiz dağıtmaktadır ve yine çok sayıda yayıncı da Risaleleri elektronik ortamda okunabilir ve/veya dinlenebilir metinler olarak bedelsiz biçimde yayınlamaktadır.
Bu yayıncılar arasında telif hakları ile ilgili olarak bu güne kadar bazı hukukî tartışmalar (niza) çıkmış ise de kazaî hükme bağlanmış değildir.

—DEVAMI HAFTAYA—

PROF. DR. AHMET BATTAL

Turgut Özal Ünv. Hukuk Fakültesi
Ticaret Hukuku Öðr. Üyesi
Okunma Sayısı: 7871
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı