"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İnsanı yutan dört hastalık

Fethiye Akay
02 Eylül 2018, Pazar 00:48
Risale-i Nurlar’ın satırları arasında gezinirken şöyle bir sonuca varıyoruz: Risale-i Nur bir psikoloji kitabı değildir, ama bir psikoloji kitabından çok daha fazla psikolojik derinlikler ihtiva eder.

Risale-i Nur bir sosyoloji kitabı da değildir, ancak hiçbir sosyoloji kitabı da Risale-i Nur’la kıyaslanamaz. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu nazarla bakıldığında her bir satırı, her bir kelimesi manevî yaralara şifa olacak mahiyettedir. Öyle ki bazen okunan ve idrak edilen bir hakikat hayatımızda bir inkılâbın başı olur.

Hayatımızda mühim bir inkılâp başı mahiyetinde olan yerlerden biri Mesnevî-i Nuriye’de geçer. Bediüzzaman Said Nursî Hazetleri’nin tesbit ettiği dört hastalık ve bu hastalıkların ilâcı olan âyetlerin izahı anlaşıldığında, hayatımızı müsbet anlamda büyük değişimler bekliyor demektir.

Bahsi geçen hastalıklar; yeis, ucub, gurur ve su-i zandır. Yeis (ümitsizlik) ile insanı kemirmeye başlayan bu süreç eğer tedavi edilmezse zincirleme olarak beraberinde diğer hastalıkları da tetikler ve sonucunda da insanı yutup, insan olmaktan çıkarır.

Yeis, Cenâb-ı Allah’ın emirlerine itaat etmeme ile başlar. Ümitsizlik psikolojisi öyle bir halettir ki, insanın maddî ve manevî terakkiyatına en büyük engeldir. Emirlere itaat etmemek beraberinde azaptan korkmayı getirir. En ufak bir şüphe veya kendince bulduğu bir emare ile inkâra gider. Çünkü sonsuz merhamet sahibi Yaratıcı’nın onu affetmeyeceğini düşünür. Günlük hayatta, “Benden adam olmaz! Battı balık yan gider!” gibi bu hâli kabullenişi ifade eden cümleler ile ümitsizlik psikolojisinin dışa vurumunu yaşar insan.

Bu hastalığın tedavisi ise “De ki: Ey günahta aşırı giderek nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”1 âyetinin içinde saklıdır. Okuyabilen ve idrak edebilenler için bu âyette birçok müjdeler vardır.

Eğer yeis bu âyet ile tedavi edilmezse devamında ucbu getirecektir. Her zaman bir dayanak noktasına muhtaç olan insan asıl dayanması gerekene dayanmadığı için, başka noktalar arayacaktır. İlk bulacağı şey ise kendinde zuhur eden bazı güzel hasletler olacaktır. Konuyu daha da somutlaştıracak olursak; insanî ilişkilerimizde sık sık duyduğumuz “Benim kalbim temiz!” sözü, sorumluluklarını yerine getirmeyen, ama Yaratıcıya inanan bir şahsın, kurtuluşu kalbinin temiz oluşunda arayışıdır. Sanki ibadetlerini yapıp sorumluluklarını yerine getiren birinin kalbi kirliymiş gibi! Kalplerin temiz olup olmadığını, o kalplerin asıl Sahibi’nden başkası bilemeyeceği gibi, sadece temiz kalbin (!) kişiyi kurtarıp kurtarmayacağı da O’nun ilminde olup bizce bilinen, imansız İslâmiyet’in kurtuluş için yeterli olmadığı gibi İslâmiyetsiz imanında yeterli olmadığıdır.

Bu hastalığın tedavisi de “Mülk ve hamd O’na mahsustur. Günahlardan sakınmak ve ibadete güç yetirmek ancak O’nunla olur.” hakikati ile mümkündür. Bu hakikati içselleştiren biri neden güzel hasletleri kendinden bilsin ki? Mülk O’nun ise güzel haslette O’nundur ve o güzel hasletten dolayı hamde lâyık olan yalnız O’dur.

Eğer zararın burasından da dönülmez ise insanda ortaya çıkan hastalık gurur olacaktır. Öyle ki kişi, belki kendi kemalatına sebep olacak hiç kimseyi beğenmeyecek, kendi kendine yettiğini düşünmeye başlayacaktır. Asrımızda “Sünnet ve hadis yoktur, Kur’ân neyinize yetmiyor! Kendi aklınızla anlayamıyor musunuz neden tefsir okuyorsunuz?” düşüncesine sahip olanlar hiçte az değil. İşte bu düşünceye sahip olanlar ümitsizlik ve ucb hastalığını tedavi etmeyip gurur hastalığına yakalananlardır.

Ucb ve gurur arasında şöyle bir fark vardır ki bu da dikkat edilmesi gereken bir diğer noktadır. Ucub kendini beğenmek, gurur başkasını beğenmemektir. İkisi arasında böyle bir fark olup neticede birbirini doğuran hastalıklardır. 

Son olarak gelinen nokta ise su-i zandır. “Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur.”2 Bu konuda insanın içinde olması gereken denge şöyledir: Cenâb-ı Hak dışında ki hiçbir şeyi ona ibadet edecek kadar kendinden büyük zannetmemeli ve kendini de hiçbir şeyden tekebbür edecek kadar büyük zannetmemelidir. Çünkü yaratılmış olan her şey mabudiyet ve mahlûkiyet noktasında eşittirler. Üstünlük ancak takvadadır, o da Cenâb-ı Hak katında saklı olan bir malûmattır.

Aksi takdirde insan, kendinde bulunan kötü hasletleri başkasına mal edecek, o kişinin harekâtındaki hikmeti bilmediğinden, o harekâtı beğenmeyerek su-i zan bataklığına düşecektir. Su-i zan ise insanın her zerresine sirayet eden bir hastalıktır. Su-i zandan kurtuluş ise “Nefislerinizi temize çıkarmayın.”3 âyeti ile mümkündür.

Hasılı; kişi, karşısındakini yalanla, riyakârlıkla vs. suçluyorsa ilk önce kendi iç dünyasını sorgulamalıdır. Birbirine zincirleme bağlı olan bu dört hastalığın hangi aşamasında tedavi olmadığını bulup, zararın neresinden dönülse kârdır kaidesiyle geç olmadan tedaviye başlamalıdır. Aksi halde neticede, su-i zannın fiiliyata geçmiş hali olan, en zararlı, menfur şeylerden biri olan gıybet meydana gelecektir.

Dipnotlar:

1- Zümer Sûresi/53.

2- Mesnevî-i Nuriye/ s: 79/ YAN-2017.

3- Necm Sûresi/ 32.

Okunma Sayısı: 9751
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı