Devlet ve millet olarak her konuda israftan kaçınmamız gerektiği tesbiti her halde itiraz görmez.
Tasarruf demek, israftan uzak durmayı ve milletin imkânlarını ve paraları çöpe atmamaktan geçer. İsraftan kaçmak ve tasarruf etmek sadece kriz dönemlerinde değil, her zaman öncelikli gündem maddesi olmak mecburiyetindedir.
“Kamu, yani devlet tasarruf yapar mı?” sorusunun doğru cevabı, “Elbette yapar ve yapmalı” şeklinde olmalı. Fakat Türkiye gerçeğini göz önüne aldığımızda bunun mümkün olmadığını da söyleyebiliriz. Hepimiz söz ile “Tasarruf yapmalıyız” deriz, ama bunu başarabildiğimizi söylemek kolay değil.
Maddî sıkıntıların öne çıkması ve zamların gündeme gelmesi sebebiyle tasarruf tedbirleri yeniden hatırlanmış. Konu ile ilgili bir haber özetle şöyle: “Kamuda kapsamlı bir çalışma başlatıldı, ‘Enflasyonla topyekûn mücadele’, tasarruf ile başlayacak. Bu karar çerçevesinde, kamu araçlarında tasarruf için düğmeye basıldı. Tüm kamu kurumları, bakanlıklar, bağlı kuruluşlar, KİT’ler ve belediyelerdeki araç sayısı azaltılacak. Tüm kamu kurumları ve belediyelerden, sahip oldukları ve kiraladıkları araç envanterleri istendi. Çıkarılan envanter listesinin 14 Eylül’e kadar Bakanlığa gönderilmesi gerekiyor. Böylece ilk defa kamu ve belediyelerin sahip olduğu araçlarla ilgili net fotoğraf ortaya konulmuş olacak. Yine bu kapsamda kamuya alınan araçların Türkiye’de üretilmesine dikkat edilecek. Araçların modelleri de düşürülecek. (www.trthaber.com, 6 Eylül 2018)
Tekrarlayalım: Tasarruf tedbirlerinin akla gelmesi ve bu konuda adım atılması çok önemlidir, iyidir. Fakat bu adımın niçin meselâ 10 yıl önce atılmadığını da sormak icap etmez mi? İlk defa kamu ve belediyelerin sahip olduğu araçlarla ilgili bilgiler bir araya toplanacaksa, bu da büyük bir ihmal değil mi?
Her şeyin kayıt altına alınabildiği bir dünyada, bakanlık belediye ya da ‘kamu’nun sahip olduğu araç sayısını ve durumlarını bir ‘tık’la her gün göremiyorsa ve gerekli tedbirleri almıyorsa bu duruma ne denir? Bu kiralamalar ya da satın almaların bir listesi her an ulaşılabilir olması gerekmez mi? Bu tablo dünya liderliğiyle açıklanabilir mi?
İçinde bulunduğumuz tabloyu ortaya koyan bir tesbit daha var: “Her dönem kamu genişledi. Asker, emniyet, yargı da dahil bürokrasi lükse boğuldu. A partisi, B partisi, C partisinden belediyeler devletin parasını yok yere harcadı. Kamu bürokratlarının konformist ve israfçı tutumu bugün de sürüyor. Almanya veya Japonya’dan zenginmişiz gibi, şube müdüründen genel müdür yardımcısına, daire başkanından danışmanın danışmanına kadar herkese araç-şoför verildi. Akaryakıt, yağ, bakım, yıpranma da beleş olunca adamlar çocuğunu okula, eşini AVM’ye bu araçla yollamaya başladı. (...) Belediyeler, taşeronlara avanta sağlamak için her yıl kaldırım döşedi, asfalta çizgi çekti, boş-beleş kitap bastı, konser verdi. İhtiyacı olan da olmayan da kamu binası kiraladı. Hatta kendi binasını bedavaya verip bakanlığı ya da genel müdürlüğü rezidanslara taşıdı. Yeni binalara Amerikan tarzı odalar yapıldı. Kendi lokalleri, misafirhaneleri, yazlıkları olsa da toplantıları 5 yıldızlı otellerde yaptı.” (Dilek Güngör, Sabah, 7 Eylül 2018)
Kamuda tasarruf adımı atmaktaki gecikmenin Türkiye’ye maliyetini çıkarabilecek bir araştırma var mı? Nasıl ve ne kadar uygulanacağı da şüpheli tasarruf tedbirlerinin bugün değil de 15 yıldan beri ya da 40 yıldan beri uygulandığını bir düşünün. İsraf batağına düşmeyip tasarruf şemsiyesi altında olsaydı krizlere sürüklenir miydik?
Fert ve devlet olarak mutlak surette tasarruflu yaşamak durumundayız.
Hele hele devletteki israfa göz yummak millet ve memleket için büyük felâket olur.