Ecdadımız boşuna “Dert bilinirse devası kolaydır” dememiş. Ne hikmetse Türkiye’yi idare edenler, tarihin ve hadiselerin tasdik ettiği bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih ediyor.
Her ülke gibi ülkemizin de maddî ve manevî dertleri vardır. Aklın yolu, bu dertleri görmek, bilmek ve mümkün olan en kısa sürede çareler aramaktır. Bunu yapmak yerine “Bizde dert yok. Her sıkıntı halledildi.
Dünya bizi kıskanıyor” tavır sergilemek akılla, iz’anla yan yana gelebilir mi? Böyle bir tavır, “Bizden bir kişi, dünyaya bedeldir” anlayışını akla getirmez mi?
Diyelim ki ekonomik sıkıntılardan bahsediliyor. İdareciler hemen “Eskiden daha kötü durumlar vardı. Yoksa siz eski günleri mi arıyorsunuz?” tavrı sergiliyor. Diyelim ki bahsedilen meselede eskiden daha kötü işler olmuş. Niçin eskinin kötülükleri, bu günkü kabahatleri örtmek için kullanılır. Geçmişte sıkıntılar oldu diye millet hep bu sıkıntılara katlanmak mecburiyetinde mi? Dünya daha iyiye doğru giderken, Türkiye niçin gitmesin?
İdareciler, “Evet, bazı sıkıntılar var. Onları aşmaya çalışıyoruz” demiş olsa daha isabetli olur. Bunun yerine, “Her şeyi biz biliriz. Kimseyi dinlemeyiz” tavrı milleti canından bezdiriyor.
Aynı şey hukuk alanındaki sıkıntılar için de geçerli. Düşünün ki bir mahkeme bir sanığa müebbet hapis cezası veriyor. Aradan belli bir süre geçtikten sonra başka bir mahkeme aynı dosyadan beraat kararı veriyor. “Bu ne iş?” diyenlere de “Türkiye’de hukuk çok âdil tecelli ediyor. Hiç sıkıntı yok” diyenler oluyor. Bu da yetmiyor, “Biz bu konuda herkesi dinliyoruz. Sıkıntısı ve tavsiyesi olan varsa söylesin” şeklinde beyanlar duyuluyor. En basit meselelerle milleti dinlemeyenlerin böyle mühim konularda dinlemesi mümkün mü? Değil, ama kamuoyuna şirin görünmek için bu yol tercih edilmiş durumda. Kesin yanlış bir tavır ve maalesef neredeyse bütün idareciler bu yolda ilerliyor.
Çelişkili politikalardan biri de komşularla olan ilişkiler. Dış politikada bunca istikrarsızlığa rağmen “Dünya bize hayran” demek ve milletin buna inanmasını beklemek nasıl izah edilebilir? Elbette hayran olanlar var, ama onlar çoğu ‘eksik bilgi’lerle yola çıkanlar. Meselâ, dün kavga edilen bir ülke ile bugün yarın dost olunmaya çalışılacak. Tabiî ki dostluk her zaman tercih edilir ve Türkiye’nin her ülke ile dost olmasını arzu ederiz. Buradaki çelişki, ülkelerin ‘düşman’ ilân edildiğinde bunu başarı olarak sunulması ve yine aynı ülke ile sonra dost olunca bu defa da bu tavrın başarı olduğunu söylemek. Böyle ikircikli, böyle istikrarsız adamlara ne gerek var?
Devede ‘tüy’ mesabesinde olmayan çok basit bir misal daha verelim:
Türkiye’yi idare edenler yürürlükteki kanun ve yönetmeliklere aykırı olarak bazı gazetecilere ‘basın kartı’ vermiyor. İlâve olarak ‘sürekli basın kartı’ hakkı kazananların kartlarını da yenilemiyor. Niye ve niçin?
Tam olarak keyfi bir durum. Hatta çok yakında mahkeme bile idarecilere, “Bu yapışınız yanlış” demişti. Elbette binlerce büyük problem karşısında ‘basın kartı’ meselesi çerez bile değil. Ancak bu konuda bile keyfilik yapan ve bunu inkâr eden, millete doğruları söylemeyen idarecilerden ‘büyük mesele’lerde hakkaniyetli hareket beklemek mümkün mü?
Yanlışta ısrar edip milleti yanıltmaya çalışanların Allah’a havale ediyor.
Çünkü O açık ve gizli her şeyi bilir. Amenna ve saddakna...