"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kürtler İslâm milliyetini esas alırlarsa İttihad-ı İslâma vesile olurlar

30 Mayıs 2016, Pazartesi
Talebelerinden Muhsin Alev’in aktarımıyla Said Nursî şöyle diyor: “Eğer Kürtler İslâm milliyetini esas alarak hareket ederlerse, bölücü bir unsur olmak yerine, ittihad-ı İslâm’a sebep olacaklardır...”

3- Tek çözüm

“Genelde Kürtler dindardır. Sünnî Kürtler Türkiye ortalamasına göre daha dindar ve muhafazakârdır. Kürtlerin tercihlerinde din faktörü çok ağırdır, etnik kökenin önündedir.”

Bu sözlerin sahibi, bir Kürt siyaset adamı: Merhum Şerafettin Elçi. 1980 öncesinde AP’den milletvekili seçilip bakan dahi olan, ama Kürt olduğunu söylediği için şimşekleri üzerine çekip hapse tıkılan, 12 Haziran 2012 seçiminde de BDP listesinden aday olup Meclise giren Elçi, Neşe Düzel’in yaptığı röportajda böyle demişti. (Radikal, 14.6.2004.)

Elçi’nin bu tesbiti meselenin bam telini yakalıyor.

İlginçtir; bu önemli gerçeğin bir diğer boyutunu da “Biz Kürt ve Türkler bin yıl birlikte yaşadık. Dinimiz ortak olduğu için kardeşliğimiz bin yıl devam etti” diyen Hatip Dicle dile getirmişti.

Bu iki beyan bize Dicle’nin de dahil olduğu bazı DEP’li vekillerin karga tulumba içeri tıkılmasından sadece birkaç ay önce, 22 Aralık 1993 akşamı Orhan Doğan’ın dâvetiyle katıldığımız DEP kokteylinde, o dönemde partinin genel başkan adayları arasında adı geçen milletvekili Mahmut Kılınç’ın söylediği şu sözü hatırlatıyor:

“Türkiye’de İslâmî düşünce hakim olsa, bugünkü gibi bir Türk-Kürt meselesi olmaz.”

Burada sözü edilen “hakimiyet”i “siyasal İslâm” bağlamında anlayıp öyle yorumlamak doğru değil. Aksine böyle bir yorum yeni bir saptırma ve çarpıtma örneği oluşturur.

Buna meydan vermemek için, Türk-Kürt kardeşliğinin en temel dayanak noktalarından birini asırlar boyunca paylaşılan ortak din bağının teşkil ettiğini görmek ve ona göre tavır belirlemek gerekiyor.

Bu noktada özel bir konumu olan Kürtlerin bilhassa dikkat etmesi gereken önemli hususlardan birini ise, talebelerinden Muhsin Alev’in aktarımıyla Said Nursî şöyle ifade ediyor: “Eğer Kürtler İslâm milliyetini esas alarak hareket ederlerse, bölücü bir unsur olmak yerine, ittihad-ı İslâm’a sebep olacaklardır...” (Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, cilt: 1, s. 220.)

4- Ayrılıkçılığa karşı

Cumhuriyet adı altında uygulamaya konulan tek parti rejiminin resmî ideoloji olarak devlete mal ettiği ve tahripkâr sonuçlarından maalesef hâlâ kurtulamadığımız, dahası türlü tevillerle bugün de devam ettirilmek istenen Türkçü zihniyete aksülamel olarak gelişen Kürtçülük ve buna dayanan ayrılıkçı hareketler için Bediüzzaman’ın önemli tesbit ve ikazları var.

Bunların en dikkat çekici örneklerinden biri, emperyalist güçlerin Osmanlı’yı parçalayıp taksim etme planlarını yürürlüğe koydukları bir dönemde, Kürtler adına hareket etme iddiasıyla ortaya çıkan Şerif Paşa ile Ermeni Boğos Nubar Paşa arasında, bağımsız Kürdistan ve Ermenistan için karşılıklı olarak birlikte çalışma taahhüdü ihtiva eden bir anlaşma yapıldığı haberi üzerine, Kürtlerin temayüz etmiş diğer iki temsilcisiyle birlikte Said Nursî’nin ortak bir açıklama yaparak bu girişimi reddettiklerini deklare etmeleri.

7 Mart 1920 tarihli İkdam gazetesinde yayınlanan bu açıklamada, dört buçuk asırdan beri vahdet-i İslâmiyenin fedakâr ve cesur hizmetkâr ve taraftarları olarak yaşamış ve dinî geleneklerine sadâkati hayatlarının gayesi bilmiş olan Kürtlerin, henüz beş yüz bine yakın şehitlerinin kanı kurumadan; şişlere geçirilen yetimlerinin ve gözleri oyulan ihtiyarlarının hatıralarını teessürle anarken, İslâmiyet’in zararına olarak tarihî ve hayatî düşmanlarıyla anlaşma yapmak suretiyle, dine olan sıkı bağlılıklarının hilâfına ayrılıkçı emeller takip edemeyecekleri vurgulanıyor; Kürt millî vicdanının bu hissiyatına aykırı davranan kişileri tanımayacakları ve yegâne emellerinin dinî ve millî vahdetin muhafazası olduğu ilân ediliyordu. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 106-107.)

Bediüzzaman 17 Mart 1920 tarihli Sebilürreşad dergisinde yayınlanan beyanatında da aynı konuya devam ediyor; Boğos Nubar’la Şerif Paşa arasındaki anlaşmaya en susturucu ve beliğ cevabı, şark vilâyetlerindeki Kürt aşiret liderlerinin çektiği protesto telgraflarının verdiğini ifade ile, “Kürtler camia-i İslâmiyeden (İslâm camiasından) ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, Kürtlük namına söz söylemeye selâhiyettar (yetkili) olmayan beş-on kişiden ibarettir” diyordu.

Bu anlaşmayı hazırlayan ve Şerif Paşa’ya imzalattıran fanatik Ermenilerin maksadının Kürtleri aldatmaktan başka bir şey olmadığını, güdülen hedefin Kürtleri bir “millet-i tâbia” (uydu kavim) haline getirmek olduğunu ve aklı başında hiçbir Kürdün buna taraftar olamayacağını ifade eden Said Nursî, “Kürtlük dâvâsı pek manasız bir iddiadır, çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar” diye devam ediyor ve şunları söylüyordu:

“Kürtleri, Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibaret. Hakikî Kürtler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmiyorlar.”

Devamında gelen şu ifadeler de son derece dikkat çekici: “Kürdistan’a verilecek muhtariyetten (özerklikten) bahsediliyor. Kürtler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler.” (Age, s. 107-109.)

Aktardığımız bu ifadeler, hem bir taraftan “bölünmez bütünlük” lâfını ağzından düşürmezken diğer taraftan her türlü bölünme fitnesinin zeminini hazırlayıp tohumlarını eken zihniyet ve onun sözcüleri tarafından Said Nursî’ye yöneltilen “bölücülük ve Kürtçülük” iftirasını çok net ve kesin bir şekilde çürütüyor; hem bu iftira ve iddiaların tam aksine, Bediüzzaman’ın, bölücü fitneler için şartların en elverişli olduğu dönemlerde bile bunlara şiddetle karşı çıkıp birlik ve bütünlük mesajları verdiğini gösteriyor; hem de “ecnebi himayesinde bir oluşum” teşkil etme yolunda hayli mesafe alan Kuzey Irak Kürtleri için de mutlaka dikkate almaları gereken çok önemli bir prensibin altını çiziyor.

Onun yine aynı dönemde gündeme getirilen muhtariyet ve adem-i merkeziyet talep ve tekliflerine karşı çıkması, meselâ bu yöndeki görüşleriyle bilinen Prens Sabahaddin’e, adem-i merkeziyet fikrinin doğuracağı sakıncaları geniş ve ayrıntılı bir şekilde izah etmesi de, her hal ve şartta birlik ve bütünlüğün muhafazası ve bu manaya zarar verebilecek fikir ve girişimlerden kesinlikle uzak durulması noktasındaki hassasiyetini ortaya koyuyor.

“Prens Sabahaddin Beyin su-i telâkki olunan güzel fikrine cevap” başlıklı makalesinin (Age, s. 183-184.), bu bağlamda, Münâzarât’ta aynı konuya yapılan atıflarla ayrıca tahliline de ihtiyaç var ki, hem konunun bu ciheti netlik kazansın, hem de son dönemde sürekli gündemde tutulan “federasyon” tartışmalarına onun penceresinden ışık tutulsun.

(Bu noktada belki şu ifade edilebilir: Mevcut durumda, siyasal anlamdaki federasyon fikrini de çağrıştıran adem-i merkeziyetten ziyade, idarî anlamdaki mahallî yönetimlerin güçlendirilmesi fikri üzerinde durmak daha doğru ve isabetli olur.)

B- BÖLGEYE İLİŞKİN ÖZEL ÇÖZÜMLER

1- Anadilde eğitim

Asırlarca İslâm kardeşliği ortak paydasında iç içe yaşadığımız Kürtleri dışlayarak, itip kakarak, ezerek ihdas edilen “Kürt meselesi”nin ortaya çıkmasında, Kürtçeyi aşağılayan ve Kürtçe konuşmayı suç sayan politikaların da çok büyük payı ve vebali var.

Nitekim Bediüzzaman, devrin zalimlerine hitaben kaleme aldığı ve “İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak, ‘Tuh o asrın gayretsiz adamlarına’ denildiği zaman, yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır” ifadeleriyle başladığı tarihî bir belge niteliğindeki yazısında, “milyonlarla efradı bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin hakikî bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp onla-rın dilini unutturma” politikalarını da son derece keskin ve sert bir dille eleştirir. (Mektubat, s. 730.)

Oysa anadili, insan hayatında son derece önemli ve vazgeçilmez bir yere sahip. Anadili için, “Tabiî olduğundan, elfaz (lâfızlar) dâvet etmeksizin zihne geliyor. Alış veriş yalnız mana ile kaldığından, zihin çatallaşmaz” diyen Said Nursî, anadiliyle verilen eğitim ve kültürün taşa işlenmiş nakış gibi baki kalacağını ve millî lisanın nakşıyla görünen bir şeyin, içeriği ne olursa olsun, insanlara sıcak geleceğini ifade ederek bunu söylüyor. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 165.)

Bu sebeple, gerek şarktaki medrese projesini anlatmak için İstanbul’a gelip padişaha iletmeye çalıştığı dilekçede, gerekse bilâhare gazetelerde yayınlanan makalelerinde, Kürt çocuklarına eğitim verilirken anadillerinin ihmal edilmemesi gerektiğini ısrarla vurguluyor.

Meselâ, 2 Aralık 1908 tarihli Şark ve Kürdistan gazetesinde çıkan “Kürtler yine muhtaçtır” başlıklı makalesinde, medeniyet âleminde ve terakki ve müsabaka asrında, bölgenin de kalkınma yarışına ayak uydurabilmesi için hükümetin himmetiyle kasaba ve köylerde mektepler açılmasına teşekkür ettikten sonra şöyle diyor:

“Bundan yalnız lisan-ı Türkîye aşina etfal (Türkçe bilen çocuklar) istifade ediyor.”

Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının ise, mekteplerde görev yapan öğretmenlerin Kürtçeyi bilmemeleri sebebiyle mektep fenlerinden mahrum kaldığını ve gelişmelerinin kaynağı olarak yalnızca medrese ilimlerini gördüklerini belirtiyor.

Ve bu durumun, sonuç olarak, vahşeti, keşmekeşi ve Kürtlerin geri kalmışlığını istismar eden Batının kuru gürültüye dayanan tahriklerini beraberinde getirdiğine dikkat çekiyor.

Bediüzzaman’a göre, her safhasında dinî ilimlerle modern fenleri kaynaştıran bir eğitimin, hem mahallî lisanda, hem de resmî dille sunulması gerekiyor ki, “Kürtler için müstakbelde bir darbe-i müthişe hazırlıyor” dediği vahim duruma meydan verilmesin. (Age, s. 22.)

Münâzarât’taki “Hükümet hekim gibidir” bahsinde, umum köylerde veyahut evlerde çeşit çeşit hastalıkları teşhis ederek hükümete iletmek üzere seçilmiş bir adamın reçetesinde yer alan “Cehalet hastalığı ile baş ağrısı var” teşhisindeki hastalığa ilâç olarak “Fen afyonunu önce onların lisanında, sonra resmî lisana çevirerek veriyorum” örneği de bunu ifade ediyor. (Age, s. 210.) Medresetüzzehra’da “Lisan-ı Arabî vacip, Kürdî caiz, Türkî lâzım” demesi de. (Age, s. 290.)

Bu örnekler, onun eğitimde resmî dili de, anadili de vazgeçilmez olarak gördüğünü gösteriyor ve kökeninde ırkçı yaklaşımlar bulunan mantıksız politikalarla anadilde eğitimi yasaklayan, insanların anadillerinde konuşmaları veya eğitim görmeleri halinde ülkenin parçalanacağı paranoyasıyla bölücü provokasyonların işini daha da kolaylaştıran kafa yapısının bu konuda da ne büyük yanlışlar içinde olduğunu ortaya koyuyor.

İnsanlar, yaşadıkları ülkenin resmî dilini zaten öğrenip kullanmak durumundalar. Bu, kaçınılmaz bir zorunluluk. Bırakın, anadillerini de öğrensinler, konuşsunlar, geliştirsinler ve böylece, resmî dille zaten bağlı oldukları ülkeye olan gönüllü mensubiyet ve aidiyet duyguları daha da güçlensin. Yasaklayarak ve cezalandırarak varılan yer işte meydanda. Artık bu yanlışlardan dönme zamanı gelmedi mi?

Not: Bu bahisle ilgili olarak, anadilde eğitim konusundaki yaklaşımını, özetlemeye çalıştığımız şekilde ifade etmiş olan Said Nursî’nin, cumhuriyet döneminde resmî ırkçılık ve tetiklediği aksülamellerle ortaya çıkan ortamda bir fitne unsuru olarak kullanılabileceği endişesiyle, ziyaretine gelenlerden Kürtçe sohbet etmek isteyenlerin bu talebine olumlu karşılık vermeme hassasiyeti gösterdiğini; eski eserlerinin 1950’lerde yapılan yeni baskılarında, orijinal metinlerdeki Kürdistan kelimelerini “vilâyat-ı şarkiye” olarak değiştirdiğini ve daha da önemlisi, Risale-i Nur Külliyatı adını verdiği eserlerini Türkçe telif etmiş olduğunu da hatırlatmamız gerekiyor.

KÂZIM GÜLEÇYÜZ - ÖMER ERGÜN

Okunma Sayısı: 3418
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Selimarlı

    31.5.2016 09:08:14

    Hassas doğru ve yerinde tespitlerle bizi objektif aydınlattığınız için teşekkür ederim..!

  • ŞEVKET PAKSOY

    30.5.2016 15:14:15

    Yüreğinize ve kaleminize sağlık harika bir yazı olmuş... Selam ve dua ile..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı