"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

BAYRAM ESARETTEN KURTULUŞTUR

20 Ağustos 2012, Pazartesi
ŞEFİK CAN ULUSLARARASI MEVLANA EĞİTİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ BAŞKANI HAYAT NUR ARTIRAN: "GERÇEK BAYRAM RUHUN NEFS ESARETİNDEN KURTULDUĞU, ANDIR. ZATEN O NEDENLE ORUÇTAN SONRA BAYRAM YAPILIR. KURBAN BAYRAMINDAKİ MÂNÂ DA BUDUR. ÖNCE RAMAZAN SONRA KURBAN BAYRAMI GELİR, ELBET BUNDA BİR HİKMET VAR. NİCE BAYRAMLARA HAYIR, HUZUR, BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE ULAŞALIM İNŞALLAH."
BAYRAM, RUHUN NEFS ESARETİNDEN KURTULDUĞU ANDIR

Bir Ramazan ayı daha geri de kaldı. Bazıları, havanın çok sıcak olmasını sebep göstererek  oruç tutmadı. Halbu ki oruçun mahiyetini bilmek, insan ruhuna etkilerini tam anlamıyla ruhumuza, aklımıza, nefsimize idrak ettirmemiz gerekirdi. Biz de bu hafta Ramazan’ın önemini anlatması için Şefik Can Uluslararası Mevlana Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı Hayat Nur Artıran Hanımefendiye konuk olduk. Bakın oruçun hikmeti hakkında bizlere neler söyledi.


Ramazan Ayı’nı geri de bıraktık. Sizce Ramazan’ın ruh dünyamıza katkıları neler olabilir?
fendim, insan olmanın insanca yaşamanın ilk adımıdır oruç, Hz.Adem’in yaratılmasıyla birlikte  tüm insanlığı da içine alan ilk Rabbani emirdir. Bu yönüyle de oldukça önemli bir ibadettir. Yüce Rabbimizin kuvvet ve kudreti karşısında  bizlerin acziyeti, kul olmanın idrak ve şuuru ancak oruçla ortaya çıkar. Oruç nefse ilk ilahi emir olduğu gibi, İslamın şartları arasında  da ilk sırayı oruç alır. Bilindiği üzere; savm, salât, hac, zekât, kelime-i şehadet, İslamın beş şartıdır. Bu sıralama tesadüfi değildir ve oruç en başta zikredilmiştir. Suyun bu alemdeki görevi ve hayati önemi ne ise, orucun da insan bedeni ve ruhumuz üzerindeki yeri ve önemi odur. Namaz kılmak için önce abdest almak gerekir, temizlenmeden namaz kılınmaz. Hakk yanında kabul görecek temizlik ise dış değil iç temizlikle mümkün olur. Cenâb-ı Allah elimizin ayağımızın temizliğine bakmaz, onların yaptığı işlerin  temizliğine bakar. Cenâb-ı Hakk’ın kabul edeceği iç temizliğine de ancak oruçla kavuşulur. Oruç abdest  gibidir bizi çeşitli nefs ve günah kirlerinden arındırır temizler o nedenle İslamın şartı sıralanırken önce oruç, sonra namaz gelir.

Mevlana Hazretleri Ramazan’ı nasıl değerlendirir?
Hz. Mevlana Mesnevi’de şöyle der: “Nefis bir Firavun’dur. Sakın onu çok yedirip şımartma, fazla doyurma da eski kâfirliği aklına gelmesin. Riyâzet ve oruç  ateşi olmaksızın; nefis asla yola gelmez. Ondan kurtulamazsın. Bilmiş ol ki beden aç kalmadıkça; Hakk’a doğru yönelmez, boyun eğmez, hep O’na kafa tutar. Onu tok iken yola getirmeye çalışmak, soğuk demiri dövmeye benzer. Bu beden içinde gizlenen nefis, ister ağlasın ister inim inim inlesin; aklını başına al da ona inanma. O, tok oldukça asla Müslüman olmaz.”
Bir başka beytinde kırk yıl midemde geceleri hiç yemek bulunmadı diyen Hz.Mevlana; “Açlık yer yüzünde Allah’ın bir taamıdır, Allah sevdiklerinin bedenlerini onunla canlı tutar” Hadis-i  şerifini yaşayan Hakk dostlarından biridir. Açlık  ve oruç Hz.Mevlana’nın hayatının en önemli parçasıdır. Hem Hakk âşıkı olmak, hem de yemek içmek zaten her ikisinin  bir arada bulunması  mümkün değildir. Çünkü gerek maddî, gerek manevî  aşık olan  kişinin ilk alameti yemeden içmeden kesilmesidir.

Mevlana Hazretleri’nin oruçun hakikatini anlatan başka beyitlerinden örnek verebilir misiniz?
Hz.Mevlana’ın oruçla ilgili Divan-ı Kebir’de öyle güzel bir gazeli vardır ki, bir tek gazel bile bu konuda söylenecek her şeyi içine alacak nitelikte  orucun hakikatini anlatmaktadır. “Sen göklere çıkmak, Mir’ac etmek sevdâsındaysan, şunu iyi bil ki, oruç senin önüne getirilmiş Arap atıdır. Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur. Oruç özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tazeleştirir ki denizde yaşayan balığı bile su o kadar tazeleştiremez. İslâm binâsı şu beş direk üzerine kurulmuştur: Kelime-i şahadet, Zekat, Hac, Oruç, Namaz. Allah’a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, en büyüğü oruçtur. Cenâb-ı Hakk bu beş direğin her birinde orucu, orucun kaderini gizlemiştir. Zaten Oruç kadir gecesi gibi gizlidir. Oruç Allah’ın has kullarına Hz. Süleyman’ın saltanatını bağışlayan bir yüzüktür. Yahut da taçtır.. O tacı ancak seçkin kullarının başlarına giydirir. Oruçlunun gülüşü eğlenişi oruçsuzun secdedeki halinden daha iyidir. Sen canının içinde Kur’ân’ın nurunu istiyorsan, şunu iyi bil ki, Oruç bütün Kur’ân’ın tertemiz nûrunun sırrıdır. Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü Ramazanın gelişlinden üzülenlere, gamlılara, Oruç haramdır. Onlar Oruca layık değillerdir. O nedenle de oruçtan nasiplenemezler. “
Şu bir tek beyit dahi “Oruçlunun gülüşü eğlenişi oruçsuzun secdedeki halinden daha iyidir” orucun hakikatıyla ilgili tüm sırları ortaya koymaktadır. Niyazımız bu özel günleri gereği gibi değerlendirmek, neşeyle karşılayıp, hüzünle bir sonraki gelişini beklemek ola inşallah.

Bireyselleşme ya da bencilleşmenin Türkiye’de hızla arttığını düşünüyor musunuz? Bireyselli bir noktaya kadar iyi midir? İnsan ruhunda ne gibi eksilmelere neden olur?
Efendim, sizin ifade etmeye çalıştığınız söz konusu durumlar tasavvufta “Ben” demenin farklı  versiyonlarıdır. Beşeri zaaflarımızın, hayvani ihtiraslarımızın merkezi olan bu tür duyguların azı da çoğu da tehlikeli ve zararlıdır. O nedenle buna bir sınır koymanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bir kibrit çöpü çok küçük olabilir, fakat kendinden milyonlarca büyük bir araziyi ve içindeki tüm canlıları bir anda yakıp yok edebilir. Tasavvufi  yaşam süren insanlar günlük normal yaşamlarında dahi ben sözcüğünü kullanmaktan kaçınır, onun yerine “bendeniz” veya “fakir” hitabını tercih ederler. Bulunduğu konum ve misyonu ne olursa olsun “Ben” demenin karşılığı mutlak ilahi varlığın yüce benliği karşısında yok olup gitmektir. Eğer “Ben” demekle bir yerlere gelinseydi, Firavun, Karun, Ebu Leheb, Ebu Cehil, dolayısıyla da bunların atası sayılan şeytanın bu alemde kalıcı bir saltanatı olurdu. İlahî nizam bencil egoist sürekli kendi çıkarları doğrultusunda yaşam süren kişilerin varlığını kabul etmez. Denizin içindeki pislikleri zaman zaman dışarı attığı gibi, dünyevî bir dalgalanma bir çalkantıyla bu tür insanlar da zamanı geldiğinde  toplumun dışına atılırlar. İnsan ruhunda ne gibi bir eksilmelere neden olur? sorunuza gelince: Böylesi bir durum söz konusu olduğu zaman ilahî bir nefha olan insanî ruhumuzu, ötelerden gelen o yüce varlığı, hayvanî duyguların esareti altına vermiş oluruz. Karşılığında ise  insanlık mertebesinden uzaklaşıp hayvanî bir boyutta yaşamaya başlarız. Bilindiği üzere sureta insan olmak insanî bir yaşam sürmek için yeterli değildir.

İnsan ruhunu korumak istese en çok hangi duygulardan kendini koruması gerekir?
Hz.Mevlana bir beytinde şöyle der: Kin, öfke, hırs, hased, gurur, kibir, şehvet, cehennem tabiatlı huylar olup, yüz batman ağırlığında demir bir bağ, demir bir bukağıdır, nice kişiler bu görünmez bağla öyle bağlanıp kalmışlardır ki; esaretlerinden açıkça âh… bile edemezler.” Yukarıda sözü edilen duygular insan ruhunu bedbin, yorgun, hasta ve esir  eden düşüncelerdir. Bunları neden, niçin, keşke, eğer, takip eder, sonuç olarak depresyon, dolayısıyla da mutsuz, umutsuz, tatminsiz, mânâdan bi haber madde düşkünü bir toplum ortaya çıkar. Bunların tümü zikir, fikir, şükür, tevekkül ve kanaat eksikiğinden meydana gelir. Madde ile mânânın eşit ve seviyeli bir şekilde yaşanmadığı hiçbir yerde huzur ve  saadetin kalıcı olması beklenemez.

Bazı kişilerin kıldıkları namaz, tuttukları oruç nedeniyle kendilerini başkalarından üstün görmesi doğru mu? Doğru değilse neden müminlere Allah yüce bir makamda olduğunu söyler.
Efendim, kılınan namazlar, tutulan oruçlar, bir bütün olarak kul olmanın gereği yapılan ibadetler nedeniyle insanın kendini başkasından üstün görmesi, hiç namaz kılmadığı, hiç oruç tutmadığı, dolayısıyla da Rabbine hiç kulluk etmediğinin işaretlerindendir. Madde aleminde bile malıyla, mülküyle, şanı, şöhretiyle öğünmek ayıp, terbiyesizlik, görgüsüzlük sayılırken manada böyle bir şeyin kabul görmesi mümkün mü? Müminlerin efendisi, en yüce makamların gerçek ve tek sahibi olan Peygamberimizin kendini başkalarından üstün ve farklı gördüğünü bilen, duyan, gören, var mıdır? Eğer bir kişinin çıkıp ben yüce bir makamın sahibiyim demesi gerekirse, bunu ancak iki cihanın hükümdarı  olan Peygamber Efendimizin demesi gerekirdi. O bile böyle bir şeyi gurur, kibir ve benlik ile dile getirmezken, kimin ne haddine böyle bir şey söylemek? Cenâb-ı Allah bile bunca kudret ve kuvvetin sahibi iken Kur’ân’ı Kerîmde tevazu ve alçak gönüllülük eder, hiç bir zaman ‘ben’ demez yani, tek, eşsiz ve benzersiz olmasıyla övünmez de;  “BİZ” der.  Böylece yarattığı kullarına örnek olmak ister. 

Aile ya da sosyal hayatımızda ahlâkî olarak zayıf olan davranışlar görüyoruz ya da yapıyoruz? Özellikle karşımızdaki insanın hatalı davranışını kendisine nasıl anlatmalıyız? Bazen söylediğinizde “Sen kendi günahlarınla ilgilen” denilebiliyor…
Efendimiz bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Din kardeşini bir suçundan dolayı ayıplayan kimse, o suçu (günahı) kendisi de işlemedikçe ölmez.” Hazreti Mevlana da, “Eğer ki sen insanların ayıplarını gören iki gözünü kapatırsan ancak o zaman öteki âlemi gören mânâ gözün açılır;  yoksa hep kör olarak yaşar; öteki âleme de kör olarak gidersin” der. Demek oluyor ki; birilerinde ayıp ve kusur görmek mânâ körlüğüne vesile oluyor. Öncelikle gözümüzün ayıp, kusur ve  eksek görme hastalığını gidermemiz gerekir. Çünkü birilerinin hata ve kusurlarıyla uğraşan kişiler kendi eksik ve kusuruyla uğraşacak vakti bulamaz. Bunları gerçek manada ve doğru bir şekilde içselleştirdikten sonra, birilerinde herhangi bir yanlış, eksik, hata, gördüğümüz zaman maksat onları ayıplamamak, küçümsememek, rencide edecek şekilde hatasını yüzüne vurmamak, söz konusu hatayı kendimiz hiç yapmayacak duygusuna kapılmamak veya sağda solda birilerinin dedikodusunu yapmamaktır. Yanlış davranışlar içersinde olan her hangi bir kişiyi; insani bir vasıfla  kırmadan incitmeden en zarif bir biçimde uyarmaya çalışmak en önemli insani görevlerimizden biridir. Fakat  her önüne gelende eline neşteri alıp ameliyat etmeye kalkarsa durum çok vahim olur. “Kendisi himmete muhtaç dede/ nerde kaldı gayrıya himmet ede” beyitinin muhatabı olmamak gerekir. Sert cisimler iyice yumuşatıldıktan sonra düzeltilip şekil verilirler. Aksi bir davranış sadece kırar döker. Dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri sadece budur. Yanlışı düzeltmenin, en makbul yolu; dil ile değil hâl ile örnek olmaya çalışmaktır. Çok kıymetli mücevher satıcıları hiçbir zaman mahalle pazarcısı gibi bağırıp çağırarak müşteri çekmezler.

İnsanın kendinde olan geliştirmesi gereken ana duygular ne olabilir?
İlk aklıma gelenler her kesinde bildiği üzere, sevgi, saygı, hürmet, muhabbet, maddi değerler kadar manevi değerlerimizi de korumaya, yaşamaya ve yaşatmaya çalışmaktır. Az evvelde arz edildiği üzere madde ile mânânın eşit ve dengeli yaşanmadığı hiçbir yerde kalıcı bir huzur, saadet, başarı olmaz. Diğer çok önemli bir husus da, “İnsanların en hayırlısı insana faydası olandır” diye buyuran Efendimizin yolundan giderek çalışan üreten yaşadığımız çağın bilim ve teknolojisine katkıda bulunacak bireyler olmaya gayret göstermektir. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diye buyuran bir Peygamberin ümmetiyiz. Aç, yoksul, gayrının elinden inim inim inleyen bir komşu ülkeye yardım edecek onun karnını doyuracak bir Müslüman ülke var mıdır? Dünyadaki tüm Müslüman ülkeler değil birilerine yardım etmek hepsi yardıma muhtaç bir halde. Bu durum Müslümanlığımızda çok ciddî bir eksiğimiz olduğunun işaretidir. O nedenle biraz öz eleştiri yapmak, sürekli  birilerini suçlamak yerine, birazda kendi eksiklerimizi görmeye çalışmak, birlik ver beraberliğimize dikkat etmek gerekir. Birbirimizin kuyusunu kazmaktan başkalarının kazdığı kuyuyu görecek vaktimiz  olmuyor.   

İnsan  korku ve ümit dengesini nasıl kurmalıdır? Bazı insanlar “Kötü bir insanım” deyip psikolojik olarak sıkıntılar çekebiliyor…
Efendim, bizler ne cennet sevdası, ne de cehennem korkusuyla Allah’a kulluk etmeyip, Hz. Yunus’un dediği gibi: “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver anları bana seni gerek seni” demeyi başarabilirsek, sorun hallolacaktır. Fakat ne yazıktır ki, bizim Allah’a kulluğumuz ya Cennete gitmek, ya da Cehennemden uzaklaşmaya dayanıyor. Depresyona varan korkular da buradan çıkıyor. Hz.İrşâdi ne hoş söylemiş: Ne Burak isterim senden, ne Cennet/ Beni od’a yaksın canıma minnet.”

Tüm bunları konuştuktan sonra Bayram günün ikinci gününde olduğumuzu düşünürsek insanın ruhunun bayramının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Gerçek bayram ruhun nefs esaretinden kurtulduğu, andır. Zaten o nedenle oruçtan sonra bayram yapılır. Kurban bayramındaki mânâda budur, asıl kurban edilen nefsani istek ve arzulardır. Nefsani istek ve arzularımızı öncesinde  açlık ile zayıflatıp güçsüz bir hale getirdikten sonra  Hakk yolunda kurban edebiliriz.  Yoksa onun şerrinden kurtulup kurban etmek  mümkün olur mu? Önce Ramazan sonra Kurban bayramı gelir elbet bunda bir hayır hikmet var. Nice bayramlara  hayır, huzur, birlik ve beraberlik içinde ulaşalım inşallah.

 
 
H.Hüseyin Kemal
[email protected]
Okunma Sayısı: 2729
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı