"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siz hiç pişman olmuş cuntacı gördünüz mü?

26 Şubat 2013, Salı
YARBAY Faruk Güventürk, Polatlı Topçu Okulu’na ulaştığında sürpriz bir kararla karşı karşıya kalmıştı: Tutuklama emri. Yola çıkmadan önceki görüşmesini hatırladı hemen.
 Menderes hükümetinin Savunma Bakanı Şemi Ergin’e cunta yapılanmasını anlatmış, “Gel başımıza geç.” demişti. Hatta bu talebini kâğıda dökerek Bakan Bey’e vermişti. Tutuklanacağını öğrenen Yarbay Faruk, Topçu Okulu Komutan Yardımcısı Adil Türkoğlu’nun ellerine sarıldı, sesi çatallaşmış, gözleri yuvalarından fırlamıştı. Çekmecesindeki cunta belgeleri nedeniyle tir tir titriyordu. Türkoğlu’na yalvardı. Albay başka bir subayın çekmecesini altüst etti. Topçu Yarbay Reşat, çekmecesinin neden didik didik edildiğini anlayamadı. Güventürk tutuklanıp trene bindirilirken cuntaya ait belgeler bir Albay tarafından yakılıyordu.
Aslında Güventürk başka bir cunta ile irtibatından dolayı adalet karşısına çıkarılıyordu. Cunta kaynıyordu her yer. Binbaşı Samet Kuşçu o cuntalardan birini ihbar edince yakayı ele vermişti Güventürk. Cuntaların hedefi belliydi: Menderes, Meclis, demokrasi… Kuşçu’nun ihbar mektubu ciddiye alındı ilk başta. Devlet alelacele zirve toplantısı yaptı. Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes, İçişleri Bakanı Gedik ve Savunma Bakanı Ergin katılmıştı zirveye. İsmi geçen dokuz subayın “Derhal tevkifine...” karar verilecekti ki, Savunma Bakanı itiraz etti: “Yeterli delil yok.” Oysa cuntanın en büyük delili Bakan’ın bizzat kendisiydi; çünkü ona “gel başımıza geç” diye yazılı ve sözlü başvuruda bulunmuşlardı. Ergin bir de teklif getirdi: “İhbarcı subay suçladığı kişilerle bir araya gelsin, ses kaydı yapsın.” Az önceki kararlılık dağılmış, tereddüt hâsıl olmuştu. Kuşçu’ya görev verildi ama  iktidarın içine sızmış birileri cuntacılara da haber uçurmuş, çadır tiyatrosunu hazırlamıştı. Makaralı teyp evin balkonuna kurulmuştu. Az sonra Kuşçu’nun evine gelecek olan cuntacı subay, tuzak sorulara gülüp geçecekti. Sonuç malum: 9 Subay Davası’nda cuntacılar aklandı; Türk basınının “muhbir subay” diye itibarsızlaştırdığı Kuşçu ceza aldı. Yani, “Trafik kazasını yapanları değil; kazaya şahitlik edeni cezalandırdılar”. Yıllar sonra Celal Bayar, bir gazeteciye şöyle diyecekti: “9 Subay Olayı iyi değerlendirilebilseydi 27 Mayıs olmazdı!”
Müptela olan için cuntacılık bir çeşit hayat felsefesidir. O yüzden bu zanaatten(!) vazgeçen, demokrasinin kurallarına boyun eğen darbeciye pek rastlanmaz. Mesela Talat Aydemir... 27 Mayıs’ta Kore’de olduğu için fırsatı kaçıran Albay Talat, 1962’de darbe teşebbüsünde bulunur. Hava Kuvvetleri, Başbakan İnönü’den yana durunca teslim olmak zorunda kalır. Uslanır mı? Hayır. Bir daha darbeye teşebbüs eder. Bu sefer darbecinin karşısında darbeci vardır; yani askerin karşısında asker. İdam edilir askerî mahkemece...
Hiç pişmanlık duyan ve darbecilikten vazgeçen bir cuntacı gördünüz mü? Mesela 60 darbesinde cuntanın aktif elemanı olan Mucip Ataklı askerî rejim bitince(!) Cumhuriyet Senatosu Milli Birlik Komitesi üyesi olmuştu. Daha ne olsun; haybeden senatörlük. O ve arkadaşları bununla yetinmedi. 1968’de ordu içinde Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) adında adeta yeni bir ordu kurmaya kalktı. Sonunda dokunulmazlığı kaldırıldı. Tıpkı aynı suçtan dokunulmazlığı kaldırılan 4 subay gibi. Aslında onların hepsi de 1960 darbesinde aktif rol almıştı. Senatör olmak onları kesmemiş, sorunları silahla çözeceklerine dair kanaatleri -her nedense- perçinlenmişti. Darbe günü Eskişehir’de olan Başbakan Menderes’i Muhsin Batur tutuklamıştı. 12 Mart 1971 muhtırasını imzalayan dört üst düzey subaydan da biriydi Batur. Orhan Kabibay, 27 Mayıs öncesinde ilk cuntacılardandı. Feleğin çemberinden elli kere geçti; ama cuntacılıktan vazgeçmedi. 12 Mart öncesi asker-sivil cuntanın koordinatörüydü.
Daha sayayım mı? Yakın tarihimizdeki muhtıraları tek tek yazmaya kalksanız kitaplara sığmaz. Bırakın sivil hükümetleri, cuntacıların Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve Genelkurmay Başkanı’na verdiği muhtıralar bile başlı başına bir araştırma konusudur…
Bu ülkede bazen öyle bir hava estiriliyor ki, sanırsınız demokrasimize hiç müdahale edilmemiş ya da artık asker-sivil ilişkisi normale dönmüş. Darbe olmayacağı hangi kanunla, hangi gelenekle, hangi şuuraltıyla sağlanmış? Bugünkü konjonktür üzerinden kıyamete kadar bir sükun olacağını kim garanti edebilir? Hızını alamayan, Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat, 12 Eylül davalarının gereksizliğini yüksek sesle dile getiriyor. Üstelik “Aman ne yapıyorsunuz! Darbecilik kriminal bir suçtur; hesap sormazsanız o sizden hesap sorar.” dediğinizde üzerinize çullananlar çıkıyor. Ayıp ki ne ayıp! Ne zamandan beri “darbe karşıtlığı” bir suç oldu? Oysa hangi fikre sahip olursan ol; anti-demokratik bütün güçlerin karşısında durmak, aydın olmanın, hatta insan olmanın şerefli bir nişanıdır. Gevşeklik göstermenin bedeli ağır oldu hep; buradan sonrası daha da ağır olacaktır hafizanallah!
Ekrem Dumanlı
Zaman, 25.2.2013
Okunma Sayısı: 1211
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı