"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hayatım mahvoldu Avukat Bey!

H. Muharrem OKUR
29 Haziran 2017, Perşembe
8 Mayıs 2017 saat 11.00 sıralarında çalan telefonumu açtığımda karşıdaki mekanikleştirilmiş, duygudan yoksun ses 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında bir şüphelinin müdafii olarak görevlendirildiğimi söylüyordu.

Son zamanlarda TMK deniyorsa her avukat bilir ki gideceği dosya, kuvvetle muhtemel, medyadaki meşhur ismiyle Fetö dosyasıdır. 

Çünkü Türkiye’de TMK’nın gazabına uğramış üç kesim vardır: Kürtler, solcular ve son bir yıldır malûm cemaat.

Ben ona Fatma diyeceğim. Siz ister Fatma, ister Ayşe, isterseniz de Bilge olarak anlayın. İsimlerinin yaşadıkları karşısında bir önemi yok çünkü. İşte Fatma da terör örgütü ilân edilen bu malûm cemaatin bir üyesi olmakla suçlanıyordu.

Adliyeye vardığımda müdafii olarak görevlendirildiğim Fatma’nın (ya da Ayşe’nin veya Bilge’nin) nerede olduğunu, adliyeye getirilip getirilmediğini sordum. Getirildiğini, adliyenin nezarethanesinde bekletildiğini, dokuz on kişilik bir grup olduklarını ve sıra ile ifadelerinin alınacağını söylediler. El mahkûm, bekleyecektim. Bekledim. Bir saat, iki saat, üç saat… Beklemek bir avukat olarak benim için bile psikolojik bir işkenceye dönüşmeye başlamıştı. Nezarethanede bekleyen şüpheliler ve o şüphelilerin ailelerinin durumunu siz düşünün.

Nihayet ifadeler alınmaya başlandı. Gelip ifadelerini veren ve tutuklanacakları saati bekleyenler tekrar nezarethaneye götürülüyordu. “Tutuklanacakları saati bekleyenler” diyorum, çünkü Türkiye’de tutuklama bir istisnaî hal, bir son çare olmaktan çıkarılıp ilk başvurulacak yol haline getirildiğinden beri yolu adliyeye düşen herkes, her an tutuklanabilir. Yolunuz Fetö’den dolayı adliyeye düştüyse zaten sizin için tutuklama adeta kaderdir. Neyse Türkiye’de modası geçmiş bu hukukî argümanları bırakıp konumuza dönelim.

İfade alma işlemleri sürerken savcı beyin misafirinin geldiği ve ifade alma işlemlerine ara verildiği haberini aldık. Aldık diyorum, çünkü benimle beraber bekleyen başka şüphelilerin müdafii meslektaşlarım ve şüphelilerin tedirgin, üzgün, çocuklarının akıbetini düşünmekten bitap düşmüş yakınları da vardı. Olsun, bekleyecektik. Erken gelmesi gereken adalet hak değil lütuftu çünkü. Neyse ki misafirin işi uzun sürmedi de tekrar başlayabildik ifade alma verme işlemlerine. (Yarım saat sürdü, ama olacak o kadar. Ülkece, bizim için hâkim ve savcılarımızın kapısında yarım saat, bir saat beklemek kısa bir zaman artık.)

Ve nihayet müdafii olduğum Fatma getirildi. İfadeye girmeden önce biraz konuşmak istedim. Şu meşhur bylock programını yüklememiş. Meşhur bankada hesabı yok. Meşhur gazete ve dergilere aboneliği yok. Yine meşhur sendika ve derneklere de üyeliği yok. Peki neden gözaltında Fatma? Çünkü öğrenciyken, hem de malûm cemaat ile halihazırdaki muktedirlerin birbirine methiyeler dizdikleri zamanlarda öğrenci evinde kalmış Fatma. Daha ne olsun.

Girdik savcı beyin odasına. Ad soyad, iş güç derken geldik esas ifadeye. Savcı bey soruyor, üç gün öncesine kadar ağır ceza mahkemesi üyesi olan ve ifade alan kişi iken bugün savcının karşısında ifade veren Fatma cevaplıyor: Güney illerimizin birinde, üç çocuklu bir ailenin en büyük çocuğu olarak doğup büyümüş. Babası kendisi üniversiteye başladığı sene aileyi terk edip gitmiş. Annesi okutmuş kendisini ve hâlâ diğer kardeşlerini okutmaya çalışıyormuş.

Yüksek bir puanla en iyi devlet okullarından birini kazanınca almış valizini düşmüş yola, ama nereye? Başta baba yok, gideceği yerde eş, dost, akraba yok. Kazandığı üç beş kuruşla üç çocuk okutmaya çalışan anne ne kadar yardımcı olabilir? Devlet yurduna başvurmuş Fatma, çıkmamış. Kısacası devlet, başının çaresine bak demiş Fatma’ya. Bak bakmasına da nasıl? Birileri böyle böyle yurtlar var, hem ucuz hem mütedeyyin insanlar demişler. Fatma çaresiz gidip dedikleri yurtlardan birine kaydını yaptırmış, ama buranın parası bile Fatma’yı ve üç çocuk okutmaya çalışan anneyi zorlamış. Fatma durumunu anlatıp yurt sahiplerinden indirim istemeye gitmiş. “Burada indirim yapamayız, ama evlerimiz var. Oraya geçersen daha ucuza kalabilirsin” demişler. Fatma, eli kolu bağlı, dedikleri eve geçmiş.

Üç yıl sonra nihayet okulunu başarı ile bitirmiş, ama avukatlık demek üç beş yılını gözden çıkarmak, kendi işini kurana kadar – o da kurabilirse tabi- asgarî ücretten biraz hallice bir ücrete başka avukatın yanında çalışmak demek. Oysa Fatma’nın üç beş yılını daha kaybetmek gibi bir lüksü yok. Hâkimlik, savcılık sınavlarına girmiş. Kazanmış. Yakın illerden birinin küçük bir ilçesinde hâkimliğe başlamış. 

Bu arada muktedirler ile Fatma’nın evlerinde kaldığı cemaatin arasına kara kediler girmiş. Ülke bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmış. Muktedirler “aldatıldık, kandırıldık, Allah bizi affetsin” deyip işin içinden sıyrılmışlar. Olan Fatma ve Fatma gibilerine olmuş. Önce görevlerinden ihraç edilmiş sonra gözaltına alınmış ve pek çoğu tutuklanmış. Fatma ve Fatma gibiler aldatılamaz, kandırılamaz çünkü. Ordusuyla, polisiyle, istihbaratıyla, danışman ordusuyla devlet ve devletin başındakiler aldatılabilir, kandırılabilir, ama Fatma ve Fatma gibi kendi halinde, sıradan vatandaşlar kandırılamaz. Bu sebepledir ki mesleğinden ihraç edilmesi, gözaltına alınması, tutuklanması ve hatta cezalandırılması gerekir.

Öyle de oluyor zaten. Savcı bey ifadeyi alıp tutuklamaya sevk ediyor. Çıkıyoruz odadan. 27-28 yaşlarında zaten ufak tefek bir kadındı Fatma. Tutuklamaya sevk edildiğini duyunca biraz daha küçüldü karşımda ve gözlerindeki yaşları ve bitkin haliyle dudaklarından ilk cümlesi döküldü: Şimdi ne olacak avukat bey? Hayatım mahvoldu! Ne diyebilirsiniz? Ben hiçbir şey diyemedim, ama bir yandan da hâlâ umudum var. Fatma’nın en azından tutuksuz yargılanmasını sağlayabiliriz. Bunun için sorgu hâkimine de derdimizi anlatacağız, ama derdimizi anlatmadan önce, onun için de 3-4 saat beklememiz lâzım. Dedik ya kolay değil, adalet arıyoruz.

Kadın polis memurları bekleme esnasında Fatma’yı tekrar nezarethaneye götürmeleri gerektiğini söylediler. Nezarethane adını duyan Fatma’nın gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Mesleğinden ihraç edilmiş olmasının, gözaltına alınmış olmasının, bunlar da yetmiyormuş gibi tutuklanacak olmasının şokunu atlatamamışken nezarethane adını duymak, dayanma gücünü tamamen almış olacak ki titreyerek ağlamaya başladı tekrar.

Bir yandan titreyerek ağlarken bir yandan da “ne olur beni ‘oraya’ götürmeyin!” dedi. Nezarethane adını duymak istemiyor, koğuş adına alışmak istemiyordu sanki. Ancak görevli memurun da elinden gelen bir şey yok, götürmek zorunda. Ben yaklaştım bu sefer Fatma’ya, sakinleştirmeye çalıştım. Faydasız. Hem ağlıyor hem “oraya” gitmek istemediğini tekrarlıyordu. Kadın polis memurlarından birisi yardımcı olmaya çalışarak “Tamam koğuşa gitmezsiniz, nezarethanenin girişindeki bekleme kısmında durursunuz sorguya kadar. Avukat bey de sizinle gelir” dedi.

Bunu yapmanın doğru olup olmadığını, meslek kurallarına ve en önemlisi profesyonelliğe uygun olup olmadığını düşünmeden kabul ettim. İndik “oraya” Fatma’yı konuşturmaya, şoku atlatmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Kolay değil. Hayatları mahvedilmiş insanları teselli etmek hiç kolay değil. Bunu, Fatma’yı sakinleştirmek için çabalarken çok daha iyi anladım. Fatma ile iki saatten fazla nezarethanede beklemek zorunda kaldım ve Fatma’nın neden “oraya” gitmek istemediğini biraz olsun anladım.

Nihayet vakit geldi. Toplandık, gittik sorgu hâkimliğinin önüne. Bir bekleme faslını da orada icra ettikten sonra sorguya girdik. Fatma derdini anlattı. Örgütle, darbeyle bir ilgisinin olmadığını, masum olduğunu anlattı. Sıra müdafii olarak bana geldiğinde hukukî gerekçelerle savunmasını yaptım. En azından tutuklamaya yeter şartların oluşmadığını, buna gerek de olmadığını anlattım. Yetmedi. Ne Fatma’nın anlattıkları ne benim savunmam yetti.

Gereği düşünüldü: Tutuklanmasına…

Gerekçe? Gerekçe yok. Daha doğrusu üçüncü dünya ülkelerinde bile olsa kimsenin görevinden ihraç edilmesine, gözaltına alınmasına, tutuklanmasına sebep olamayacak gerekçeler ile görevinden atıldı, yetmedi gözaltına alındı, yetmedi tutuklandı Fatma.

O an Fatma’nın bir kaç saatliğine beklemesi için götürüleceği zaman, nezarethane adını duyduğunda nasıl titrediğini, “oraya” gitmek istemediğini nasıl gözyaşlarıyla söylediğini, avukat bey hayatım mahvoldu deyişini ve tabiî ki adaletin ne olduğunu düşündüm.

Gece saat 23’ü geçerken ben aklımda sorularla evime dönerken, Fatma “oraya” götürülmek üzere yola çıkıyordu.

Bu, benim şahit olduğum, Fatma’nın yaşadıklarıydı. Eminim ki Fatma (veya Ayşe veya Bilge) gibi pek çok kişi aynı mağduriyeti, aynı mahvolmuşluğu yaşadı, yaşamaya devam ediyor ve eğer suçlu ile suçsuz birbirinden ayırt edilmez, bu hukuksuzluğa bir an önce son vermek için bir şeyler yapılmazsa daha pek çok kişi yaşayacak.

“Bir topluluğa olan kininiz sakın sizi adaletsizliğe itmesin” diyen âyetin manasını hakkıyla yaşayabildiğimiz adaletli günlere ulaşmak umuduyla…

Okunma Sayısı: 17088
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • KHK mağduru

    29.6.2017 13:35:05

    Fatma yada fatmaları anlatırken bi anda daldım gittim eşim geldi aklıma ve onun tutuklandığı gün adliye koridorunda saatlerce beklediğim gün ne zor ne acı bir gündü o öyle.... Sadece yazıklar olsun sizlere zalimler biz davamızı mahkemeyi kübraya bıraktık acaba orada nereye gidecek ne yalanlar söyleyeceksiniz...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı