"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Moral eğitimi

Erdoğan AKDEMİR
31 Aralık 2015, Perşembe
Moral eğitimi çok önemli… Bazıları motivasyon-motive etmek şeklinde de telâffuz ediyorlar.

İlkokulda okurken Türkçe kitabında, hiç unutmuyorum, ümid konulu bir metin vardı. Bir hastaya ümid vermenin ilâçdan daha önemli olduğu, bir fakire ümid vermenin para vermekten daha tesirli olduğu anlatılıyordu. Suriyeli, Afganistanlı göçmenleri de Batıda daha müreffeh bir hayat standardı olduğu ümidi verilerek  lâstik botlarla, derme çatma tahta sandallarla Yunanistan sahillerine çıkmaya çalışan doğudan ümidini kesmiş zavallı Müslüman kardeşlerimize Batı hâlâ bir ümid…

1926’da Barla’da telif edilmeye başlanan Risale-i Nurlar, rejimin onca baskısına rağmen sindirilmiş  memleketimin güzel insanlarına bir can simidi oldu. Her türlü baskı ve korkuya rağmen, iş ve aş bulmak ne kadar zor olursa olsun, insanımız midesinden önce ruhunu doyurmayı tercih etti. İşini kaybetme pahasına Risale-i Nurları hem okudu hem de okuttu.

Binbaşı Asım Ağabey, Albay Hulusi Ağabey, Albay Refet Kavukçu ve Albay Hüsrev Ağabey, PTT’de şef Zübeyir Gündüzalp Ağabey, Dr. Sadullah Nutku Ağabey gibi mümtaz insanlar işten atılma gibi bir kaygıya kapılmadan, rızkı veren Allah inancı ile, var güçleri ile Anadolu insanının ve kendi imanının kurtulmasını birinci vazife addetmişlerdi.

İşte o kahramanlardan biri de Dr. İbrahim Sadullah Nutku. Her gün sabah namazına Beşiktaş’tan Fatih Camiine giden bu güzel insan Nurculuk suçundan Konya Cezaevine girer. Bakın orada ne kahramanlıklar sergiler. 

Osman Yüksel Serdengeçti’nin kaleminden beraber okuyalım:   

“Lekesiz alınlar, harama uzanmamış eller, içleri nûr, dışları nûr olan insanlar bizleri affetsinler!.. Onlar hapishanelerde iken dahi bizden hürdüler... Çünkü imanlarının, vicdanlarının emrindedirler. Allah’tan başka kimseye kulluk yapmamaktadırlar. Ne bareme girip, barem kulu olmuşlar, ne aslî maaş endişesiyle asliyetlerini kaybetmişler, ne şu, ne bu ikbal hırsının önünde secde etmişlerdir. Onlar karanlık, loş hapishane köşelerinde her türlü pisliğin barındığı bu yerlerde, gübreliklerde açan, her yere güzel kokular saçan güzel çiçekler gibidirler...

Ben bilirim onları. Ben bir arada kaldım onlarla. Asrın kaybettiği bütün meziyetlere sahiptir onlar. İmanlıdırlar, vefalıdırlar, severler, sevilirler. Cesurdurlar, kahramandırlar. Kısaca tam bir Müslümandırlar.

Varsın, Çetinler, Özekler onları lekeleyedursun. Ben bilirim onları. Onlar güneş gibidirler, leke tutmaz, çamur tutmaz onları. Onlar ateş gibidirler. Onlar yakarlar kirleri, pisleri, pislikleri.

Konya Hapishanesinde onlardan bir Dr. Sadullah vardı ki... Allah’ım ne adamdı o? Nasıl imandı ondaki! Adam hapishanede idi, fakat gül-gülistan içindeydi. Gülen gözlerle bakardı insana. Her şeyi unutuyordum onun yanında. Adam adeta teneffüs edilen bir şey gibiydi. Yanımdan bir ruh gibi uçuverip gideceğinden korkardım! Yanımdaki arkadaşa:

-Şu pencereleri kapat. Sonra doktor uçar gider bu demirlerin aralarından, demiştim. Fakat onun uçmaya, gitmeye niyeti yoktu. Bu kadar yüksek olduğu halde bizim gibi sürünenlerle beraberdi; bizi bırakmıyordu; kurtaracaktı o.

Evet, Dr. Sadullah Nutku...

Nurculuktan sanıktı. Karakola götürmüşler, dövmüşlerdi; bayılıncaya kadar. Kendine geldiği zaman zalimlerin affı için Allah’ına duâ etmişti.

-Yarabbi bunlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen bunları affet, demişti. Tıpkı o yüce peygamber gibi.

Bunları bana o anlatmıyordu. Başkaları anlatmıştı. Çünkü kendisi yoktu ortada. Silmişti varlığını. 

Fakat yok oldukça var oluyordu doktor, silindikçe biliniyordu. Kendini mesele haline getirenlerden değildi. Mesele o idi. O, yalnız o. Her zaman o.

1961’de Konya’dan seçimlere girmiştim ve propagandanın ikinci günü, bilâ sebep, bilâtereddüt tevkif olunmuştum. İşte, doktorla o zaman, orada karşılaşmıştım. Beni gıyaben tanıyordu. İlk karşılaşmamızda, ilk hitabı şu oldu:

“Gazamız mübarek ola!”

Cevap vermedim; çok öfkeli ve hınçlı idim. O mütemadiyen yüzüme bakıyor, bana yakın olmak istiyordu. “Cenâb-ı Hak lütfetti de sizi buraya gönderdi. Sizi esirgedi, acıdı” gibi lâflar ediyordu.

Şu adama bak dedim içimden. Meczubun biri. Bunun neresi lütuf. Mebus olacakken mahpus oldum. Öyle öfkeliyim ki, bir hamlede, mahkemeleri, hapishane duvarlarını yıkmak istiyordum. Doktordan yüz çevirdim. Fakat nereye çevrilsem, o da o tarafa çevriliyordu. Her yönde onu görüyordum. Aynı sözler...

-Cenâb-ı Hak lütfetti. Nedir o dışarıda olanlar. Nutuklar, kendini övmeler, öbür tarafa sövmeler. Bir felâket! Bir an gözlerim gözlerine geldi. “Öyle değil mi?” Öyle. Bu suali sessizce tasdik ettim. Hakikaten öyle içime bir huzur yayıldı.

Meydanlar, nutuklar, alabildiğine karşı tarafa sövmeler, kendini ve partisini övmeler. Kazanmak için türlü dolaplar, dalâvereler… Yarabbi, beni bunlardan kurtardığın için sana binlerce şükürler.

Doktor, yaşlı gözlerle hapishanenin penceresinden, göklere, göklerdeki bulutlara bakar, Kur’ân-ı Kerîm’den gökler ve bulutlarla ilgili, o temaşa’yı şairane âyetler okurdu. Hapishanenin bahçesindeki ağaca bakar, Said-i Nursî’nin tohum ve ağaç teşbihlerini, nisbetlerini dile getirirdi.

Ara sıra, benim yine öfke nöbetlerim tutar, namussuzlar, diye nutka başlardım. Doktor Sadullah Nutku’ya bakınca nutkum tutulurdu. Onda söz yoktu, öz vardı. Susmak, susmak, tezekkür, tefekkür, temâşâ! 

Doktor, derdim. “Sen dünyayı üçten dokuza boşamışsın, kurtulmuşsun. Ben hâlâ dünya ile evliyim.” Tatlı tatlı gülümserdi. Bana, “Sen büyük mücahitsin.” derdi.

O beni büyüttükçe küçülür giderdim. Kendisini küçülttükçe gözümde ve gönlümde o daha fazla büyürdü. 

O sıralarda ihtilâlin başı, Cemal Gürsel, “Türkiye’de huzur yok!” demişti. Kendisine bir tel çekecektim. Yazdım da sonradan vazgeçtik. 

“Türkiye’de huzur, Konya Hapishanesinin falan koğuşunda, Doktor Sadullah’ın yanında, huzura kavuşmak istiyorsanız buyurun.

İşte Nurcu diye hapishane hapishane dolaştırdığımız, karakol karakol dayak attığımız suçlulardan biri. Biz bunları affetmiyoruz da. Diyeceksiniz ki hepsi bu kıratta adamlar mı? Değil tabi. Ama hepsi de bu ihlâsta, bu yolda, bu imanda adamlar. Bu insanları suçlu diye affetmek bile bir zül. Bizlerin onlardan af ve özür dilememiz lâzım.”

(Osman Yüksel Serdengeçti, Serdengeçti Mecmuası ve Yeni İstanbul gazetesinden)

Okunma Sayısı: 1625
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı