"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

'Yanlışlıklar olabilir'miş, sanki karpuz taşıyorsunuz!

03 Mart 2017, Cuma 10:25
KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Cihangir İslam, "Bakınız şu cümleler en üst makamlardan geldi: “yanlışlıklar oluyordur, olmuştur.” Sanki kamyonla karpuz taşıyorsunuz, bir küfe yumurta taşıyorsunuz da biraz çatlak-patlak olabilir. Bir iktidarın insana bakışı böyle mi olmalı?" diye sordu.

Gazete Duvar'dan Sadık Güleç'e konuşan İslam, "AK Parti’nin her icraatı Müslümanlara hatta İslam’a fatura edilmektedir ve AK Parti açısından bunun sorumluluğu büyüktür." diyerek "AK Parti iktidar sınavından kaldı" tespitinde bulundu.

İşte o röportajdan bazı kısımlar:

 “Söz veriyorum, diz çökmeyeceğim. İnandığım gibi yaşayacak ve hayata aynı tempoyla devam edeceğim. Allah’a verilmiş sözümüz var.” Prof. Dr. Cihangir İslam Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Kafkas Üniversitesi’ndeki görevine son verildiğinde Twitter’da bu ifadeleri paylaştı.

Son KHK ile 330’un üzerinde akademisyenin işine son verildi. Bunlardan biri de, muhafazakâr camiada yakından tanınan Prof. Dr. Cihangir İslam’dı. Kısa bir süre Saadet Partisi’nde bulunmuş, daha sonra Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının kurduğu HAS Parti’de yer almış; her iki partide de hem kurucular kurulu üyeliği hemde GİK üyeliği yapmıştı. Bugün Başbakan Yardımcısı olan HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarının AK Parti’ye katılmalarını şiddetle eleştiren, beş profesörün imzaladığı deklarasyona imza koyan isimlerden biriydi.

90’LI YILLARDA ÜNİVERSİTEDEN ATILDI

Doksanlı yıllarda Mazlum-Der’in kuruluşunda yer alan Prof. Dr. Cihangir İslam o yıllarda da insan hakları alanında yaptığı çalışmalardan dolayı üniversiteden tam üç kez atılmıştı. Bugün ‘Barış Bildirisi’ nedeniyle üniversiteden atılan akademisyenlerin yaptığının düşünce özgürlüğü olduğunu savunarak onların atılmasına karşı çıkan bildiriye imza atan Cihangir İslam’ın Saadet Partisi ve HAS Parti’de politika yaptığı arkadaşlarının birçoğu bakanlık, milletvekilliği, belediye başkanlığı yapıyor, ailesinden birçok kişi de AK Parti içinde yer alıyor. 

Sizin üniversiteden atılmanız birçok kişiyi çok şaşırttı. Atılmanıza barış bildirisi sonrasında yaşananlar yol açtı sanırım. Siz atılmalara karşı yayınlanan ikinci bildiriye imza atmıştınız; üniversiteden uzaklaştırılmanıza bu olay mı yol açtı sizce?

1182 imzalı ilk bildiriden sonra hatırlayacaksınız hukuk dışı uygulamalar, işten atmalar ve gözaltılar başlamıştı. İkinci bildiri bu hukuk dışı uygulamaları iktidara ve YÖK’e hatırlatan ve haksızlıklara uğrayanlara destek imzasıydı. Yani “insan hakları,” “demokrasi” ve “ifade özgürlüğü”nü ön planda tutan destek bildirisine verilen imzaydı. Burada olup biten Türkiye’deki olan bitenle iç içe olan bir mevzudur. Şöyle bir siyaset izleniyor. Şu andaki iktidar kendisini destekleyenlere bütün alanları açmış vaziyette, yani destek baki kaldığı ve devam ettirildiği müddetçe. Ancak en ufak muhalif sese hatta “insan hakları,” “ifade özgürlüğü” gibi temel hakları dillendiren en ufak muhalif sese meydan vermiyor ve tahammül edemiyor. Bir kamplaşmayı adeta yürürlükte tutmak istiyor. Bu kamplaşmayı tanımayan ve reddeden insanları da hukuk dışı yollarla bu duruma getiriyor. Zulmediyor. Yani KHK’larla onları damgalayıp bir kenara atmayı seçiyor. O zaman “Yeni Türkiye’nin post-modern toplama kampı” oluyor bu uygulamalar. Peki bekliyor muydum? Evet. Teorik olarak, potansiyel olarak, AK Parti ile yollarım kesişmediği için, AK Parti’nin bilinçli olarak dışında olduğum için, onlardan hiçbir talebim olmadığı için bekliyordum.

‘İMZAMIZI ÇEKSEK KENDİMİZİ İNKAR ETMİŞ OLURDUK’

Kısa Saadet Partisi tecrübesi -orada da rahmetli Erbakan Hoca’dan izin alarak doktorluğuma mesleğime dönmüştüm- daha sonra iki yıllık HAS Parti tecrübesi ile ama daima bu hareketin yani AK Parti’nin dışında kaldım. Kendi gücüm yettiğince ahlaki ve insan hakları temelinde; zaman zaman da yanlış siyasetlerine ilişkin eleştirel yaklaştım. O yüzden teorik olarak “evet bekliyordum” diyebilirim. Dönemin başbakanının ve YÖK başkanının bir çağrısı vardı imzaları geri çekmeye yönelik. Ben o bildiriyi o kadar düşünüp taşınarak, muhakeme ederek bir vicdan muhasebesi yaparak imzaladım ki, onu çektiğiniz anda son derece meşru bir hakkınızı ve kendinizi, değerlerinizi inkar ediyorsunuz demektir. Bu nedenlerden ötürü imzamı çekmeyi hiç mi hiç düşünmedim. Benim varoluş gerekçelerimle bağdaşmazdı. Yani imzamı çekseydim aynaya bakamazdım. Halbuki şimdi bu uygulamaları yapanlar yüzümüze bakamıyor. Bu durumu dayattılar. Üniversite soruşturma açtı. Halbuki yüksek yargının verdiği kararlar, üniversitenin bu konuda soruşturma açmasını zaten engelliyordu. Anayasa bunu engelliyordu. Bir yıl uğraştılar ve hukuk içinde beni üniversiteden atma yolunu bulamadılar. O yüzden, Kanun Hükmünde Kararname’e (KHK) sıkıştırdılar ve attılar. Yani her muhalifin başına gelebilecek bir şey yaptılar. KHK’ya benim adımı sıkıştırarak benden de hesap sormuş oldular kendilerince.

‘NEYİN BEDELİNİ ÖDEDİĞİMİZ AÇIKLANMADI’

İbrahim Kaboğlu gibi isimler üniversiteden atıldı. Şöyle de bir durum var; tanınmış isimler atılınca daha çok dikkat çekiyor. O zaman belki haksız olarak görünen bu atılmaların aslında buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu düşünüyorsunuz. Bilinen isimlerin uzaklaştırılmasının belki böyle bir etkisi var…

Bazı yanlışlıklar yapıldıysa, önceki KHK’larda da bazı yanlışlıklar yapılmadığının garantisi nedir? Bunu hangi mantıkla izah edebilirsiniz? Burada söz konusu olan darbecilerin cezalandırılması ise “darbeye karışan istisnasız herkesin cezalandırılması” başka bir konudur. Ama avuçla alıp, bir avuç pirincin içindeki birkaç ya da daha çok taş için bütün pirinçleri heder etmek gibi bir şeydir bu. Bakınız şu cümleler en üst makamlardan geldi: “yanlışlıklar oluyordur, olmuştur.” Sanki kamyonla karpuz taşıyorsunuz, bir küfe yumurta taşıyorsunuz da biraz çatlak-patlak olabilir. Bir iktidarın insana bakışı böyle mi olmalı? Bir diğer cümle de şudur: “Akademisyenler de bedel ödeyecek.” Sorun bedel ödemekte değil neyin bedelini ödediğimiz hâlâ açıklanmadı. Bu saatten sonra akademisyenlerin, eğer bu toplumun akademisyenleri ise yollarını bu toplumdan ayırma hakları yoktur. Burada yani mağdur edilen yüzbini aşkın insanı ilgilendiren bu sorunda haklı haksız ayrımı sonuca ulaşana kadar akademisyenler, buradaki masumlarla, bu “Yeni Türkiye’nin postmodern toplama kampı”ndaki masumlarla kader birlikteliği yapmak dışında bir yolları yoktur. Bunun için yapılacak tek şey askıya alınan hukukun işlerliğe geçmesi, insanların töhmet altında iftira altında kalmadan, onurlu bir şekilde yaşamalarının imkanının yolunun açılmasıdır.

Bunun dışında sadece bu “Yeni Türkiye’nin postmodern toplama kampı”na alınanları cezalandırmıyorsunuz; onların ailelerini, küçük çocuklarını, onlara bağımlı olarak yaşayan kişileri de cezalandırıyorsunuz. Bu tip uygulamalar nebilerin sünneti değildir, firavunların geleneğidir. Yani size muhalif olan bir toplumun kökünü kazımak, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan kendine muhalif olanların hepsini, bırakın susturmayı, bunları adeta “yok” haline getirmek tümüyle firavunların tarzıdır. “Bunların öğretmenleri nebiler değil firavunlardır” diyorum. Bu uygulamalar furkanı hiçe sayan uygulamalardır. Hak ile batıl ayrımını; doğru ile yanlış farkını hiçe sayan yöntemlerdir.

‘BU ZULMÜN HAYKIRILMASI LAZIM’

Zaman zaman 12 Eylül dönemi ile karşılaştırmalar yapılıyor. Ama 1402’likler atıldığı zaman sayılar bu kadar yüksek değildi…

1402’likler atıldığı zaman ben öğrenciydim. Gerçekten o da büyük bir dramdır. Ama insanların pasaportlarını alıyorsunuz, çalışmalarını engelliyorsunuz, bir yerde çalışsalar o işyerine baskı yapıp bu kişilerin çalışmalarını engelliyorsunuz. Bunun ucunu görebiliyor musunuz? Bunun nerelere varacağını kestirebiliyor musunuz? Bu apaçık bir zulümdür. Bu zulmün haykırılması lazım. 1402’likler ve daha sonra yargılanan akademisyenler, 1960 darbesini yaşayanlar da büyük zulüm yaşadı. İstanbul Üniversitesi’nde bilim tarihi ve felsefesinin en önemli isimlerinden biri olan Fuad Sezgin Hoca 60 darbesi sonrasında zorunlu olarak Almanya’ya gitmiştir. Ama orada adına kürsüler açılan bir insan haline gelmiştir. Fakat bugün akademisyenlere bu yolları da kapattılar. Yani yurtdışına gidip çalışalım deseler pasaportları yok. Ben bunu kendim için söylemiyorum. Ben burada kalacağım ve buradaki masum insanlarla kader birliği yapacağım. Haklarımız için, ifade özgürlüğü için sonuna kadar mücadele edeceğim. Akademisyenlere de çağrım budur. Bizlerin bu yerlere gelmemizde katkısı olan, içinde birer üyesi olarak yaşadığımız bu topluma olan borcumuzu ödemeliyiz. Hukuki bir zemine oturuncaya kadar bizim buradaki masum insanlarla beraber davranmamızın gerekli olduğuna inanıyorum.

‘DİNE VE DİNDARLARA KARŞI ÖFKE BİRİKTİ’

Sadece Türkiye’deki güncel siyasal bir pozisyon değil, medeniyeti temsil ettiğinden yola çıkarak söylüyorsunuz bunları değil mi? Sanki Müslümanlık adına böyle davranılıyormuş gibi bir algı var toplumda… AK Parti’nin ya da etkili simaların yaptığı olumlu ya da olumsuz söylemler Müslümanların hanesine yazılıyor toplum açısından. Bazı çevreler için böyle olmayabilir ama…

Şimdi öyle bir güne geldik ki dindarlığınızı ifade etmekte zorlanıyorsunuz, çünkü iktidarın bu topluma yaşattıkları üzerinden, adeta dine ve dindarlara bir öfke birikmiş durumda. AK Parti’nin her icraatı Müslümanlara hatta İslam’a fatura edilmektedir ve AK Parti açısından bunun sorumluluğu büyüktür. Bunun ciddi şekilde muhakeme edilmesi lazım. Bakın şimdi ben de İslam içinden konuşuyorum ve benim gibi binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan var. Ayrık otu gibi tarlaya başkaldırırcasına bir yerlerde duruyorlar, bu filizleri biliyorum. Evet ölçü nedir? Ölçü benim için şudur, miras bırakmadan bu dünyayı terk eden bir peygamberin takipçileri sarayda mı yaşamalıydı? Müslümanların gönül verdiği peygamber, kendi emeğiyle kazandıklarını da paylaşmış bir insandı. Ve bu dünyayı terk ederken geriye herhangi bir miras da bırakmamıştır. Peki bu bize neyi işaret ediyor? Bu bize emek ve mülkiyet ilişkisinde bir noktayı işaret etmiyor mu? Dünyevi olmak lafını biraz dikkatli kullanacağım, çünkü bu dünya beni sonuna kadar ilgilendiriyor. Ama bütün söylediğim hikaye bu dünyadan ibaret değil, onu da hesaba katıyorum.

‘BU YETKİYİ BANA VERSELER KORKARIM’

Anayasadaki temel itiraz noktalarını da konuşalım. Ayrıntı olarak nelere itiraz ediyorsunuz?

Birincisi usul açısından bütün toplumu içine alan bir teşebbüs değildir. İki partinin koalisyon protokolü gibidir. En temel itiraz budur. İkincisi bu sistem neyi değiştirecektir? Başkanlık hangi sorunumuzu çözecektir? İktidar sayısal olarak hangi istediğini uygulamaya sokamıyor da böyle bir sistemi istiyor? Teknik konulara girmek istemiyorum. Şöyle bir durum var; eğer ikinci dönem başkanlık yarıda kesilirse, ikinci dönem kullanılmamış olarak üçüncü döneme aktarılmış oluyor. Üçüncüyü de yarıda kestiniz diyelim orada da bir şey ifade edilmiyor. Sınırlandırıcı hüküm yok. Yani teorik olarak sonsuza kadar gidebilecek bir tekrar… Bu yetkiyi bana teklif etseniz korkarım ve almam, –doktoralı bir hukukçu olan- babama teklif etseniz derim ki ‘baba alma’. Babam derse ki ‘oğlum bir alayım hele, iyi şeyler yaparım,’ derim ki ‘baba bak, ben senin oğlunum bir baba olarak benim üstümde her türlü yaptırım gücün var, itirazım olmaz ama kamu üzerinde bu kadar yaptırımın gücün olamaz’ derim. ‘Kusura bakma ben sana HAYIR diyeceğim’ derim. Bu kadar netim bu konuda. Konuştuğum AK Partililer de oldukça kaygılı: “bugüne kadar ne istediler de vermedik” diyorlar. Genelde susuyorlar. Teşkilatları da heyecansız.

Okunma Sayısı: 5293
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Üniversite idari personeli

    3.3.2017 19:07:12

    Her gün gözüm yaşlı her daim hüzünlüyum bunu haketmedim.Rabbim bütün Masumlari feraha erdirsin

  • Ünal

    3.3.2017 12:36:37

    İnsanı yaşat ki devlet yaşasın diyorlardı. Şimdi insanları pul gibi harcıyorlar.

  • ARİF

    3.3.2017 12:33:03

    idari tasarrufla memur atmak hiç adil değil .Allah sorar. çogu kişi o işe emek harcayarak üniversite okuyarak girdi.yok su bankaya para yatırmış yok sendikaya üye olmuş diye atmak dogru değil. insanların emegiyle ekmegiyle oynamak KUL HAKKINA girer

  • Kim doğru

    3.3.2017 10:43:28

    Derler abi hepsini derler :)

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı