24 Haziran’da yapılacak erken seçimin ekonominin daha fazla ısınmasına, dengelerin bozulmasına ve döviz fiyatlarının aşırı yükselmesine sebep olduğu söyleniyor.
Elbette ekonomi ısınacak, dengeler bozulacak diye seçimden vazgeçilemez. Seçimler yapılır ve hayat bir şekilde devam eder.
Asıl mesele ekonomideki olumsuz gelişmelerin sebebini doğru teşhis edebilmek ve tedbirleri alabilmekte. Bunun yapıldığını söylemek de kolay değil. Çünkü daha bu problemin sebebinin ne olduğu hususunda ittifak sağlanabilmiş değil. Türkiye’yi idare edenlere göre asıl sebep ‘dış mihrak’ların tuzak kurması. Ekonomi uzmanları ise ülkemizin taşa toprağa para yatırmak dolayısıyla üretimi unuttuğu tesbitini yapıyorlar. İdareciler ve uzmanlar bu meseleyi tartışırken faturayı da başta dar gelirli vatandaşlar olmak üzere hepimiz ödüyoruz.
Münih’te ekonomik araştırmalar yapan “ifo Enstitüsü”nde kıdemli araştırma görevlisi olarak çalışan Prof. Dr. Erdal Yalçın, Türkiye’nin tüketime dayalı büyümesini muhafaza edebilmesi için yabancı sermaye ihtiyaç duyduğunu, yabancı sermayenin de yatırım yapmak istemediğini hatırlatıp bu durumu ‘saatli bombaya’ benzetmiş.
Uluslar arası ekonomik ilişkiler konusunda uzman olan Prof. Dr. Erdal Yalçın, “Türk Lirası değer kaybetmeye devam ederse yabancı sermaye birkaç gün içinde Türkiye’den kaçar” tahmininde de bulunmuş. (www.dw.com/tr 17 Mayıs 2018)
Dövizdeki artışın ciddiye alınması gerektiğini Türkiye’yi idare edenler de biliyor. Her ne kadar “Bizi çok ilgilendirmez. Döviz fiyatlarından bize ne? Biz dış ticaretimizi TL ile yapacağız” benzeri fikirler ileri sürenler oluyorsa da bunların isabetli bir fikir olmadığı belli.
Tabiî ki inkâr edilemez bir ekonomik sıkıntı var. “Öldük, bittik” deyerek bu sıkıntı aşılamayacağına göre akla uygun çarelere müracaat gerekir. Bir gün dahi beklemeden ‘güven’i kazanacak adımlar atılması lâzım. Önce problem kabul edilecek. Ekonomik, sosyal ve siyasî gerçekler görülüp buna göre adım atılmalı. Güveni kaybetmek kolaydır, ama kazanmak daha zor. Hadiseye “Ekonomik, sosyal ve siyasî sahada güveni kaybedeceğimize sermayeyi kaybederiz” anlayışıyla bakmak gerekir.
Yine uzmanların ifadesine göre sermaye güvenli limanlar bulduğu ülkelere yönelir. Aynı zamanda para ve sermaye kuş kadar ürkektir ve kaybedeceğini anladığı yerde bir gün dahi durmaz. İdarecilere düşen görev, her noktada güveni temin ve teslim etmek olmalı. Maalesef komşunun komşuya güven duymadığı feci bir atmosfer yaşıyoruz ki bu durum maddî iflâslardan daha kötü, daha yaralayıcı ve daha kötüdür.
Şunu unutmamak gerekir ki dünyada birden fazla ülke olduğuna göre ‘düşman ülkeler’ de olacaktır. Arzu edilen bu düşmanlıkları en aza indirmek olmakla birlikte ‘düşmansız, dikensiz gül gibi bir dünya’ temin etmek kolay değildir. Bu bakımdan “Türkiye’ye tuzak kuruldu. Döviz kurlarıyla oynuyorlar. Siyasetle yapamadıklarını ekonomi yoluyla yapmak istiyorlar” demek çare değil. Nasıl ki ‘düşman ülke’ler oluyor ve olacaksa, ‘ekonomik tuzak’ kuranlar da olabilir. Mühim olan ‘düşman ülkeler’e karşı gerekli tedbirleri aldığımız ve almamız gerektiği gibi ‘ekonomik tuzak’ kuranlara karşı da gerekli tedbirleri almaktır.
80 milyon kişi sabahtan akşama kadar “Bize ekonomik tuzak kuruldu, bu tablolar yapaydır” desek bir fayda verir mi? O halde OHAL rejiminden ve anlayışından vazgeçilsin ve bir gün dahi beklemeden hak, hukuk ve adalet haline dönülsün...