"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Yıldız yağmuru veya Cennetten gelen ses

24 Ağustos 2017, Perşembe 23:59
(Av. Bekir Berk tarafından yazılan bu yazı, Dr. Mustafa Nutku’nun vefatı vesilesiyle 26 Ağustos 1972 tarihli Yeni Asya gazetesinde yayınlanmıştır.)

YENİ ASYA’NIN KURUCU GENEL YAYIN MÜDÜRÜ MUSTAFA NEZİHİ POLAT 1970’DE VE SAĞLIK KÖŞESİ YAZARI DR. SADULLAH NUTKU 1972’DE AYNI GÜN 23 aĞUSTOS’DA VEFAT ETTİ. İKİ YENİ ASYA EMEKTARINI VEFAT YIL DÖNÜMLERİNDE RAHMETLE ANIYORUZ.

***

Gökte yıldızlar kayar bazan.. Ve derlerki bir kişi daha gitti cennete, bir kişi daha gitti ahirete.. Bu ne kadar doğru bilmiyorum. Amma bildiğim bir şey varsa bizim dostluk dünyamızın semasından yıldızlar göçüyor ahirete doğru.. Yıldızlar kayıyor cennete doğru. 

Önce bir güneş göçmüştü.. Bunu takiben yıldızlar yağmuru başladı. Batan güneşin ardından ne kadar da çok yıldız kaydı Yarabbi! Hayalimde bütün yıldızlar tekrar uçuşmaya başladı: Ceylan Çalışkan, Atıf Ural, Osman Çalışkan, Abdurrahman Tan, Nazif Çelebi, Ali Çavuş, Hamit Kuralkan, Çaycı Emin Bey, Sıddık Süleyman, Abdülmecit Ünlükul, Mustafa Polat Cennet kuşlarından Mustafa Sadık Kavukçu, Molla Münevver, Yaşar Damgacı, Necdet Baran, Nur Dede ve Zübeyir Gündüzalp. Bunlar benim bir anda aklıma gelenler... Yıldız yağmuru durmadı devam ediyor.

Evet, Ceylan Çalışkan’ın göçüşünün bir yıl dönümünde Mustafa Polat’ı kaybetmiştik. Semamızdan, göğüsümüzden, dünyamızdan bize ışık veren, bize cesaret veren, bize şevk veren, bize örnek olan insanlar arasındaki yıldız yağmuru devam ediyordu... Zübeyir ağabey gitti Mustafa Polat’ın ardından. Polat’la Eyüp Sultan sırtlarında buluştular. Şimdi ise Doktor Sadullah Beyin vefat haberini aldık. Ve böylece bir yıldız daha, bir kutup yıldızı daha göçtü dünyadan. Nur kervanında nur alemine yıldızlar kayıyor. Sanki yaprak dökümü!...

Ne gariptir, ne tuhaftır ve yahut ne düşündürücüdür, o da aynen Polat’ın ölüm günü gitti ahirete... Ceylan bir trafik kazasında gitmişti. Polat bir trafik kazasında dünyamızdan ayrıldı, Sadullah Bey de bir trafik kazasında kurban oldu. Onlar Allah yolunun yolcusu idi. Onun için kurbanlıkları da Allah içindir, Allah yolunadır.

Mustafa Polat ve Sadullah Nutku.. Birbirini çok seven, birbirini tamamlayan iki kişi idi. En son kaybettiklerimizden ve vefatları iki yıl ara ile aynı tarihe rastlayanlardandı. O da Zübeyir ağabeyin, Polat’ın yanına vardı. Kimbilir Polat şimdi ne kadar sevinmiştir, sevinç içindedir.. (Zübeyir ağabeyin yanında Sadullah beyle buluşmaktan dolayı. Sadullah bey de sevinçten uçuyordu. Onlarla beraber olmaktan, onların yanında bulunmaktan.)

Polat ve Sadullah Nutku Bey. Onları birbirinden ayrı düşünmek de mümkün değil. Yalnız aynı tarihte ve aynı şekilde ahirete gittikleri için değil. Her ikisi de bir başka âlem olmakla beraber birbirini tamamlayan iki dünya oldukları için.

Polat, Erzurum Yaylasından kopmuş, Hekimoğlu İsmail’in tabiri ile bir çığ gibi İstanbul’a doğru gelmiş, Bab-ı aliye girmiş, oraya yerleşmiş ve orada yepyeni bir hizmete girişmişti.

Polat denince, Erzurum’un bu yavuz çocuğundan bahsedilince eski akıncıları hatırlamamak mümkün mü? Allah için, vatan için, İla-yı Kelimetullah için evinden, yuvasından, sevdiklerinden kopan, kılıcını kuşanıp atına atladığı gibi cepheye koşan akıncıları hatırlamamak mümkün müdür?

Evet, Polat bir akıncı gibi serhad şehri Erzurum’dan serhadlere doğru uçan bir kahraman er gibi İstanbul’a geldi. Fakat onun harbi kılıçla değildi. Onun harbi kalemle idi ve onun muharebesinin meydanı gazete sütunları idi. Polat İstanbul’da Yeni İstiklâl’de çalıştı. Sabah’ta boy verdi. İttihad bayrağını dalgalandırdı. Yeni Asya’yı tesis etti. Cenab-ı Hakkın lütf-u inayetiyle kardeşleriyle beraber, ağabeyleri ile elele bu büyük eseri yürütmeye, yükseltmeye uğraştı ve onu yaşayan, teneffüs eden bir varlık haline getirip, emeklemekten kurtarıp, yola vurduktan sonra aramızdan ayrıldı.

Polat bir dağ gibiydi, bir büyük dağ gibi.. Ovaların ortasında yükselen, yaylaların ortasında boy salan bir dağ gibiydi. Ve onun şahsiyeti, büyüklüğü heybetli bir dağı hatırlatmakla beraber bir cephesiyle değil, her cephesiyle büyük olduğu için sanki insan onu görünce bir dağı değil de, sıradağları seyreder gibi olurdu. Çeşitli meziyetlerin, çeşitli faziletlerin, çeşitli üstünlüklerin sahibi bir insandı Mustafa Polat. Fakat o, duran bir dağ değildi, susan bir dağ değildi. Donmuş bir dağ, soğumuş bir dağ değildi. Tepesi bulutlarla kapanmış, kar ve buzlarla örtülmüş dondurucu bir dağ değildi, Mustafa Polat... Mustafa Polat, bir yanardağdı. Alev fışkıran bir dağ.. Lavlar püskürten bir dağ.. Sıcaklık saçan, şevk taşıyan, gayret veren başı şimşekli bir dağdı. Böyle bir yanardağdı. Mustafa Polat.

O bir yanardağdı, ama kratersiz bir yanardağ, çukursuz uçurumsuz bir yanardağ.. Her dağın çukuru vardır, her dağın zirvesi vardır.. Her dağın inişi vardır, her dağın çıkışı vardır, fakat Polat, Mustafa Polat çukuru ve uçurumu olmayan bir dağ, yüksekliklerden ibaret bir dağ.. Güzelliklerle dolu bir dağ üstünlükler meşheri bir dağ idi.

O bir yanardağdı.. Ama yakan bir dağ değildi, yıkan bir dağ değildi. İyilikler güzellikler fışkırtan bir dağdı. 

Polat İstanbul’da bir meydan muharebesi verdi. Gazeteci olarak harp verdi. Silahı kalemdi, kâğıttı, mürekkepti. Ve hergün sütununda düşmanlarını tam siper ettiren dostlarına ise kanat geren yaylım ateş açardı. Dâvasına yönelen hücumlara, girişilen taarruzlara göğsünü siper ederdi.

İman düşmanlarının karşısında bir dağ gibi, başı göklere yükselen bir dağ gibi, geçilmez aşılmaz bir sed gibi yükselirdi, bir dağ gibi dururdu. Müslüman, Türk halkı için, dar düşünceli, kısa görüşlü sözde rehberlerin yolunu şaşırttığı halkımız için, bu memleketin, bu vatanın evlâtları, halis niyetli evlâtları için karanlıklar içinde parlayan bir fener idi. Karanlıklar içinde onlara doğru yolu gösteren, onları kayalara çarpmaktan kurtaran ve selâmet yolunu gösteren, dar-us selâma davet eden karanlıklar içinde ışıldayan bir gece feneriydi, yol gösterici idi. Gazetedeki fıkraları ile makaleleri ile daima rehberlik ederdi. Ama bataklığa götüren bir rehber değil, uçuruma götüren bir rehber değil, çukura götüren bir rehber değil, sözde rehberlik ettiği gemi torpillenince farelerle beraber herkesden önce denize atlayan ve toz olan bir rehber değil, gemiyi karaya vurduran, kayalara oturtan ve bunu da bir kahramanlık gibi gösteren bir rehber değil, daima iyiye, daima güzele daima selâmete götüren bir rehber idi. Mustafa Polat inanmış bir kişi, bir iman adamı idi. Eşsiz bir İslâm mücahidi idi, bir fikir, bir hareket adamı idi. Ve bütün ömrü fikrî cihad ile geçmişti.

Mustafa Polat, arkadaş olarak da eşi bulunmaz bir kimse idi. Dost olarak her zaman aranan, her zaman yolu gözlenen bir kimse idi. Ağabey olarak kanatlarını küçüklerinin üzerine geren bir sîyane meleği idi. Dâva arkadaşı olarak, ideâl arkadaşı olarak, cihad arkadaşı olarak, mücadele adamı olarak yine eşsiz bir kimse idi, misilsiz bir insandı, nadir bir dâva adamı îdi.

Polat bir gazeteci idi. Ama bir sürüm, bir kazanç, bir şöhret gazetecisi değil. Dâva sahibi bir gazeteci idi. Günün adamı değil, günlük meselelerin insanı değildi. Yılların ötesini düşünen asırların ötesini düşünen ve her adımını ona göre bilerek atan bir rehber, bir liderdi.

Polat Yeni Asya’nın başında bulunduğu zaman şahsi hayatını yaşamadı. Bu fırsatı, bu şansı vermedi kendisine. Günlerinin çoğunu gazetede, işinin başında arkadaşlarının arasında geçirirdi. En evvel gazeteye gelen o idi. Herkese o hoş geldin derdi. Kim se ona hoş geldin demek imkânını bulamadığı gibi, hiç kimse ona güle güle demek imkânını bulamamıştır. Gazetede hiç kimse onu yolcu etmemiştir. Hiç kimse onun çıktığını görmemiştir. Çıkınca en son çıkan o idi. Fakat çok defa da ordan ayrılmaz sabahlara kadar gazetede çalışırdı. Yazılarını yazar, makalelerini hazırlar, sabah namazını kılar ve koltuğunda bazan uyurdu. O memur değildi. O ücretli bir kişi gibi orda durmazdı. Çıkmak için saate bakmazdı. Ne kadar geç gelir ne kadar erkenden gidersem kârdır demezdi. Tek başına bütün bir gazetenin yükünü herkesin vazifesini taşımak isterdi. Bu iş olur mu demezdi. Bu iş inşaallah olacak derdi. Olması için ne lazımsa onu yapmaya bakardı.

Polat, zevc olarak da çok şefkatli, çok müşfik bir insan olmakla beraber şahsi hayatını yaşamak için kendisine şans tanımazdı. Çok zaman cebinde para bulunmazdı ve eve gideceği zaman Yeni Asya’nın mali işlerini idare eden Ali Beyin yanında fermuarlı cüzdanını tersyüz eder, babasından harçlık bekleyen çocuk gibi ‘Ali ağabey’ der ve harçlığını aldı mı ışıldayan gözlerle evine doğru da gittiği de olurdu. 

Ne mümkün Polat’ı anlatmak! O sadece yaklaştıkça büyüklüğü farkedilen bir dağ değil, zaman şeridi döndükçe de heybetini hissettirmekte devam ettiren bir yanardağdır ve lavları yüreğimize dökülmekte devam eden alev alev yanan bir dağdır...

YA SADULLAH BEY? O BİR BAŞKA DÜNYA

Mustafa Polat yürüdükçe yerleri sarsan bir heybetin sahibi idi. Sadullah Bey ise yere bastığı duyulmayan, bulunduğu yerde varlığını hissettirmeyen hayal gibi yürüyen bir zattı. Varlığı ile yokluğu belli olmayan bir zattı. Dokunulduğu zaman sanki kaybolacakmış uçacakmış gibi görünen bir zat...

Nefsini yenmiş insan. Cihad-ı ekberi de muvaffak olmuş bir kumandan. Dahiliye mütehassısı doktor Sadullah Nutku..

Hizmetleriyle Sadullah Bey herkes için vardı da sadece kendisi için yoktu. Kimseye eza ve ıztırap vermemiş bir insandı. Herkesin derdine derman olmak için koşardı. Işık gibidir, güneş gibidir, aydınlık gibidir. Girdiği yer sevince gark olur, sürura gark olur, huzura gark olur, insan suretinde bir melek..

Onun sesini işiten insan bir anda bir başka âleme çıkar, bir başka dünyaya yükselir. Binbir güzelliğin, faziletin sahibi olan bu zat sanki gizli hazineler bahçesi... Onun hangi tarafına baksan bir yeni güzellik keşfedersin.

Sadullah Bey, bana göre dalga tutmayan koylar gibidir. Bilir misiniz fırtınalı denizlerde, rüzgârlarla fırtınalarla boğuşan bir gemi bordası dalgalarla döğülen bir yelkenli nasıl limana girdiği zaman sanki bir rahat nefes alır demir atar, yelkenlerini indirir, küreklerini bırakır, filikası ile gemicilerini sahile gönderir. Ve kendisi dinlenir. Yelkenler dinlenir, kürekler dinlenir, bordası dinlenir, gemiciler dinlenir. Ve gemi kumsalda sakin suların koyunda huzura kavuşmuştur, sakindir, sessizdir sükûn içindedir. Artık bordasını dalgalar dövmez, yelkenlerinde rüzgârlar uğuldamaz, sükûn içindedir.

Dağların yamaçlarından kopup kayalar arasından köpüre köpüre inen su sahile varıp denize kavuştuğu zaman nasıl huzura kavuşur, hepimiz biliriz. Ben de şu veya bu mahkemeden elimde çantam yorgun argın ne zaman yazıhaneme dönmüşsem içeri girer girmez sanki o anı bekler gibi çok defa çalan telefonumda onun bana ‘hoş geldin’ diyen sesini duyardım. Ve bu ses sanki cennetten gelen bir sesti. Sevgi dolu, muhabbet dolu, şefkat dolu ve müjdeler dolu bir sesti.. Onu dinlerken bütün sıkıntılarım kaybolur, bütün yorgunluklarımdan kurtulur ve ilk defa sefere çıkacak bir er gibi şevk ve gayretle dolar ve zindelik hissederdim.

Sadullah Bey sanki ayakları dünyada olduğu halde cennette yaşayan bir kimse idi. Gözlerimin içine baktığı zaman ruhum ve kalbim yıkanırdı. Ellerimi tutunca sanki günahlarım dökülür, akar giderdi. Beni bağrına bastığı zaman ise sanki ayıplarımdan sıyrılırdım.

Hakikaten o Allah’ın, karanlıkları aydınlığa çevirmeğe, mânevi kirleri yıkamağa memur ettiği bir kişi idi, ışık ve nur saçan bir kişi idi. Ve şimdi vatan-ı aslisine döndü. Sadullah Beyin; aziz şehidimiz Mustafa Polat vefat ettiği zaman, ‘böyle bir şey olacağınıbilseydim, Cenab-ı Haktan, onun yerine beni almasını niyaz ederdim’ dediğini duyduğum zaman, onun eşsiz fedakârlığının binbir delilinden bir delilini daha öğrenmiş oldum. Ve bana öyle gelir ki: O Allah-ü âlem, bizlere gelecek musibetlere, siper saika olarak ahirete gitmiştir.

Ve şimdi onu, şu sözleri okuduğunu dinler gibiyim:

Sanki bana hitaben “Î’LEM EYYÜHEL AZIZ: KABÎR ALEM-İ AHİRETE AÇILMIŞ BİR KAPIDIR. Arka ciheti rahmettir. Ön ciheti ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet; vakit yaklaştı. Dünya kazuratından temizlenmek üzere bir gusul lazımdır. Yoksa, onlar -istikrar ile ikrah edeceklerdir.

Eğer îmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir davet vuku bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh İncilde Ahmed, Tevratta Ahyed, Kur’an’da Muhammed ismiyle müsemma iki cihanın güneşi kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmed’ler ile muhat olarak sakindir. Onların ziyaretine gitmek için niye acele etmiyoruz. Geri kalmak hatadır. Şu hakikata dikkat lâzımdır:

1 — Allah’a abd olana her şey musahhardır. Olmayana hersey düşmandır,

2 — Herşey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.

3  — Mülk Allah’ındır. Bende emaneten duruyor. Bu emaneti ibka edip senin için muhafaza edecek; sende kalırsa meccanen zail olur gider.

4 — Devam olmayan bir şevde lezzet yoktur. Sen zailsin. Dünya da zaildir. Halkın dünyası da zaildir. Kâinatın şu şekl-i hazin da zaildir. Bunlar saniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyor.

5 — Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı taktirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!..”

Bu sözlerden sonra ancak dua edebilirim: Ya Babbi sen bizim günahlarımızı affet. Ya Rab! Sen bizi günahlardan muhafaza buyur. Ya Rabbi sen bizi nefsimizin şerrinden koru! Ya Rabbi sen bizi göz açıp kapayıncaya kadar da olsa nefsimizin eline bırakma. Cihadın büyüğü olan cihad-ı ekberde -nefisle mücadelemizde bizi muvaffak ve muzaffer eyle! Büyük zaferin başkalarını değil kendi nefs-f emmaresını yenmek olduğunu idrak edenlerden eyle. Bizi dünyada ve ahirette senin rızana eren «Said’ler» kafilesinden ayırma! Dünyada ve ahirette mahcup ve mükedder eyleme! Bize hüsn-ü zan edenlerin hüsn-ü zanlarına lâyık eyle! Bize hüsn-ü hatime bahşeyle! Rızana nail eyle! Peygamber-i Zişanın ve cadde-i kübra-yı Kur’aniyede yürüyenlerden ahirete intikal etmiş olanların şefaate izin verdiklerinin şefaatraa nail eyle!...

Etiketler: yeni asya
Okunma Sayısı: 3465
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Turgay Namdar

    24.8.2017 15:06:04

    Evet amenna. Onlar hizmete gelecek bela ve musibetlere siper olarak kınalı kurban oldular. Allah onlardan ebediyyen razı olsun. Bizlere de onların şevk, ideal ve gayretlerinden nasip etsin, ihlas-ı tamme muvaffak etsin.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı