Dünya şartları öyle bir hal aldı ki, İslam dünyasının ve Müslümanların neredeyse unuttuğu veya ihmal ettiği ‘zekât müessesesi’ni Birleşmiş Milletler hatırladı ve hatırlattı. BM özetle, zekâtın dünya barışını temin edebileceğini söylüyor.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) internet sitesinde yayımlanan yazıda, zekât yardımlarının BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SDH) projelerinde değerlendirilebilmesi için İslam Kalkınma Bankası (İKB) ve yerel zekât toplama kuruluşlarıyla yapılan projeler hakkında bilgiler yer almış. İslam’da tüm Müslümanların servetlerinin 40’da 1’ini ihtiyaç sahiplerine ve yoksullara dağıtmasının kural olduğunun (farz/fç) hatırlatıldığı yazıda, zekât müessesinin BM (SDH) hedefleriyle paralel amaçlara hizmet ettiği belirtilmiş.
Açlığın, yoksulluğun ve ekonomik eşitsizliğin ortadan kaldırılması, çevrenin korunması ile barışın teşvik edilmesinin İslam dininin temelinde olduğunun ifade edildiği yazıda, zekâtın bunun en önemli araçlarından biri olduğu da hatırlatılmış. (AA, 10 Eylül 2018)
Hatırlayabildiğimiz kadarıyla Birleşmiş Milletler ilk defa zekâtla ilgili böyle önemli bir tesbitte bulunuyor. Buna bir ‘haber’ olarak bakamayız. Bu bu önemli bir adımdır. Dünyanın başka yollarla barışı temin noktasında zora girdiğinin itirafı olarak da görülebilir. Senelerden beri hem açlığa hem de savaşlara karşı mücadele ettiğini açıklayan BM’nin gelip kalıcı çareyi ‘zekât’ta bulması ve bunu ilan etmesi hakikaten çok önemlidir. Aynı zamanda İslam dünyasının meselelerini dünyaya anlatma noktasındaki ihmali de görülmüş oluyor. Düşünün ki zekâtın açılığa, fakirliğe ve savaşlara karşı çare olduğunu İslam dünyası değil de bizzarure Birleşmiş Milletler açıklıyor, ilan ediyor. Haza min fazlı Rabbi... Bütün bunlar Rabbimizin ihsanı ve fazlındandır...
BM’nin mecburen ve zaruri olarak bu noktaya gelmesi elbette önemlidir. Bu noktada Bediüzzaman Hazretlerinin şu tesbitini hatırlamak durumundayız: “Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.” (B.S.Nursi, Tarhiçe-i Hayatı, s. 644)
Bediüzzaman Hazretleri’nin zekât konusundaki şu ikazı da sarsıcı ve dikkat çekicidir: “Eğer, ezkiya zekâvetlerinin zekâtını ve ağniya, velev zekâtın zekâtını milletin menfaatine sarf etseler, milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir.” (Eski Dönem Eserleri, [Münâzarât] s. 272) Yani, zeki insanlar zekâlarının ‘zekâtını’ yani ‘bilgi’lerinin kırta birini ve zenginler zaten vermek mecburiyetinde oldukları ‘zekât’larının kırkta biri olan miktarı zekât olarak verseler İslam dünyası fukaralığı geride bırakıp ‘zengin ülkeler’ sınıfına girmiş olur.
zekât yardımlarının dünya çapında 200 milyon ile 1 trilyon dolar arasında olduğunun tahmin edildiğine değinilen BM sitesindeki yazıda, SDH projelerinde görülen 2,5 trilyon dolarlık fon açığının bir kısmının aynı türden amaçlar için toplanan zekât yardımlarıyla telafi edilebileceğine de dikkat çekilmiş.
Sadece zekât emri bile dünya barışını temine yetiyorsa, bir de diğer emirlerin uygulandığını düşünülsün. Dünya cennetasa bir bahara dönmez mi?