Bilhassa mütedeyyin insanların ‘para’ ile olan imtihanı büyük ölçüde kaybettiği umumi bir tesbit olarak ifade edilmektedir.
Eski yıllara nisbetle millet olarak daha zengin olduk, ama ekseriyetle daha adil, daha şeffaf, daha hayırsever olamadık maalesef.
35 yıldır emniyet teşkilatında çalışan polis başmüffettişi Ahmet Sula da, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) Genel Merkezi’nde düzenlenen bir toplantıda bunu destekler mahiyette tesbitlerde bulunmuş.
Türk Polis Teşkilatında farklı görevlerde bulunduğunu ve hepsinin kendisine birikim olarak geri döndüğünü dile getiren Sula, şöyle konuşmuş: “İnsanlar, birbirlerine makamla, mevkiyle, parayla tahakküm kurmaya
çalışıyor, oradan besleniyor. Bir gün sabaha karşı insanın kendini tanımasının ne kadar kıymetli olduğunu fark ettim. Yunus Emre diyor ya ‘İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendin bilmezsen bu nice okumaktır.’ Dünyanın en tehlikeli teröristi kim? Kibir, hırs, nefis... İnanın şunu öğrendim, o büyük savaş dedikleri var ya her birimizin kendisiyle yapması gereken savaş. Çünkü eğer biz onu eğitmezsek dünyanın en tehlikeli teröristi orada yaşıyor. Hırs, ‘Omzuna bas, geçmelisin, niye o geldi, sen niye yoksun?’ diyor. Ona savaş veriyorum, o savaşımı da sizlerle paylaşıyorum.” (AA, 15 Kasım 2018)
Sula, gençlerde farkındalık oluşturmanın önemine de dikkat çekerek şunları da ilave etmiş: “Gençlerimizin öz güvenleri yüksek olsun, yabancıya öykünmesin. Aslında yabancının öyküneceği şey bizde, bu medeniyette var. Gençler kendisine güvensin. (...) İnsan(a), değer ver, eşrefi mahluk değil mi? Diğer bütün canlılardan üstün. (Hz. Mevlana’nın eseri) Mesnevi ‘dinle’ diye başlıyor. Dinle, ne anlatıyor? Hisset, gözünün bebeğine bak. Bunların üçünden adama not veriyor musun? Unvanları boş ver adamlıkla ilgili olması gerekenleri almış, eğer bunlar yoksa makamına saygı duy, sonra o yoluna, sen yoluna. (...) Kendini tanı. Bilgi değil, sahadan gelen tecrübeyle anlatıldığı zaman kıymeti oluyor.”
Kibir, hırs ve nefis ‘en büyük terörist’ olarak tarif edilmesi hakikate de uygundur. Tebuk seferinden dönen Peygamberimiz, sefere iştirak eden sahabelere “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” dememiş miydi? Düşmanla, küffarla yapılan fiili savaşın ‘küçük cihad,’ nefisle yapılan mücadelenin ise ‘büyük cihad’ olarak tarif edilmesi çok büyük bir ders ve ibret değil mi?
Eğitim sistemini değiştirmek ve düzeltmek isteyenler hadiseye bu noktadan bakmalıdırlar. Asıl mücadelenin, büyük cihadın, en zor ‘savaş’ın nefisle, enaniyetle, şeytanla olduğun bilen ve kabul eden insanlar; mevki, makam ve para kavgasına tutuşur mu?
Mevki, makam ve para imtihanı çok çetin bir imtihandır. Bu zor imtihanlarla karşı karşıya kalmamak, kalınca da imtihanı kazanmak için sağlam bir nefis terbiyesine ihtiyaç vardır. Maalesef mütedeyyin insanlar büyük ölçüde bu noktada iyi bir imtihan veremedi. Ortaya çıkan tablo ciddi tenkitlere de sebep oldu. Bu imaj bozulmasının sebep olduğu tahribatı tamir etmek de kolay değil.
Millete ve memlekete hizmet etmek gayesiyle yola çıkanlar bu meseleyi birinci gündem maddesi yapmak durumundadır. Bu noktalardaki kayıp telafi edilemezse önümüzdeki yıllarda daha büyük faturalar ödemek mecburiyetinde kalabiliriz.
En şerefli mahluk olan insana ‘insan’ gibi muamele etmeyen herkes uzun dönemde kaybetmeye mahkumdur. Kaybeden değil, kazananlardan olmak için bolca dua edelim...