Seçimler öncesi gündeme gelen meselelerden biri de kısmî af çıkartıp cezaevlerindeki yoğunluğu azaltmaktır. Yine öyle oldu ve seçime sayılı günler kala “Af çıkar mı çıkmaz mı?” tartışması başladı.
Seçimden önce ya da sonra bir af kararının alınıp alınmayacağını elbette bilemeyiz. Fakat ‘af çıksın’ talebinin MHP tarafından dile getirilmiş olması, bu talebin yabana atılmayacağını akla getiriyor.
Ortada inkâr edilemez bir gerçek var: Cezaevlerinde tahminlerin üzerinde tutuklu ya da hükümlü var. Bu durum Türkiye’de adalet sisteminin adil bir şekilde işlemediğini göstermez mi? Cezaevlerinde 2000 yılında 49 bin kişi varken, bugün bu rakam 230 bini aşmış durumda. ‘Suçlu’ ya da öyle görülenlerin sayısının bu kadar artmış olması Türkiye’nin büyük dertlerinden biri değil mi?
“Adalet mülkün temelidir” kaidesi yabana atılabilecek bir tesbit değildir. Bir kişinin haksız yere bir gün dahi cezaevinde kalması kabul edilemez. Bu bakımdan hızlı ve adil işleyen bir adalet sistemi ertelenemeyecek bir ihtiyattır. Adalet sisteminin adil işlemediği yönünden umumî bir kanaat vardır. Keşke adalet terazisi hassas tartsa ve hiç kimse haksız yere hapse girmese.
MHP’nin ısrarla gündeme taşıdığı af meselesi cezaevlerinde olanlar ve yakınları nezdinde bir beklenti meydana getirir ve getirmiştir. Bu bakımdan böyle meseleleri dillendirmeden çok önce, dört başı mamur bir şekilde konuşulmasında fayda vardır. Eğer gerekiyorsa, idareciler buna karar verir ve varsa siyasî bedelini de öder. Ancak böyle bir mesele konuşuluyorsa gereğinin yapılması icap eder. Konuyu gündeme taşıyıp insanları beklenti içinde tutmak uygun değil.
Şunu da hatırlatmakta fayda var ki ‘devlet’ böyle bir karar alacaksa öncelikle ‘kendisine, devlete’ karşı işlenen kabahatleri affetmelidir. ‘Kader mahkûmu’ denilerek insanlara karşı fiilî suçlar işleyenleri affetmek yeni itirazlar doğurur. Böyle bir şey yapılmak isteniyorsa ‘mağdur’ların rızasını almak icap etmez mi?
Af talebini dile getiren MHP Lideri’nin açıklamasında şöyle denilmiş: “Bana gelen bilgiye göre aynı yatakta 3 vardiya uyuyorlar. Yani aynı yatakta 3 kişi 8’er saat sırayla uyuyorlar. Böyle bir ortam terörizm için çok önemli bir zemindir. Kullanılacak, istismar edilecek bir zemindir. Bu zemini işledikleri takdirde Türkiye, büyük bir felâkete sürüklenebilir. Gezi olaylarından çok daha korkunç ve çok daha gaddar olur. (...) Diğer ülkelerde de, Türkiye’de de geçmişte benzerleri yaşandı. Ranzalar, yatakhaneler yakıldı, gardiyanlar rehin alındı, ufak tefek suçu olanlar öldürüldü, topluma başka türlü mesajlar verilmek için onlar kişi işkence görür, eziyet eder. Cezaevi hayatı ve onun psikolojisi çok farklıdır. Bunu iyi düşünmek lâzım. Bizim dikkat çekmek istediğimiz konu bu.” (Hürriyet, 18 Mayıs 2018)
Maalesef ülkemiz cezaevi sayısıyla övünür hale geldi. Cezaevlerinde kapasitenin üstünde insan olması ve hele hele bir yatağı 3 kişinin paylaşarak vardiyalı bir şekilde uyuması kabul edilebilir mi? Sadece bu bilgi bile hukuk sisteminin doğru işlemediğini ve cezaevlerindeki durumun iç açıcı olmadığını göstermez mi? Üstelik bu bilgi iktidarla ittifak kurmuş bir parti lideri tarafından ilân ediliyor. Bu tablo orta yerde olduğu halde kendimizi dünyaya anlatabilir miyiz?
Kusura bakılmasın, ama bir yatağı 3 tutuklu ya da mahkûmun paylaştığı cezaevlerinin olduğu bir ülke, ne ekonomide, ne siyasette, ne de dış politikada büyük ülke olamaz. Bu mesele en önemli mesele olarak görülmeli ve mutlak surette çare bulunmalı vesselâm.