Temmuz ayı ortasında yaşanan darbe girişimi ve kalkışmanın devlete, millete ve sosyal hayata verdiği zararın büyüklüğünü henüz tam olarak teşhis ve tesbit edebilmiş değiliz. Aradan 1 aya yakın zaman geçtiği halde bu felâketin, bu facianın, bu yıkımın ve tahribatın mahiyeti yetkililer tarafından tam olarak ortaya konulabilmiş değil.
15 Temmuz 2016 akşamındaki darbe girişiminin hemen sonrasında başlatılan Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması ise mahiyeti itibarıyla ‘olağan üstü hatalar’a sebep olabilmektedir. Darbe kalkışması yaşanan bir ülkede OHAL uygulamasına geçilmesi bir açıdan zaruret gibi görünse de bu sürenin ve sürecin çok kısa olması arzu edilir. Zaten bu ‘hal’i yürürlüğe koyanlar da ilk adım olarak ‘3 ay’ sınırı koymuş durumda. Hatta, bazı idareciler OHAL’in 3 ay dolmadan sona ermesini arzu ettiklerini bile ifade ediyorlar. Elbette böyle bir ihtimal var, ancak bu sürenin 3 aylık periyotlarla uzatılma ihtimali de var. Şartlara bakılırsa OHAL’in uzatılma ihtimali daha kuvvetli görünüyor, ama umalım ki öyle olmasın, OHAL dönemi kısa sürsün.
Olağanüstü yetki alan iktidarın, bu yetkiyi itinalı kullanması tavsiye edilir. Türkiye tarihi şahittir ki OHAL kararları normal hale dönüldüğünde büyük ölçüde yeniden ele alınır ve yanlışlar düzeltilir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra atılan pek çok adım sonraki yıllarda tashih edildi.
Benzer bir düzeltme ve tamir sürecinin önümüzdeki yıllarda yaşanması da kuvvetle muhtemeldir. Çünkü kim yapmış olursa olsun yanlışların sonsuza kadar devam etmesi mümkün değil. Ayrıca fıtrata uygun olmayan işlerin de kalıcı olması beklenemez. Hele hele OHAL imkânını kötüye kullananlar oluyorsa sonraki yıllarda büyük vicdan azaplarıyla karşı karşıya kalırlar.
Türkiye’yi idare edenlere düşen görev, OHAL’i mümkün olduğu kadar ‘normal hal’e yaklaştırmak olmalı. Bunun yolu da atılan adımların hak, hukuk ve adalet çerçevesinde olmasıyla mümkün olur. Yapılacak yanlış işlerin bedellerini önümüzdeki yıllarda millet olarak ödemek mecburiyetinde kalmayalım.
Önemli bir nokta da; hak, hukuk ve adalet hatırlatmasının kimi mahfillerce kınanmasıdır. Oysa, Türkiye’yi idare edenlere “Adaletli olun. Kuru ile birlikte yaşlar yanmasın. Birinin hatasıyla başkası suçlanmasın” şeklindeki tavsiyeler teşvik edilmeli. Maalesef haklı tavsiyeler tepki ile karşılanıyor. Niçin “Yangına körükle gidilmesin” tavsiyesi yerine “İyi ki yangına körükle geldiniz, elinize sağlık” diyenler teşvik ediliyor?
Her meselede olduğu gibi OHAL meselesinde de bir gün ya da bir yıl sonrayı değil; belki 10, belki 50 yıl sonrasını düşünmek gerekir. Bugün atılan ya da atılacak yanlış adımların faturası sonraki yıllarda önümüze gelebilir. Sosyal mecralarda yapılan son yorumlarda iktidarı destekleyen bazı isimlerin de bu yönde endişeler dile getirmesi dikkat çekici. Hep hatırda tutalım: Akıl için yol birdir. Her ne kadar öfke baldan tatlıysa da, öfkeyle kalkan zararla oturur. Sular tersine akamaz. Hadiseler en doğru müfessirdir. Sabır en büyük hazinedir. Akılsız başın çektiği dili belâsıdır.
Hepimiz, olağanüstü yanlışlar yapılmaması için bol duâ edelim.