Ekonomi, siyaset ya da diğer meselelerde adım atarken keşke tecrübeli büyüklerimizin sözlerine göre hareket etmiş olsaydık.
Atalarımız “Lâfla peynir gemisi yürümez” ya da “Taşıma suyla değirmen dönmez” dediği halde Türkiye’yi idare edenler bu sözleri hiç duymamış gibi kendilerinin de inanmadığı vaadlerde bulunuyorlar. Böyle yapmak hem kendilerine hem de millete zarar vermiyor mu?
Keşke “İşler yolunda” demekle işler yolunda olsa. Bir işi kural ve kaidelerine göre yapmadıktan sonra o işin yolunda ilerlemesi mümkün mü? Tarlaya tohum ekmeden hasat etmek mümkün mü? İktisatlı yaşamadan israf denizini kurutmak mümkün mü? Adaletle adım atmadan mülkün temelini sağlam tutmaya imkân var mı?
Çoğunlukla ekonomiyi konuşuyoruz, ama aslında ekonomi ikinci, üçüncü, belki de beşinci sırada olmalı. En başta hak, hukuk ve adaleti konuşmalıyız. Geçim darlığından ziyade cemiyetteki manevî sarsılmayı, ahlâkî aşınmayı ve inançların düştüğü tehlikeyi görmeliyiz. Asıl ve büyük dertlerimiz bunlar olduğu halde biz bir iki yıl içinde düzelebilecek dertlerle dertleniyoruz. Baştan sona yıkılan Suriye bile 20 ya da 30 yılda maddî olarak ayağa kalkabilir, ama manevî temelleri sarsılan bir ülke, bir devlet, bir cemiyet 50 yılda düzelebilir mi?
Her fırsatta ifade edilmeye çalışıldığı gibi; dertleri, problemleri, sıkıntıları aşmak için önce onların dert olduğunu kabul etmek gerekir. Hastalık kabul edilmedikten sonra tedavi uygulanabilir mi?
Meselâ, ekonomideki sıkıntıları gösteren tablolar var ve bazı idareciler bu rakamları dahi inkâr etme cihetine gidiyor. Herkesin bildiği üzere ve örnek olması bakımından gazetelerde yayınlanan bir tabloya göre (Milliyet, 20 Eylül 2018) yılbaşından bu yana dolar yüzde 65 artmış ya da TL dolara karşı yüzde 65 değer kaybetmiş. Aynı şekilde euro yüzde 60 artarken altın da yüzde 52 değer kazanmış. Bu tablo karşımızda dururken “Her şey iyiye gitti” diyebilir miyiz? Ya da “Bizim dolarla, euroyla, altınla ne işimiz olur? Aldığımız maaş TL, harcamamız da TL” diyebilir miyiz? Desek Türkiye ve dünya gerçekleriyle örtüşür mü?
Peki ne yapmalı? Hal ve gidişte sıkıntılar olduğunu kabul edip, bir gün dahi boşa geçirmeden acil tedbirler almalı. “Her şey yolunda” diye inanan bir idareci tedbir alma cihetine gider mi? Bu tabloyu gören vatandaş, idarecilerin sözlerine ne ölçüde inanır?
Türkiye’nin avantajlı olduğu bazı sahalar da var ve ne yazık ki bunları da yeteri kadar değerlendiremiyoruz.
Güneş enerjisi bunlardan biri. Son yıllarda bu noktada önemli adımlar atıldığını duyuyoruz, ama yeterli olduğunu söylemek kolay değil. Başka sahalarda olduğu gibi burada da kârlı yatırımlar için yerlilik nispeti önemli. Güneş enerjisi sektörünün çok hızlı bir şekilde yerlileştiğini de belirten Smart Energy Yönetim Kurulu Başkanı Halil Demirdağ, güneş enerjisi santrallerinde yerlilik oranını arttırmak için şu anda yapılması gereken tek hamlenin panelin ‘hücre’sini üretmek olduğunu söylemiş. Demirağ, “Şu anda panel yerli, trafo yerli, kesici yerli, çelik yapılar yerli, kablo yerli. Devletimiz sektöre güvence verirse sektör ‘hücre’yi de yerlileştirecektir” şeklinde konuşmuş. (Sabah, 18 Eylül 2018)
Ayrıntıları bilmediğimiz bir konu, ama güneş sistemlerinde ‘hücre’ her halde uçak ya da tanklardaki ‘motor’a denk gelir. Nasıl ki ‘motor’ yapamadan uçak yapmış olmayız, ‘hücre’ yapmadan ‘tamamı yerli güneş enerjisi sistemi’ yapmış da sayılmayız.
O halde dertleri kabul ile ilk adımı atmalı ve samimiyetle çalışmalıyız. İdarecilerimiz de lütfen atasözlerini akıldan çıkarmasınlar ve bizi yanıltmaya çalışmasınlar...