"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Said Nursî, M. Kemal ve icraatı için neler söyledi?

08 Aralık 2011, Perşembe
BEDİÜZZAMAN'IN M. KEMAL HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ NELERDİ? SAİD NURSÎ, M. KEMAL VE İCRAATI İÇİN NELER SÖYLEDİ, NELER YAZDI? SAİD NURSÎ'NİN ESERLERİNDEN, BU CEVAPLARI İHTİVA EDEN BAHİSLERİ ANA HATLARIYLA DERLEYİP SUNMAYA ÇALIŞALIM.

İman ve tefekkür adamı Bediüzzaman Said Nursî, çok farklı maksatlara hizmet eden Mustafa Kemal hakkında ne düşünüyordu?
Bediüzzaman Said Nursî, Cumhuriyet Türkiye’sinde fikir hayatımıza mührünü vurmuş bir inanç, tefekkür ve mücadele adamı. “İman kurtarma” mihveri etrafında yazılan 130 eserin sahibi. M. Kemal ise, aynı dönemin önde gelen devlet adamı. Cumhuriyet devrinin ilk cumhurbaşkanı, inkılâpların mimarı ve Bediüzzaman’ın inançlarına tamamen zıt bir dünya görüşünün temsilcisi, tatbikatçısı.
Acaba bu iki tarihî şahsiyet arasındaki münasebetler nasıl cereyan etti? Bediüzzaman’ın M. Kemal hakkındaki düşünceleri nelerdi? Said Nursî, M. Kemal ve icraatı için neler söyledi, neler yazdı?
Said Nursî’nin eserlerinden, bu cevapları ihtiva eden bahisleri ana hatlarıyla derleyip sunmaya çalışalım.

“BU KAHRAMAN HOCA BİZE LÂZIMDIR”
Bediüzzaman’la M. Kemal’in ilk buluşması, Ankara’da Büyük Millet Meclisinde 1922 sonunda gerçekleşir. Daha öncesinde Said Nursî İstanbul’dadır ve işgal kuvvetlerine karşı neşrettiği Hutuvat-ı Sitte isimli broşürün işgalciler tarafından yürütülen propagandaları boşa çıkarması ve büyük akisler uyandırıp Anadolu’daki millî kurtuluş hareketine önemli bir moral kaynağı olması üzerine, M. Kemal tarafından ısrarla Ankara’ya dâvet edilmektedir. Bediüzzaman bu hadiseyi bir mektubunda şöyle anlatır:
“Harekât-ı milliyede İstanbul’da İngiliz ve Yunan aleyhindeki Hutuvat-ı Sitte eserimi tab ve neşr ile belki bir fırka asker kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi ki, Mustafa Kemal şifre ile iki defa beni Ankara’ya taltif için istedi. Hattâ demişti: ‘Bu kahraman hoca bize lâzımdır.’” 1
Başlangıçta bu ısrarlı dâvetlere “Ben tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücadele etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” diyerek icabet etmeyen Said Nursî, sonunda, eski Van Valisi olan dostu meb’us Tahsin Beyin araya girmesi üzerine Ankara’ya gelir ve Mecliste kendisi için özel bir “hoşamedî” merasimi tertiplenir. Ne var ki, Ankara’da ümit ettiği havayı bulamaz Bediüzzaman. Milletvekilleri arasında gördüğü dine lâkaytlık onu üzer. Batılılaşma adı altında İslâm şeairine karşı soğuk bir tavır takınıldığına şahit olur. Bunun üzerine, önce Meclis Başkanı M. Kemal’e bir mektup yazar, ama beklediği cevabı alamayınca bu mektubu Meclis üyelerine seslenen on maddelik bir beyanname hâline getirerek dağıtır. Bu beyannamede milletvekillerini İslâm şeâirine sahip çıkmaya çağırır.2

BEDİÜZZAMAN - M. KEMAL TARTIŞMASI
Bu beyanname M. Kemal’e Kâzım Karabekir tarafından okunur. Ve akabinde, elli-altmış meb’usun bulunduğu bir mecliste, Said Nursî ile M. Kemal arasında şiddetli bir münakaşa cereyan eder. M. Kemal Bediüzzaman’a şöyle der:
“Sizin gibi kahraman bir hoca bize lâzımdır. Sizi, yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilâf verdiniz.”
Bu sözlere cevap veren Said Nursî, konuşmasının bitiminde, hiddetle iki parmağını uzatarak şunları söyler:
“Paşa, paşa! İslâmiyette, imandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur.” 3
Bu tartışma, Bediüzzaman’ın tabiriyle, “dehşetli kumandanın bir nevi tarziye verip [özür dileyip] hiddetini geri alması” 4 ile neticelenir.
Sonraki günlerde Said Nursî ve M. Kemal, Meclisin riyaset odasında bir araya gelerek iki saat kadar konuşurlar. Bediüzzaman, İslâm düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle İslâm şeairini tahrip etmenin bu millet ve vatan ve âlem-i İslâm hakkında büyük zararlar doğuracağını; eğer bir inkılâp yapmak gerekiyorsa, doğrudan doğruya İslâma yönelip Kur’ân’dan ilham almak icab ettiğini anlatır M. Kemal’e. Medar-ı şeref tanıdığı bütün ecdadını ve medar-ı iftihar bildiği bütün geçmişlerini ve ruhen nokta-i istinad telâkki ettiği selef-i salihînin cadde-i nuranîlerini terk edip, heveskârane, hevaperestane, riyakârane, şöhretperverane, bid’akârane işlerde ve harekâtta bulunmamasını ihtar eder.5

MUSTAFA KEMAL’İN TEKLİFLERİ
Bu görüşme sırasında M. Kemal, Bediüzzaman’a meb’usluk ve şark umumî vaizliği ile beraber, Diyanet İşleri Başkanlığında, eski Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki vazifesine benzer bir vazife verme teklifinde bulunur. Ancak Said Nursî bu teklifleri kabul etmez.6
Öte yandan, yine aynı günlerde, Bediüzzaman, uzun zamandır peşinde koştuğu şark üniversitesi projesini yine gündeme getirir. Medresetüzzehra adını verdiği bu projeyi daha önce Sultan Reşad’a açmış ve onun verdiği tahsisat ile, Van Gölü kıyısında üniversite binasının temelini atmıştır. Ancak, Birinci Dünya Harbinin patlak vermesi üzerine, çalışmalar inkıtaa uğramıştır. Projesini bu defa Ankara’daki meb’uslara açan Said Nursî, 200 meb’ustan 163’ünün desteğini sağlamış ve 150 bin liralık tahsisat almıştır. Bu 163 kişi içinde M. Kemal de vardır.7 Ne var ki, kısa süre sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılıp bütün medreselerin kapatılması üzerine, bu tahsisat kararı da kadük hale gelir.
Ve hadiselerin gidişatını gören Bediüzzaman, Ankara’da kalıp yeni rejimle müşterek çalışmak istemez. Çünkü kurulan yeni devletin idarecileri, çok farklı bir havadadırlar. “Dünyayı din için seven” ve “İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası” düşüncesinde olan Said Nursî’nin aradığı hava bu değildir. Ayrıca, “ahirzaman”la ilgili hadislerin haber verdiği “dehşetli şahıslar”ın ortaya çıktığını görür. Ve rivayetlerden anlaşılan “O zamana yetiştiğinizde, siyaset canibiyle onlara mukabele edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i’caz-ı Kur’ân’ın nurlarıyla mukabele edilebilir” tavsiyesine uyarak, Ankara’dan ayrılıp Van’a gider.8

SON GÖRÜŞME
Avukat Hulûsi Bitlisî Aktürk’ün belirttiğine göre, Bediüzzaman Ankara’dan ayrılmadan önce M. Kemal’le son bir görüşmesi daha olmuştur. Trene binmek üzere Ankara Garına geldiğinde dostlarıyla vedalaşırken, istasyondaki evinde kalan M. Kemal yanına gider ve ayaküstü konuşurlar. M. Kemal Said Nursî’ye heykeller hakkındaki kanaatini sorar. Bediüzzaman ise şu cevabı verir:
“Büyük Kur’ân’ımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanların heykelleri ise hastahaneler, mektepler, mabedler, yollar gibi âbideler olmalıdır.” 9

ŞEYH SAİD’E YAZILAN MEKTUP
Said Nursî Ankara’dan ayrıldıktan sonra, kendisini tamamen “iman hizmeti”ne vakfeder. O yıllarda Ankara hükümetine karşı yapılan şark isyanlarının hiçbirine karışmadığı gibi, bunları tasvip de etmez. Meselâ, Zübeyir Gündüzalp’in notlarında belirtildiğine göre, kendisinden yardım isteyen Şeyh Said’e şu cevabı gönderir: “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına silâh çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardaşız. Kardaşı kardaşla çarpıştıramayız. Bu, şer’an caiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân ve iman hakikatleriyle tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehli izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkekler telef olabilir.” 10
“DEHA-YI ASKERΔ
Bediüzzaman, isyanların M. Kemal rejimini nasıl etkilediğini, 1935’te çıkarıldığı Eskişehir Mahkemesindeki müdafaalarında şöyle anlatmaktadır:
“Bundan on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı Hutuvat-ı Sitte namındaki mücahedâtımı takdir edip, beni oraya istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun gelmedi. ‘Bizimle çalış’ dediler. Dedim: ‘Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.’ Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü an’anat-ı İslâmiye lehinde istimal edilebilir bir deha-yı askerîyi, an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet, ben Ankara reislerinde, hususan reisicumhurda bir deha hissettim ve dedim: Bu dehayı, kuşkulandırmakla an’anat aleyhine çevirmek caiz değildir. Onun için, ne kadar elimden gelmişse, dünyalarından çekindim, karışmadım.” 11

İMAN HİZMETİ
Peki, Said Nursî bu tavrıyla yeni rejim karşısında tamamen teslimiyetçi bir tavır takınıp, kendi dünyasına çekilerek mücadelesini bırakmış mı oluyordu? Hayır. Aksine, en büyük ihtiyaç olan “imanları tahkim ve takviye” hizmetine ağırlık vermek suretiyle, muazzam bir fikir ve inanç mücadelesini başlatmıştı Bediüzzaman. Yazdığı her bir eser, yeni rejimle birlikte zihinlere örülmek istenen zincirin bir halkasını parçalıyor, imanları kurtarıyordu.
Meselâ, “İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde” “içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için çalışan bir zındıka fikri”ne karşı, Allah’ın varlığını ispat eden Tabiat Risâlesi’ni 12; okullara konulan felsefe dersleriyle haşir inancını genç dimağlardan kazıma gayretlerine karşı Haşir Risâlesi’ni; 13 “Sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam”ın, “Namaz iyidir; fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur, bitmediğinden usanç veriyor” sözüne karşı, namazın lüzum ve ehemmiyetini izah eden “Yirmi Birinci Söz”ü; 14 “Biz hayatın her bir çeşit lezzet ve zevkini tatmak ve tattırmak istiyoruz; bize karışma” 15 diye ortaya çıkan “sefahet ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı manevî”ye karşı Gençlik Rehberi’ni ve Meyve Risâlesi’ni; “mevcudat-ı âlemden birşeye Rab ve hakikî malik olmak” dâvâsında bulunan ve Allah’a inananları türlü şüphelerle tereddüde düşürmek isteyen “ehl-i dalâletin vekili”ne karşı “Otuz İkinci Söz”ün birinci ve ikinci mevkıflarını; 16 aynı mihraklardan kaynaklanan “Ben saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemal-i san’atı, kendimce, ahireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada [dünya sevgisinde] ve hürriyette ve kendime güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevk ettim ve ediyorum” iddiasına karşı, aynı “söz”ün üçüncü mevkıfını; 17 Hz. Peygamber (asm) hakkında uyandırılmak istenen şüphelere karşı “On Dokuzuncu Söz”le 18 “On Dokuzuncu Mektub”u; 19 Kur’ân’ı inkâr eden fikirlere karşı “Yirmi Beşinci Söz”ü; 20 tesettürü hedef alan gayretlere karşı “Tesettür Risâlesi”ni; 21 kadın hakları adına dinimize yapılan hücumlara karşı İslâmın miras, taaddüd-i zevcat gibi konulardaki hükümlerini müdafaa eden bahisleri 22 kaleme aldı.
Said Nursî’nin, eserlerinden söz ederken “Muhatabım, nefsimle beraber Avrupa feylesoflarıdır” 23 sözünde işaret ettiği gibi, yazdığı her bir risâle, felsefe kaynaklı şüphe ve tereddütlere cevap veriyor; bunalan ehl-i imana rahat bir nefes aldırıp, yeni nesillere pırıl pırıl bir yol gösteriyordu. “Küçük Sözler”den “Otuz Üçüncü Söz”e, “Yirmi Dördüncü Mektup”tan “Âyetü’l-Kübra”ya, “Hastalar Risâlesi”nden “İhtiyarlar Risâlesi”ne, “Yirmi Sekizinci Söz”deki “Cennet” bahsinden “Yirminci Mektup”taki derin tefekkürî bahislere kadar, bütün risâleler, Kur’ân’dan ilham alınarak, bu zamanın ihtiyaçlarına göre yazılmış birer manevî reçete mahiyetini taşıyordu.
Vefatından önceki en son dersinde “Kırk sene evvel bir başkumandan beni bir parça dünyaya alıştırmak için bazı kumandanları, hattâ hocaları yanıma gönderdi” diyen ve onların getirdiği mesajı “Biz şimdi mecburuz. ‘Zaruretler haramı helâl edebilir’ kaidesiyle, Avrupa’nın bazı usûllerini, medeniyetin icaplarını taklide mecburuz” şeklinde aktaran Said Nursî, onlara verdiği cevaptaki “Çok aldanmışsınız. Zaruret su-i ihtiyardan (iradeyi kötüye kullanmaktan) gelse, kat’iyen doğru değildir, haramı helâl etmez. (...) Ekmek yemek, yaşamak gibi zarurî ihtiyaçlar haricinde başka hangi zaruret var? Su-i ihtiyardan, gayri meşrû meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd eden hareketler haramı helâl etmeye medar olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryaki olmuşsa, mutlak zaruret olmadığı ve su-i ihtiyardan geldiği için, haramı helâl etmeye sebep olamaz” 24 ifadeleri ise, yeni dönemde yaygınlaştırılmak istenen hayat tarzı ve kültürüne yönelik önemli uyarılar içeriyordu.

Dipnotlar:

1- Şualar, s. 839; 2- Tarihçe-i Hayat, s. 219 v.d; 3- Age., s. 226; 4- A.g.e.; 5- A.g.e., s. 230 v.d.; 6- A.g.e., s. 226; 7- Emirdağ Lahikası, s. 843; 8- Tarihçe-i Hayat, s. 233; 9- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraftarıyla B. Said Nursî, s. 250; 10- A.g.e., s. 254; 11- Tarihçe-i Hayat, s. 341-2; 12- Lem’alar, s. 420 v.d.; 13- Sözler, s. 82 v.d.; 14- A.g.e., s. 424 v.d.; 15- Asa-yı Musa, s. 29; 16- Sözler, s. 962 v.d.; 17- A.g.e., s. 1020 v.d; 18- A.g.e., s. 370 v.d; 19- Mektubat, s. 153; 20- Sözler, s. 586 v.d.; 21- Lem’alar, s. 453 v.d.; 22- Sözler, s. 662-3; 23- Tarihçe-i Hayat, s. 390; 24- Emirdağ Lâhikası, s. 872-3;
 
DEVAM EDECEK
 
 
Kâzım Güleçyüz
irtibat @yeniasya.com.tr
Okunma Sayısı: 6078
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Alpaslan Öztoprak

    8.12.2011 00:00:00

    Allah razi olsun.....
    iki kere okudugum halde bir kere daha okuma ihtiyacini hisseddim
    Esselamunaleyküm
    Saygilarimla

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı