Yeni Asya olarak 15 Temmuz kalkışmasını lânetleyen değerlendirmemizi 19 Temmuz günü kamuoyu ile paylaşmıştık.
Bugün de kalkışma sonrasındaki süreç ve tekrar normale dönülmesine ilişkin tesbit, kanaat ve tekliflerimizi dikkatlere sunmak istiyoruz.
Öncelikle, kalkışmaya karşı toplumda ve siyasette sergilenen ortak tavrı demokrasimizin geleceği açısından ümit verici bir durum olarak görüyor, bu tavrın müsbet yöntem ve yaklaşımlarla gelişerek devamını diliyoruz.
Meclisteki dört partinin darbe karşıtı bildiriye imza atmasından sonra, CHP tarafından organize edilen ve diğer partilerin de katılımıyla gerçekleşen Taksim mitingindeki deklarasyonda verilen isabetli ve kapsayıcı mesajlar ve ardından 15 Temmuz’u araştırmak üzere yine dört partinin mutabakatıyla bir Meclis komisyonu kurulmasına karar verilmesi, uzlaşı siyasetinin ipuçlarını vermesi açısından memnuniyet vericidir.
Bu mutabakatlarda sergilenen tablo, ülkemizin kalkışmayla girdiği gerilim ortamından çıkarak normalleşmesi açısından da büyük önem arz etmektedir.
Buna mukabil, kalkışma sonrası ilan edilen OHAL kararı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin askıya alınması, çıkarılan KHK’lar ve bütün kamu kurumlarıyla özel sektör kesimlerinde hız verilen tasfiye operasyonları, görevden uzaklaştırmalar, gözaltı ve tutuklamalar, söz konusu olumlu gelişmelerle doğan ümitlere gölge düşürme riskini gündeme getiriyor.
Süreç her hal ve şartta adalet ve hakkaniyet prensipleri çerçevesinde yürütülmelidir.
Demokratik hukuk devletine kast eden bir kalkışmanın fail ve sorumluları elbette ki hukuk prensipleri içinde hesaba çekilmeli ve haklarında gereken hukukî yaptırımlar uygulanmalıdır.
Bu haklı hesaplaşmanın “cadı avı”na dönüşmesine ise fırsat verilmemelidir.
Bunun için, “masumiyet karinesi” olarak ifade edilen “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” ilkesiyle, suç ve cezanın şahsîliği prensibi olarak bilinen ve Bediüzzaman’ın “Birinin hatasıyla başkası mes’ul olmaz” şeklinde dile getirdiği Kur’anî prensibe tekabül eden “Ceza sorumluluğu şahsîdir” esası, bilhassa içinden geçtiğimiz kritik süreçte çok daha farklı ve olağanüstü bir duyarlılıkla gözetilmeli, toplumsal barışa zarar verecek, nifaka ve iftiraka yol açacak tavır, söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır.
Darbecilerle hesaplaşma gerekçesiyle yürütülen operasyonlarda toptancı ve genelleyici suçlamalardan dikkat ve hassasiyetle kaçınılmalı, darbeyle ve darbecilikle hiç ilgisi olmayan masum insanların mağduriyetine yol açacak yanlışlıklar yapılmasına meydan verilmemelidir.
Darbe tehditlerini kesin ve kalıcı şekilde ortadan kaldırıp bertaraf edecek en güçlü ve muhkem tedbirin, yürürlükteki darbe anayasası ve mevzuatının yerine AB normlarında ifadesini bulan çağdaş kriterlere uygun yeni bir anayasal ve yasal çerçeveyi ikame etmek olduğu unutulmamalı ve bunun gerekleri bir an önce hayata geçirilmelidir.
Demokrasi ve hukuk, normalleşmenin de, birlik ve bütünlüğümüzü korumanın da en sağlam güvencesidir.