"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

PKK, siyasî partiler arasında kavga çıkarmaya çalışıyor

06 Mayıs 2013, Pazartesi
Ankara Strateji EnstitüsüNDEN Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, “PKK kadrolarının yaptıkları açıklamaları da unutmamak lÂzım. Karayılan ve diğerlerinin beyanatları örgütün karşısında yer alması gereken siyasÎ ve toplumsal güçleri ayrıştırmayı hedefliyor. Örgüt, karşısındaki aktörler arasında yaşanacak bir kavganın işini kolaylaştıracağını biliyor” dedi.

Akil Adamlar Türkiye turlarına devam ederken halk sürecin içine gittikçe daha fazla dahil oluyor. Türklük üzerine yapılan tartışmalar ve çoğunluğun kaygıları artıyor. Biz de bu hafta bu kaygıları Ankara Strateji Enstitüsü’nden Doç. Dr. Mehmet Akif Okurla konuştuk. Gazi Üniversitesi öğretim üyesi de olan Okur, etnik siyasete meşrûiyet kazandırılmaması gerektiği üzerinde dururken PKK’nın TBMM çatısı altındaki partileri birbirine düşürerek kendine yer açmaya çalıştığını vurguluyor.

Tartışmanın Kürtlük ve Türklük üzerinden yürütülmesi süreci nasıl etkiliyor? Ve bu kavramları biraz daha devre dışı bırakarak tartışmak mümkün mü?

İçinden geçtiğimiz sürecin doğası gereği kimlik tartışmaları gündemimize girdi. Önemli olan, kimlikleri birbirleriyle çatışma halinde konumlandırmamak. Ancak maalesef aksi durumlarla sık sık karşılaşıyoruz. Özellikle, anayasada vatandaşlığın nasıl tarif edileceği sorusu konuşulurken ciddî kutuplaşmalar yaşanıyor. PKK örneğindeki gibi etnik referanslı bir terör sorununuz varsa, bunu çözmek için atacağınız adımların kimliğe ilişkin boyutları olacağını kabul etmelisiniz. Ancak şunu da unutmamalısınız. Yapacağınız tüm düzenlemeler, hayata geçebilmek için çoğunluğun onayına muhtaçlar. Çoğunluğu ikna etmeyi değil de “karşı taraf” olarak hedef almayı tercih eden bir siyasî dilin uzlaşma üretmesini beklemekse  anlamsız. Maalesef şu günlerde bu tavrın örneklerine daha sık rastlıyoruz. Bu yüzden de, özellikle anayasada Türk milleti ifadesine yer verilmemesi için yürütülen kampanyanın ciddî  tepkileri tetiklediğini görüyorum.

Çoğunluk açısından süreci biraz daha değerlendirir misiniz?

Türk toplumu, demokratikleşme aracılığıyla değişik kesimlerin mağduriyetlerinin giderilmesini desteklediğini defalarca gösterdi. Nitekim, TRT Şeş, seçmeli Kürtçe dersleri vb. gibi etnik kimliğin doğal tezahürleriyle ilgili düzenlemeler yapılırken ciddî itirazlar yükselmedi. Ancak denklem, etnik grubun kazancı, çoğunluğun kaybı şeklinde kurulursa gerilimin artması kaçınılmaz olur. Nitekim, Kürt etnisitesinin siyasî bakımdan tanınma talebinin Türk milleti ifadesi anayasadan çıkarılarak karşılanabileceği varsayımı, bu psikolojiyi besliyor. Çoğunluk kimlikleri genelde apolitiktirler. Ancak, her kimlik kategorisi tehdit edildiğini hissettiğinde politikleşir. Şu anda geniş kitlelerin bu süreci yaşadığını düşünüyorum.
Önümüzde muhtemel bir referandum var. Referanduma, “Türk milleti” ifadesinin anayasada yer almasını kabul eden bir uzlaşmayla gidilirse bu yeni siyasallaşma sürecinde tekrar tanımlanan ben ve öteki kategorileri daha yumuşak çizgiler taşır. Aksi durumda, çoğunluk kimliğinin de etnikleşerek sertleştiği, etnik temelli ayrışmaların hızlandığı bir döneme gireririz. Bu yüzden, muhtemel referandum öncesi uzlaşma arayışlarının önemli olacağını düşünüyorum.

Türkiye bu sorunla yüzleşmeyi demokratik gelişmesiyle sağladı diyebiliriz. Peki Türkiye’nin demokratik yeteneği sorunu çözümüne yeter mi? Ya da süreç içinde demokratik anlayışımız mı gelişecek?

Şüphesiz demokratik anlayışımız gelişiyor. Özgürlükler genişledikçe bir arada daha mutlu yaşayabileceğimizi tecrübelerimizle öğreniyoruz. Ancak karşımızdaki sorun tek başına haklar, özgürlükler ve demokrasi sorunu değil. Örneğin, özerklik vs. gibi talepler “insan hakkı” kategorisine girmiyor. Bunlar siyasal talepler ve reddedilmeleri bir demokrasi kusuru gibi görülemez.

Türkiye’nin bölünmesi korkuları üzerinden tartışmalar yapılıyor. Ayrılma ya da ayrılmama matematik formülleriyle açıklanabilir mi? Ya da bölünmemek için ne yapmak gerek?

Elbette toplumsal psikolojiyi matematik formülleriyle açıklayamayız. Ancak, başka toplumların deneyimleri ile kendi sosyolojik yapımızın özelliklerini yan yana getirerek bölünmemek için yapmamız gerekenler hakkında fikir yürütebiliriz. Uzun müddet, devlet ve örgüt arasında bir mesele gibi algılanan çatışmanın topluma inmesi alarm zillerini çaldıracak kırmızı çizgiyi oluşturuyor. Bunu engellemek için ince bir nüansa dikkat etmek lâzım. Etnik kimliklerin temsil ettiği farklılıkları zenginlik kabul etmeliyiz. Bunların ifade edilmelerinin önündeki engelleri kaldırmalıyız. Ancak siyasetin etnikleşmesine de izin vermemeliyiz. Aradaki fark çok önemli. Irak, Suriye, Afganistan... siyasetin etnikleştiği ülkeler bölünme eşiğine en çok yaklaşan ülkeler.

Dış güçler bizi bölüyor mu gerçekten?

Bu sorunun cevabı için sadece Karayılan’ın Kandil’de yaptığı açıklamalara bakmak yeterli. Terör örgütünün lideri, hem bölgesel hem de küresel güçlerin PKK’yı desteklediklerini söylüyor. Enerjisini içeride çatışarak harcayan bir Türkiye’nin dışarda etkin politikalar izleyemeyeceğini biliyorlar. Konjonktürel olarak teröre destek veren adresler değişse de, PKK kendisine uluslar arası düzeyde her zaman hamiler buldu.

Ortadoğu’daki yeni yapılanma süreciyle birlikte okuduğumuzda Türkiye ne yapmak istiyor?

PKK’yı küresel güçlerin elinde maşa olmaktan çıkarmak istediğini de söyleyenler var...
Yetkisiz, ama görünür kılınmış aktörlerin çok konuştuğu bir süreci yaşıyoruz. Yani, Türkiye’nin niyetini yorumlamak amacıyla “yetkili ağızlar” hangi değerlendirmeleri yapıyorlar diye baktığınızda ancak genel ifadelerle karşılaşıyorsunuz. Belki, işin doğası bunu gerektiriyor. Bu yüzden “Türkiye ne yapmak istiyor?” sorusunun net cevabını aslında çok az kişi biliyor. Önüne haritalar açıp Türkiye’yi bir hamlede büyüten insanların varlığı bizi yanıltmamalı. Devlet aklı, Türkiye’nin sınırlarını şu ya da bu biçimde genişletmenin, yahut nüfuz alanları açmanın dışardan göründüğü kadar kolay olmadığını fark etmiş olmalı. -Özellikle Suriye deneyiminin bu noktada öğretici olduğunu düşünüyorum.

PKK açısından süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

PKK’ya ilişkin bahsettiğiniz tarzda bir hedef olabilir. Ancak örgütün niyeti konusunda fazla iyimser davranmanın Türkiye’yi yeni güvenlik riskleriyle yüz yüze bırakacağını düşünüyorum. PKK, bir terör örgütü ve sürecin ilerleyen evrelerinde masayı devirmenin çıkarları bakımından daha uygun olacağını pekâla düşünebilir. Hele, Ortadoğu’da yaşanan belirsizliklerin kendisi için cazip fırsat pencereleri açmaya başladığını görürse taleplerini sürekli arttıracağından şüpheniz olmasın. Açıklamalara bakarak, PKK’nın süreci stratejik bakımdan telafi edilemez kayıplara uğramaksızın kazanımlar elde edebileceği bir imkân olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Örgütün en çok ihtiyaç duyduğu şey meşrûiyet. Terör yaftasını sırtından atıp, uluslar arası alanda kabul gören meşrû bir oyuncu haline gelmek istiyor.

Siz Vetocular bloğundan söz ediyorsunuz. Vetocuların çözüm sürecini tıkamaya gücü yetecek mi?

Evet. Özellikle MHP’yi sürecin “veto” aktörü olarak görüyorum. MHP, kendi oyununu kuracak araçlara sahip değil. Ancak itirazıyla sürecin siyasî maliyetini hayli yükseltebilecek bir yerde duruyor. Veto kartını sonuna kadar ve kararlılıkla kullanacağı ise çok açık. Eğer kamuoyu, PKK’nın aslında silâh bırakmaya niyetli olmadığı, süreçten yararlanmaya çalıştığı kanaatine ulaşırsa MHP’ye yöneliş artacaktır. Örgütün maksimalist talepleri “veto” oyuncusunu güçlendirecektir. “Türk milleti” ifadesinin anayasada yer alıp-almayacağı tartışması bu bakımdan önemli. Adalet ve Kalkınma Partisi seçmenlerinden “tedirgin Türkler” diye nitelediğim büyük bir kitle MHP’den gelecek mesajlara kulaklarını açmaya başladı. MHP, bu kesimlerle iletişime geçmek için başarılı stratejiler üretebilecek mi? Cevabı ve “veto” kartının gücünü önümüzdeki aylarda göreceğiz.

Siz askerin bu sürece itiraz edebileceğini düşünüyor musunuz?

İnfial uyandıracak çok büyük gelişmeler olursa Başbakan’a kaygılarını iletebilirler. Ancak kamuoyu önünde geçmişi hatırlatacak manzaraların yaşanacağını düşünmüyorum.

Barış süreci üzerinden bir iktidar kavgası yaşandığını düşünüyor musunuz?

Evet. Bunun Türkiye’ye büyük zarar verdiğini düşünüyorum. Salı günleri yapılan grup konuşmalarını izlediğinizde “meşrû” siyasî aktörler arasındaki tartışmanın ulaştığı boyutları görüyorsunuz. Terör örgütünden daha çok birbirlerine kızgınlık duyuyorlar. Sertleşen üslûp, toplumdaki kutuplaşma eğiliminin bir tezahürü. PKK kadrolarının yaptıkları açıklamaları da unutmamak lâzım. Karayılan ve diğerlerinin beyanatları örgütün karşısında yer alması gereken siyasî ve toplumsal güçleri ayrıştırmayı hedefliyor. Örgüt, karşısındaki aktörler arasında yaşanacak bir kavganın işini kolaylaştıracağını biliyor. PKK, Türkiye’deki iktidar dengeleri arasına girmek istiyor. Kendisini güç dengesinin bir unsuru haline getirmeyi başardığında siyasî şantajlarının da artacağını varsayabiliriz. Bu ihtimali, süreci yenilenmiş bir çatışma dinamiğiyle sonlandırabilecek en önemli riskler arasında görüyorum.

PKK’nın şu aşamada silâh bırakmamasını kendisine taraftar olanların psikolojisini birdenbire desteksiz bırakmamak üzerine olduğu söyleniyor. Sınırdışına çıkıldığında ve Türkiye demokrasisini geliştirdiğinde insanların silâha ihtiyacı olmadığı ortaya çıkacak deniyor. Buna katılıyor musunuz?

Katılmıyorum. Çünkü, bu analiz denklemi eksik anlatıyor. Argümanın devamında şu var. Silâha ihtiyaç kalmayan ortamda PKK siyasî gücünü koruyamaz. Örgüt bu ihtimali görmüyor mu? Ben PKK’nın kendisini bekleyen riskleri farkettiğini ve buna göre bir oyun planı tasarladığını düşünüyorum. PKK, silâh kullanmasa da silâhın baskısını hissettirmeye devam edebileceği bir formülü hayata geçirmeye çalışıyor. Eğer PYD, Suriye’deki Kürt bölgelerinde tek başına iktidarı elinde tutup yeni dönemde özerk bir statü elde edebilirse PKK bu hedefine yaklaşacak. Terör örgütü yaftası olmaksızın uluslar arası güçlerle iletişim kurabilecek, elindeki silâhı Batılı ülkeler tarafından da düşman kabul edilen “meşrû” hedeflere yönelterek tutacak. Sınırın hemen ötesinde, hangi ad ve görünüm altında olursa olsun PKK’ya ait silâhlı bir gücün varlığı bölge üzerinde baskı oluşturmayı sürdürecektir. Bu baskı, PKK/BDP çizgisinin siyasî gücünü korumaya yeter mi? En azından örgüt böyle düşünüyor.

Süreçte devam ederken dikkat edilmesini istediğiniz yöntem sorunları var mı?

Öncelikle, muhalefeti hedef alan ölçüsüz ithamların yanlış olduğunu düşünüyorum. PKK terör örgütüne siyaseten gelecek vadeden süreç başarıya ulaşırsa tüm muhalefetin tasfiye olacağı şeklindeki söylem hiç yapıcı değil. Bunlar söylendikten sonra muhalefetten katkı beklenmesi zaten anlamsızlaşıyor. Üstelik, muhalefetin varlığı ve güç kazanması PKK’nın taleplerine gem vurabilecek bir karşı ağırlık oluşturuyor. PKK, sürecin kesilebileceği ve mücadeleyi temel politika kabul eden aktörlerin siyasetteki güçlerinin artabileceği ihtimalinin farkında olmalı. Aynı şekilde, merkez medyanın toplumdaki kaygıları ekranlardan neredeyse tamamen temizlemeye çalışan tutumunun da yerinde olmadığını düşünüyorum.
 
 
H.Hüseyin KEMAL
hhke­mal@gma­il.com
Okunma Sayısı: 2571
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • demokrat ses

    6.5.2013 00:00:00

    Günaydın...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı