"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Korkutarak iş görmek çare mi?

Faruk ÇAKIR
17 Mayıs 2020, Pazar
Türkiye’nin dertlerinden biri de, idarecilerin değişik vesilelerle vatandaşı korkutması ve ürkütmesidir. Hak, hukuk ve adalet anlayışıyla değil de ‘korkutmak anlayışıyla’ hareket edenler kısa süreliğine maksatlarına ulaşmış olsa da ‘korku’nun kalıcı olmadığını bilmeleri icap eder.

Esasında korkunun temelinde sağlam olmayan eğitim anlayışı vardır. Okullarımızda insan fıtratına uygun, hak ve hukuku öne alan bir sistem olsaydı muhtemeldir ki insanlar korkuyu daha kolay reddedebilirdi. 

Risale-i Nur eserlerinde ‘korku’ anlatılırken verilen misal çok mühimdir: ‘’İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar. (...) Hattâ, bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer.” (Mektubat, s. 490)

‘Avam’ın korkutulması bir yana, ‘ulemanın’ dahi korkutuluyor olması bilhassa dikkat çekici. Neticede korkanlar, sinekten kaçarken yılana tutulur, Allah muhafaza.

Siyasette de korkutarak iş görüldüğü artık daha fazla ilân ve ifade edilmeye başlandı. Hâli âlem zaten buna şahit olmakla beraber, bir dönem ‘bakan’lık yapanlar da dahil olmak üzere daha çok kişi bu meseleye dikkat çekmeye başladı.  

22. Dönem Kocaeli Milletvekili ve 60. Hükümet’te Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapan Nihat Ergün şöyle demiş: “Arkadaşların korkuları varmış. Kredi aldım üstüme çökerler, borcum var ödeyemem, iş yerime müfettiş gönderirler… Anladım da kardeşim, bunlar 28 Şubat sürecinde de yapıldı. Benzer şeyleri o zaman da yaşadık. Şimdi benzerleri bugün yaşanıyorsa bu çare değil.”

Korkutarak iş görmenin kalıcı olmadığının büyük delillerinden biri 1950 öncesi ‘Tek parti devri’dir. Neticede milleti korkutarak, ancak 1950 yılına kadar idare edilebilmiş ve o günkü korkutucular bir daha iktidar yüzü görmemiştir. Benzer şey 12 Eylül 1980 döneminde yaşanmadı mı? Darbeciler her fırsatta milleti korkutmayı tercih etti. Çıktıkları televizyonlarda ve konuşma yaptıkları meydanlarda doğrudan ya da dolaylı olarak milleti terör ve anarşinin yeniden hortlama ihtimaliyle korkutmayı denediler. Bir süre için bu korkutma işe yaramış gibi görünse de neticede korkutanlar kaybetti.

Yakın tarihteki kortutma politikalarından biri de 28 Şubat 1997’de denendi. Değişik vesilelerle millet korkutulup sindirilmeye çalışıldı. Ama neticede yine korkuyu politika olarak benimseyenler kaybetti. Benzer bir anlayışı yeniden uygulamaya koymak isteyenler uzun dönemde kaybedeceklerini hesaplayamıyorlar mı?

Tabiî ki böyle dönemlerde asıl konuşması icap eden ‘âlim ve fazıl’ kişilerin susmayı tercih etmesi da ayrı bir imtihan vesilesi. “Ulema”nın korkuya teslim olmuş hâli en başta ulemeya, âlimlere ve fazıllara zarar veriyor. 

Bunca haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında hele hele âlimler, hukukçular, ‘bilen’lerin susması imtihanın kaybı anlamına gelmez mi? Üzülmeye gerek yok: Uzun dönemde ‘korkutanlar’ kaybetmeye mahkûmdur, vesselâm.

Okunma Sayısı: 2686
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • uğur

    17.5.2020 01:20:15

    amenna

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı