"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ergenekon’un finans kaynakları ‘uluslar arası komisyonlar’ mı?

25 Temmuz 2011, Pazartesi
Televizyonlardaki sivil dikta tartışmalarına baktığımızda Ergenekon örgütünün bittiğini, yerinde küller estiğini, sivil iktidarın istediğini yaptığını düşünebilirsiniz.

 Ergenekon çöktü mü? Dâvâ sürecine dahil edilenler örgütün çökmesi için yeterli mi? Yoksa Ergenekon siyaset, yargı, medya ayağıyla hâlâ faaliyetlerini yürütüyor mu? Jitem –PKK-Ergenekon ilişkisi gerçek mi? Ergenekon’un dış bağlantıları neler? Bütün bunları Ergenekon üzerine bir çok kitap yazan ve Ergenekoncuları yakından tanıyan yazar Zihni Çakır’la konuştuk. Zihni Çakır Ergenekon sürecinde gizliliği ihlâl ve yargılamayı etkileme dolayısıyla hâlâ yargılanıyor. Onun söylediklerine kulak vermenin faydalı olacağını düşünüyorum…

Ergenekon sürecinin geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?

Sözünü ettiğimiz süreç hem devam eden soruşturmalar, hem de dâvâ ile bir yargı süreci. Üstelik kamuoyunda bilinçli şekilde oluşturulan yanlış algının aksine, sadece İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nce Silivri’de yürütülen Ergenekon dâvâsı ile sınırlı da değil. Eğer ki, Ergenekon, Türkiye’de siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamı, devlet içerisinde yapılanmış ve medya, yargı, sermaye ve siyaset ayaklarıyla yönlendirmeye çalışan bir yapıysa; halkın demokratik iradesiyle yönetime gelen siyasal iktidarları terör örgütleri dahil her türlü illegal yapılarla geliştirilecek işbirliği neticesinde alaşağı etmeyi, yine kontrolünde bulunan hukuk dışı oluşumları tesis edeceği kaotik ortam ve kargaşalarla silâhlı otoriteye darbe zemini hazırlayan bir yapıysa; Sadece 13. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen Ergenekon dâvâsıyla sınırlandırmak imkânsızdır.

Sınırlandırmadan kastınız nedir?

Bu sınırlandırmayla baktığınızda, “dağ fare doğurdu” da demek mümkündür. Zira Veli Küçük, Doğu Perinçek, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz, Hikmet Çiçek gibi isimler, Ergenekon’a atfedilen suçlamaları, Ergenekonla ilişkilendirilen eylemleri gerçekleştirme kabiliyeti ve kudretine sahip değil ki... Ama süreci değerlendirirken, Danıştay Saldırısı, Hrant Dink Suikastı, Poyrazköy, Millete Komplo Belgesi, Balyoz gibi eklentilere bir bütün olarak baktığınızda, gelinen noktayı, Türkiye’nin karanlık geçmişiyle yüzleşmesindeki bir aşama olarak görebilirsiniz.
Konu üzerine yaptığım derinlemesine çalışmalar ve devam eden araştırmalarım ışığında şunu iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki; Ergenekon diye tanımlanan -ama ister Derin Devlet deyin, isterse Türk Gladyosu- örgütlü illegal yapıya dair yargı safhasında devam eden süreç, farklı dâvâlara bir bütün olarak baktığınızda oldukça sağlıklı ve sonuca ulaşılabilecek bir ahenkle seyrediyor.

Sizin daha önce tarif ettiğiniz bir numaraya ulaşılabildi mi? Ulaşılamadıysa bu badireleri nasıl atlatıyor?

Şimdi, öncelikle sürecin başından bu yana koskoca soruşturmanın tek bir isme endekslenmesine karşı çıktığımı bir kez daha yinelemek istiyorum. Toplumda öylesine bir beklenti oluşturuldu ki; sanki bu yapının 1 numarası sadece bir kişiden ibaret ve bu kişinin operasyonlarda yer almaması soruşturma ciddiyetini bozuyor.

Bir numaranın soruşturmanın içinde olmaması dâvâyı aksatmaz mı?

Ergenekon diye adlandırılan yapıya dair soruşturma başlamadan 7 ay evvel piyasaya çıkan kitabımda, bu yapının 1 numarasından söz ederken, o dönem, yani 28 Şubat sürecinde aktif olan bir zatı tarif etmiştim. Bu demek değil ki “1 numara” diye adlandırılan ve yapının tepe noktasını işaret eden kişi sabit değil. Bir kere; Ergenekon yapılanmasını kompartıman tarzı bir yapılanma olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Yani bir trenin iki ayrı kompartımanı arasındaki saplamayı çektiğinizde nasıl aralarında bir ilişki kalmazsa, Ergenekon yapılanması da bu tarz bir örgütlenme modeli. İşte benim o tarifini verdiğim ve soruşturma safhasındaki tanık beyanlarımda da anlattığım kişi, yani “1 numara” o kompartımanlardan birinin lideriydi demek daha doğru olur.
Bunu bugüne kadar hep bu çerçevede anlatma konusunda ısrar etmeme rağmen, nedense meslektaşlarımız olayın sansasyonel boyutuyla ilgilendiğinden kamuoyuna aktarımında böyle davranmamayı yeğledi. İşte, olaya bu pencereden bakınca, şu an Silivri’de Ergenekon yapılanması içerisinde “1 numara” diye hitap edilen birden fazla zevatın bulunduğunu görebilirsiniz.
Gelelim kamuoyunda fazlaca merak edilen “1 numara”ya… Sizin sorunuzda da kastettiğiniz kişi de bu olsa gerek. Ama bu kişi 1999’da yeniden yapılanma sürecine girildiğinde var olan kişi olamaz ki! Ya da 2003’te darbe planlarının karargâh dehlizlerinde hazırlandığı dönemin “1 numarası” ile 2007’de “e-muhtıra”yı dayatan 1 numara aynı kişi olamaz… Ergenekon ana gövdesinin sacayaklarını oluşturan irili ufaklı örgütlerin liderince bile kimliği bilinmeyen 1 numara, yani ana yapının asıl lideri muhakkak, ama muhakkak asker kökenlidir. Bakınız, kamuoyu 2008 Ocak’ında start alan Ergenekon operasyonu sırasında hangi komutanın ABD seyahatinde olduğunu göz ardı ediyor. Bu tür nüanslar yapının deşifresi için ciddî anlamlar taşıyor aslında. Ya da 28 Şubat sürecinde istihbarat akışının başında olan zatın 1999’daki yeniden yapılanma sürecindeki 1 numara olduğuna dair oldukça fazla veri var. Devam eden bir dâvâda çok fazla detay vermek de sakıncalı. Zira gizliliği ihlâl ya da yargılamayı etkileme iddiasıyla hâlâ yargılanan biriyim. Bu çerçevede hukukî çerçevede şunu söyleyebilirim ki; Ergenekon diye tanımlanan yapının dönemsel olarak değişen ve bir askerî hiyerarşi içerisinde, belli koşulları taşımak kaydıyla seçilen “1 numara” tanımlamasına birebir uyan, benim bildiğim, 1 tutuklu isim var. Yine benim tahmin ettiğim ve yeniden yapılanma sürecindeki “1 numara” olduğunu düşündüğüm ismi şu ana kadar sadece 1 yazılı basın haberi ve Şemdinli İddianamesi hariç hiçbir yerde zikredilmedi bile. Bunun çeşitli sebepleri olabilir tabiî…

Bu kadar dâvâ ve üstüne gidilmesine rağmen Ergenekon faaliyetlerini nasıl devam ettiriyor?

Bunu bir nevi korunma refleksi olarak tanımlayabiliriz. Ve ayrıca böylesine bir yapının tüm ayaklarının dâvâ ve soruşturmaya henüz dahil edilmediğini de dikkate almalıyız. Sadece 1. Ergenekon İddianamesiyle tarifi yapılan örgütlü yapıyı ele aldığımızda bile, Ordu-Yargı-Medya-Siyaset ve STK bağlantıları olmadan bu yapının faaliyet gösterebileceğine ikna olur musunuz? Asla…
Doğal olarak Poyrazköy, Balyoz, Kaos Planı, Andıç gibi dâvâlarla ordu ve karargâh bağlantısının araştırıldığını ve yargı safhasına taşındığını söylemek mümkün. Elbette, bu, o dâvâlardaki tutuklu ve tutuksuz şüphelilerin peşinen suçlu olduğu anlamına gelmez. Ama yapının karargâh bağlantısına dair ciddî emareler olmalı ki oraya uzanıldı. Yine bazı marjinal siyasî yapı mensuplarının da halen tutuklu yargılandığını gözden kaçırmamalıyız. Bununla birlikte, yapının bazı güçlü siyasî yapılar içerisinde nasıl derin çalışmalar yaptığını da 12 Haziran seçimleri öncesinde gördük. STK’lar açısından da belli adımların atıldığı şüpheliler arasındaki isimlere isnat edilen iddialardan görülüyor. Bu noktada şunu söylemek mümkün: Eğer Türkiye, Derin Devlet tarzı oluşumlarla hesaplaşıp faili meçhul cinayetler, darbeler ve darbelere zemin hazırlayan toplumsal olaylarla sansasyonel cinayetlerin arka planındaki yapıyı tasfiye etmek istiyorsa, bu eylemlerden sorumlu tutulan ve bugün adı Ergenekon diye telâffuz edilen ana yapının Medya-Siyaset ve Yüksek Yargı ayaklarını da ortaya çıkaracak sürece hazırlıklı olmalıdır.
Sorunuzun cevabı da; yani bu kadar şeye rağmen yapının faaliyetlerini devam ettirmesinin sırrı da halen yüzeysel temasın dışına geçilemeyen bu ayaklarla henüz karşılaşmamamız ya da bu ayakların tam anlamıyla soruşturma ve dâvâya dahil edilememiş olmasıdır.

Ergenekon’da ortaya çıkmamış ne tür ilişkiler var?

Yukarıda da zikrettiğim gibi; bu yapının varlığını devam ettirebilmek için, imza attığı her türlü hukuk dışı eylemin örtülmesinde rol oynayan yargı ayağı, henüz tam anlamıyla ortaya çıkarılamamıştır. Örneğin; Danıştay Saldırısı dâvâsında, ilk mahkemenin yargılama sürecinde sergilediği ihmaller, savcılık soruşturma aşamasında soruşturma sürecine dahil edilmeyen bazı telefon görüşmeleri ve zanlının aile fertlerinin telefon mesajlarının dikkate alınmadığı gibi, bu telefonu kullandığı iddia edilen kız kardeşinin ifadesine bile başvurulmaması ve hemen akabinde bu bayanın yurt dışına çıkarılması… Yapının siyasî arenada temsilciliğini üslenen güçlü siyasî aktörlere de henüz uzanılamamıştır. Yapının hukuk dışı eylemlerine meşrûiyet kazandırma, yapı adına psikolojik harp argümanlarının sınırsız kullanılmasını sağlama ve kamuoyu oluşturma görevi üslenen Kartel Medyaya daha dokunulmamıştır bile.

Son günlerde Jitem tartışmaları yeniden ortaya çıktı. Jitem’le Ergenekon’un bağlantısı var mıdır?

JİTEM Ergenekon’un operasyonel kanadıdır. Özel Kuvvetler mensuplarıyla JİTEM elemanları ya da bu birimlerce eğitilen sivil saha elemanları Ergenekon denilen ana gövdenin operasyonel ayaklarıdır. Ergenekon ana piramidinin alt taşları ya da birer kompartımanıdır. Elbette bir ilişki vardır; üstelik JİTEM’e isnat edilen birçok eylemin amaç ve sonucunu değerlendirdiğimizde bu ilişki, inkâr edilmez bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Daha net bir tanımlama yapacak olursak, bugün Ergenekon diye bildiğimiz örgütlü yapının, amacına uyan eylem ve faaliyetlerinde özellikle toplumsal barışı yok edici, toplumda devlete olan güven duygusunu yıkıcı, toplumu siyasal ve mezhepsel olarak ayrıştırıcı, siyasî otoritenin meşrûiyetini sorgulayıcı her türlü karanlık eylem ve suikastin arka planında dolaylı ya da direkt olarak JİTEM kullanılmıştır. Musa Anter, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı suikastlerinde tetiği çeken ellerin bir parmağı da JİTEM’dir aslında. Ha, bu suikastlerin arkasında MOSSAD gibi görüntüde meşrû ve legal, ama perde arkasında gayrimeşrû ve illegal faaliyet gösteren uluslar arası istihbarat örgütler de bulunur, ancak bu örgütlerin işbirlikçileri JİTEM ve benzeri yapılardır.
İşte Sabancı Suikastı ortada… MOSSAD’dan JİTEM’e ve JİTEM’e taşeronluk yapan DHKP-C’ye kadar her kirli yapının imzasını görebilirsiniz bu suikastte. Zaten halen tam olarak aydınlanmamasının altında yatan sebep de budur.

 
“DAVUTOĞLU BİLİNÇLİ OLARAK DÂVÂYA DAHİL EDİLMEK İSTENİYOR”
 
Deniz Feneri operasyonuyla ilgili görüşleriniz nedir?
Bu konu hakikaten vicdanen çok rahatsız olduğum bir durum. Her kafadan bir ses çıkması ve ana muhalefet partisinin bu olaya “mal bulmuş mağribi” misali sarılması vicdanların kabul edebileceği bir şey değil. Tabiî, onların, yani CHP’nin aldığı pozisyonu vicdanla da açıklayamazsınız. Ama CHP’nin en yumuşak karnı olan Almanya bağlantısına dair ortada dolanan şüpheleri bir araya getirip görsel bir enstantane oluşturduğunuzda, Deniz Feneri eV.’de aldıkları pozisyonu kavrama zorluğu çekmezsiniz. İzin verirseniz şimdiye kadar bakılmayan bir pencere açmak istiyorum Deniz Feneri olayına. Misyonerlik faaliyetlerinde en radikal adımları atan, en geniş coğrafyada çalışmalar yapan ve bunu bizzat devlet politikasına dönüştüren ülkelerden biri Deniz Feneri iddialarının odağında bulunan Almanya’dır. Bu bakımdan Avrupa'daki Türk isçiler de misyonerliğin ilgi alanlarından biri olmuştur hep. Onlara yönelik çalışmalar, bilhassa OM (Operation Mobilization), WEC (WEC International), “Friends of Turkey” ve “Orientdienst” isimli kuruluşlarca yürütülmüş ve yürütülmektedir. Bakınız, Almanya Musnter´de bulunan İlahiyat Fakültesi, 1910 yılında devletten misyonerlik ile ilgili bir bölüm kurulmasını isterken, “Misyonerlik ile Yüksek Okullarımızda hem teolojik, hem de ilmî olarak uğraşmak, Alman devletinin çağımızda sürdürdüğü kolonileştirme gayret ve çabalarını başarılı kılmak için bir zaruret halini almıştır” gerekçesini öne sürer. Öte yandan, son yıllarda Türkiye ve Türk dünyasına yönelik misyonerlik faaliyetlerini Almanya merkezli olarak inceleyen araştırmacılar, bu ülkedeki gerek Katolik, gerekse Protestan misyonerlik kuruluşlarının, bağışlar, kilise gelirlerinden kesintiler ve gayrı menkullerinin kiraları gibi gelirlerinin yanı sıra, Almanya hükümetinin gizli ödeneklerinden de finanse edildiklerini belgeleri ile ortaya koyar. Kiliseler ve devlet ödeneklerinden finanse edilen misyonerlik amaçlı yardımlar, son yıllarda Türkiye merkezli yardım kuruluşlarının faaliyetleri kapsamında adeta cılızlaşır.
Yani bir çatışma alanı mı oluştu?
Deniz Feneri ve Deniz Feneri eV. “Yüzyılın İyilik Hareketi” sloganıyla misyonerlik amacı taşımadan, bu Alman misyonerlik kuruluşlarının çalışma sahalarının tamamında, yoksullar, afetzedeler, kriz mağdurları ve iç kargaşalarla yaşamını sürdürme zorluğu çeken milletlere hayırseverlerin bağışlarını ulaştırdıkça, bu hareket misyonerlerin hedefine oturur.
Türkiye merkezli Deniz Feneri, Almanya adresli Deniz Feneri eV., cemaat odaklı Kimse Yok Mu gibi; kimi cemaat, kimi ise bağımsız girişim hareketi olan yardım kuruluşları, kimi zaman Uganda’da, kimi zaman Somali’de, kimi zaman Avustralya’da, kimi zaman Çin’de, kimi zaman Japonya’da, Tacikistan’da, Kırım’da, Azerbaycan’da, Yunanistan’da kısaca dünya coğrafyasının her noktasında yardıma muhtaç insanlara el uzattıkça, sıcak yuvalar kurup bir tas çorba ikram ettikçe, başta Almanya olmak üzere Hıristiyan misyonerlerin hedefine otururur.
Bu arada, Türkiye’de muhafazakârlaşma eğilimini tetikleyen ve bugünkü siyasal fotoğrafın oluşumunda büyük katkı sağlayan sosyolojik gerçekliğin arkasında da evrensel faaliyet gösteren bu yardım kuruluşları vardır.
Örneğin Deniz Feneri’ni destekleyen en önemli kuruluşlardan birinin Kanal 7 ve internet ağında Haber7 olduğu ortadayken, Kanal 7’nin dış destekli bir darbe olan 28 Şubat’ta neler yaşadığını, nasıl hedef tahtasına konulduğu hâlâ tazeliğiyle duruyor hafızalarımızda. Şimdi bu kadar veri ortadayken Hıristiyan Misyonerliğinin en önemli adresi olan Almanya kaynaklı Deniz Feneri soruşturmasına kim nasıl inanmamızı isteyebilir ki? Soruşturmanın Almanya’dan yakılan fitilinin inandırıcılık boyutu zorlama bilgi ve sahtecilik maarifetiyle imal edilen mesnetsiz belgelerle çökmüştür zaten.
CHP ile nasıl bir bağlantısı var bu dâvânın?
Önemli bir nokta soruşturmanın Türkiye’de başlatılması için oluşturulan kamuoyu baskısının arkasındaki adresin CHP olmasıdır. CHP’nin başında kirli bir komplo sonrasında Genel Başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun bulunması tesadüf mü sanıyorsunuz? Kemal Kılıçdaroğlu’nun Almanya ilişkileri, Kemal Kılıçdaroğlu sonrasında CHP’nin izlediği politik çizgi, Deniz Feneri Soruşturması’nda bugün gelinen noktayı hiçbir zaman birbiriyle bağlantısız, spontane gelişen olaylar diye görmedim ben. Alman Derin Devleti’nin de desteğini alan Alman Misyonerlik Hareketleri, Deniz Feneri dosyası ile bir taşla iki kuş vurmak istemiştir. Bunlar, hem ‘’Yüzyılın İyilik Hareketi”nin kendi çalışma alanlarından temizlenmesini, hem de Türkiye’de yaşanan sosyolojik değişimin bir sonucu olan muhafazakârlaşma sürecini kesintiye uğratmayı amaçlamaktadır. Sosyal bilimciler ile siyaset sosyologlarının kamuoyu araştırmalarına dayandırarak yaptıkları yorumlar ve Türkiye’de toplumsal yapı gerçekliğinden yola çıktığınızda, takdir edersiniz ki; Türkiye’deki muhafazakârlaşma eğiliminin oransal artışıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar olabilecek oy oranı arasında tersine bir ilişki var.
Deniz feneri eV. dâvâsında sizce gözden kaçan başka bir şey var mı?
İşte, bakınız, bütün örtülü çalışmalarının temelinde Almanya bulunan, lideri Doğu Perinçek’in sır dolu 2 yıllık Almanya macerası hâlâ aydınlanmayan grup, kendilerine bağlı Aydınlık gazetesinde, sözde soruşturma ile Dışişleri Bakanı sayın Ahmet Davutoğlu’nu da ilişkilendirme telâşına kapıldı. Türkiye’nin özellikle son 7-8 senedir dış politikada uyguladığı onurlu duruş ve plan masasında piyon değil, oyun kurucu rolünün altında yer alan sayın Bakan’ın böyle bir süreçle birlikte anılması tesadüf mü sanki? Türkiye’nin Davutoğlu liderliğinde yüklendiği misyon ile bölgede ve Avrupa arenasında kazandığı saygınlık, AB içerisinde en fazla Almanya’nın kredisini eritmedi mi? Şimdi CHP tandanslı bir soruşturmaya Almanya tandanslı bir grubun yayın organında Sayın Davutoğlu’nu da ilişkilendirme çabaları sergileniyorsa, hepimiz “bir dakika” demek durumundayız.
 
Ergenekon’un finans kaynaklarından biri TSK’nın uluslar arası şirketlerden aldığı komisyonlar mı?

Ergenekon’un para kaynağı nedir? Önümüzdeki dönemde bu sebeple batacak şirketler olabilir mi?

Öyle zannediyorum, devam eden Ergenekon ve bağlı unsurların soruşturmasıyla mahkeme safhasına taşınmış dâvâlarda eksik ayaklardan biri de finans kaynağıdır.
Bu anlamda ya zamana yayılmış bir süreç söz konusu ya da bu kaynaklardan kiminin devlet olanaklarına dayanmasından doğan bir sıkıntı söz konusu. Bakınız İtalya’da Gladyo’nun finans kaynağı konusunda netleşmiş bir görüş ve dâvâ kararı olmamakla birlikte, birçok hukuk dışı eylemin devlet olanaklarından, bazılarının da ülkenin yüksek sermaye şirketlerinden temin edildiği durum söz konusu. Bu arada Gladyo’ya bağlı faaliyet gösteren yapıların, silâh ticareti, kara para aklama, uyuşturucu trafiğini yönetme, fuhuş sektörüne hakim olma gibi yollarla da finans sağladıkları biliniyor.
Bütün faaliyetlerinde bu tarz bir örgütlenmeyi model alan Ergenekon için de finans kaynağına dair çok kafa yormaya gerek yok diye düşünüyorum.
Hatta, daha ekstra olarak, Ergenekon’un finans kaynaklarından birinin de TSK’nın ihtiyacı olan silâh ve teknolojik restorasyon sürecinde, uluslar arası şirketlerden hatırı sayılır komisyonlar aldığına dair ciddî emareler olduğunu söyleyebiliriz.
Yine bizzat yapının kontrolüne girmiş büyük sermaye gruplarının varlığına dair şüpheyi aşan bilgiler de yok değil. Kim bilir, belki siyaset ve medya ayağına yönelik ciddî bir operasyonla bu kaynakları da deşifre etme şansı bulabilir savcılar…

PKK ile Ergenekon arasında bir bağlantı var mı?

Bu bağlantının varlığı için çok sıradan bir olayla örnek vermek istiyorum…2007’de silâhlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Türkiye’nin önde gelen akaryakıt şirketlerinden birinin işletme müdürlüğünü yapan Ömer Cemil Sanal’ın, bir yıl sonra ortaya çıkan e-posta yazışmaları, kaçak akaryakıt satışındaki karanlık ilişkileri gün yüzüne çıkarmıştı.
Akdeniz’de ve özellikle de Mersin’de en büyük akaryakıt depolarının sahibi olan dev bir firmanın yöneticisi olan Ömer Cemil Sanal isimli şahıs, görev yaptığı Hatay Dörtyol’da 6 Mart 2007 tarihinde iş çıkışı uğradığı silâhlı saldırıyla hayatını kaybetmişti.
Cinayetin ardından başlatılan soruşturmada Sanal’a bağlı işletmelerde çalışan iki kişi cinayet zanlısı olarak tutuklandı ve olay ‘adi vak'a’ diye kayda geçirildi. Bereket ki ağabeylerinin ölümünü şüpheli bulan kardeşleri Sema ve Deniz, cinayetin izini sürdü. Bir yıl süren çalışmalarında ağabeyleri Ömer Sanal’ın, bilgisayarındaki kayıtların silindiğini tesbit etti. Bu kayıtları da mahkemeye sundu.
Mahkemeye sunulan bilgi ve belgelerde, akaryakıt taşınmasında Kuzey Irak’ta PKK’ya yakın kişilere verilen rüşvetler isim isim yer alıyordu. Yine aynı belgelerde, Türkiye’deki akaryakıt şirketlerinin, kaçak akaryakıt için gizli akaryakıt hatları yaptıkları da öne sürülüyordu. Aynı bilgi ve belgelerde, emekli bazı askerlerin de isimleri verilerek, bu kişilerin de akaryakıt kaçakçılığına karıştığı öne sürülüyordu. Bölgede görev yapan, ancak Sanal cinayetinin ardından emekli edilen üst düzey komutanın ismine Engenekon terör örgütü operasyonu kapsamında gözaltına alınan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün arşivinde çıkan dosyalarda da rastlanmıştı.
Yine eski bir PKK yöneticisi, eski Ergenekon soruşturma savcısı Zekeriya Öz’e gönderdiği bir mektup ve kayıtlarda bir çok devlet yetkilisi ile Ergenekon şüphelisinin Öcalan ile ilişkilerini ve görüşmelerini anlatmış, bunları belgelendirmişti. Bu isimlerden bazıları tutuklanmışken, bazılarına dair henüz operasyon yapılmadığı da bilinmekte.
Hâlâ kabul etmek istemeyenler için, PKK’nın kuruluş aşamasında, Öcalan’ın yanında yer alan iki kişinin devlet görevlisi olduğunu, Apocular’ın 12 Eylül darbe hazırlıkları yapılırken, devlet tarafndan uyarılarak Suriye’ye kaçmalarının sağlandığını hatırlatsak yeter sanırım. Kesire’nin MİT’çi babası konusunu da okurlarımız değerlendirsin ayrıca…

PKK ile Ergenekon’un işbirliği yapıp Türkiye’yi kaosa sokacağı iddialarına ne dersiniz?

Bu iddianın ötesine geçmiş durumda. Dağlıca’da, Aktütün’de, Silvan’da ortaya çıkan durumu başka nasıl okuyabiliriz ki? Kastamonu’da Başbakan’ın konvoyuna yapılan saldırının başka bir tarifi olabilir mi seçim arefesinde? PKK ve Ergenekon’un amaçları doğrultusunda faaliyet gösteren sözde STK’ların ortamı geren ve devlete ve siyasî otoriteye olan güveni sarsıcı tahrikkâr beyanlarını başka nasıl değerlendirebiliriz? Yine aynı STK’ların “Bayrak ve Atatürk”ü alet ederek başlattığı şehit provokasyonlarını iyi niyetli girişimler olarak mı değerlendireceğiz?

Ergenekon’un uluslar arası ayağına dokunulabiliyor mu?

Ergenekon’un uluslar arası ayağına yasal olanaklar doğrultusunda dokunmak pek mümkün görünmüyor. Çünkü örneğin Sabancı Suikastından ya da Uğur Mumcu’nun katlinden örnek verecek olursak; bu suikastlerde uluslar arası hukukça legal kabul edilen bir ülke istihbarat örgütünün varlığı sözkonusu. Yani MOSSAD… Ergenekon kapsamında olayı ele aldığınızda MOSSAD’a dair kendi iç hukukunuzla bir yaptırımınız söz konusu olamaz. Ve suikastte silâhı tutan el ile tetiği çeken parmak arasında somut bağ kurmanızı engelleyecek profesyonelce bir operasyon uygulanmış. Bütün şüphelere rağmen somutlaştırılamayan bu ilişki nedeniyle uluslar arası hukuk bağlamında da Ergenekon’un dış ayağına dokunmanız imkânsızlaşıyor.
Aynı şey Alman BND için de geçerli. Hablemitoğlu cinayetinin arkasındaki elin BND olduğuna dair ciddî şüpheler olsa da bu ilişkiyi, yani tetiği çeken parmakla silâhı tutan el arasındaki bağlantıyı somut kuramadığınızda, bu dış bağlantıya dair bir işlem yapmanız mümkün olmuyor.

 
H.Hüseyin Kemal
Okunma Sayısı: 3298
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı