Milyonlarca öğrenci için yeni ders yılının ilk zili 9 Eylül 2019 Pazartesi günü çalacak.
Öğrenciler ders başı yapacak, ama gerçekte hem öğrenci hem de veliler ‘dert başı’ yapmış olacak. Çünkü eğitim sisteminde bir iyileşme ve düzelme hissedilmiyor. Geçen yıldan devreden dertlere belki de bu yılın yeni dertleri ilâve olacak.
Tabiî ki dert denilince akla ilk olarak maddî imkânsızlıklar geliyor. Elbette maddî meseleler de büyük bir derttir, ama esasta asıl dert eğitimdeki kalite noksanlığı olmalıdır. Bütün okullar en iyi şekilde yapılmış ve yenilenmiş olsa ve hatta boş geçen ders olmasa, sınıflar öğretmenle dolmuş olsa dahi yine de ‘iyi eğitim’ için yeterli olmaz. Bunlar elbette gereklidir, fakat asıl mesele öğrencilere ne öğretebildiğimizdir.
Bunun da dünyada kabul gören kıstasları, ölçüleri ve prensipleri vardır. Kendimizi yanıltıp ve kandırıp, “En iyi eğitim bizde” desek kimseyi inandırmış olur muyuz? İyi eğitim, mezun olan öğrencilerin dünya ölçülerinde akranlarıyla ‘tartıya çıktığında’ belli olur. Bazı ülkeler lise yıllarında iki yabancı dil öğretirken, Türkiye bir yabancı dil dahi öğretemiyorsa başarılı sayılabilir mi? Elbette tek ölçünün dil öğretimi olmadığının farkındayız, ama bu da bir ölçüdür.
Velilerin en büyük derti maddî imkânsızlıklar sebebiyle çekilen sıkıntılardır. Okul kitapları ücretsiz veriliyor, ama bunun yanında ‘kaynak kitap’ ihtiyacı da var. Hele hele kırtasiye ve ‘okula özel kıyafet’ uygulaması da ayrı bir yük. Servisle okula gidip gelenlerin derdi daha büyük. Bütün bunları orta halli bir velinin karşılaması mümkün değil. Bu zor tablo karşısında eğitim adaletinden bahsetmek de imkânsız bir hal alıyor.
Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, şöyle demiş: “Ders kitapları ücretsiz basılsa da içeriğinin yetersizliği, liyakat sahibi kişiler tarafından hazırlanmamasından dolayı öğrenciler ve veliler farklı kaynaklara yönelme ihtiyacı duyuyor. Veliler buralara da çok büyük bütçeler ayırmak durumunda kalıyor. Kırtasiye masrafları (bazı) ailelerin çocukları açısından eşitsiz bir durum ortaya çıkarıyor.”
Bu noktada özel okulların da ayrıca değerlendirilmesinde fayda var. Son yıllarda özel okulların eğitimdeki payı artmış görünüyor. İlk bakışta faydalı gibi düşünülse de hadiseye ‘para’ karışınca farklı tablolar ortaya çıkmış oluyor. Elbette parasız özel eğitim olmaz, ama burada da bir ölçü gerekmez mi? Özel üniversiteler dahil kaliteden ziyade işin ticarete döküldüğü iddiaları var ki bunların ciddî olarak ele alınması icap eder.
Çok konuşulduğu halde kalıcı çare bulunmayan bir mesele de okulların kendilerine has özel kıyafetler tesbit etmeleridir. ‘Tek tip kıyafet’in sona ermesi kabul gördü, ama bu meseleyi geçim meselesi haline getirenler de var maalesef. Bir öğrencinin belli bir renk ve markaya mahkûm edilmesi ‘serbest eğitim’ esasıyla izah edilebilir mi? Avrupa’da olmayan bu tercih Türkiye için ‘şart’ gibi ileri sürülmesi daha ne zamana kadar devam edecek?
Çok önemli ve bir o kadar da ihmal edilen başka bir meselemiz daha var: Öğrencilere bedava olarak verilen kitaplar israf kapısına dönüşmemeli. Bu kitaplar yıl sonunda toplanıp ikinci ya da üçüncü yıl kullanılamaz mı? Bunun bir yolu, okul ders kitaplarının her yıl değişmemesidir. Velev ki değişmiş olsun; bu kitaplar yıl sonunda toplanıp ‘geri dönüşüm’le ekonomiye kazandırılsa çok çok iyi olmaz mı? Bunu yapan okullar belki vardır, ama büyük çoğunluğunda bu yapılmıyor. Biz de bir veliyiz ve böyle bir çalışmaya rastlamadık.
Unutmayalım, ‘bedava kitap’ milletin servetidir. Bu imkânı israf etmeye kimsenin hakkı yoktur. Kimse bu meseleyi geçim meselesi haline getirmesin. Basılan bir kitap en az 5 yıl kullanılsın!