"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Mübadelenin 90. yıl dönümünde ecdadın izinde

18 Kasım 2013, Pazartesi
Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan mübadelenin 90. Yıldönümü münasebetiyle TUZLA BELEDİYESİ TARAFINDAN DÜZENLENEN YUNANİSTAN GEZİSİNE KATILDIK. ECDADIMIZIN 500 SENE HÜKÜM SÜRDÜĞÜ TOPRAKLARI GEZDİK.
Mübadelenin 90. yıl dönümünde ecdadın izinde
 
Geçtiğimiz günlerde Tuzla Belediyesi ve Rumelililer Derneği, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan mübadelenin 90. Yıl dönümü münasebetiyle bir organizasyon düzenledi.
Lozan Antlaşması’ndan (1923) sonra gerçekleşen bu mübadelede Yunanistan’daki yaklaşık 400 bin Türk Anadolu’ya, sayıları 1.5 milyonu bulan Anadolu’daki Rumlar da Yunanistan’a göç etmişti.
İşte, Yunanistan’dan gelen mübadillerin çocukları ve torunları atalarının geldikleri topraklara bir gemi ile seyahat edip onların yaşadıkları yerleri gezdiler. 26-29 Ekim tarihleri arasında 4 gün süren bu tarihî seyahate, mübadillerin çocuklarıyla birlikte, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve basın mensupları da katıldı. Yaklaşık 750 kişilik bu gruba biz de Yeni Asya gazetesi adına arkadaşımız Murat Sayan’la birlikte iştirak ettik. Yaklaşık 500 yıl hâkimiyetimiz altında kalan toprakları gezmeye, ecdadımız Osmanlı’dan kalan eserleri ziyaret etmeye çalıştık.
 
YOLA ÇIKIŞ VE GEMİ HAYATI
Yolculuğumuz Karaköy Salı Pazarı Limanı’ndan başlayacaktı. 29 Ekim provaları münasebetiyle bazı yolların kapatılması ve otobüs güzergâhlarının değişmesi dolayısıyla aktarmalı ve meşakkatli bir yolculuktan sonra 26 Ekim günü saat 10’a doğru limana varabildik.
Basın toplantısının ardından pasaport işlemlerini hâlledip rıhtıma çıktık ve gemiye doğru yürümeye başladık. Geminin yakınına gelince, uzaktan küçük gibi görünen geminin, aslında ne kadar azametli olduğunu fark ettik. Karaköy Limanında uzaktan defalarca gördüğümüz bu gemilerin bu kadar büyük olduklarını tahmin edemezdik. Demek ki bir de yakından temaşa etmek gerekiyormuş.
Gemiye binerken pasaportlarımızı görevlilere teslim ettik ve karşılığında “gemi kimlik kartları”mızı aldık. Harcamalarımızda ve gemiye giriş çıkışlarda bu kartları kullanmamız gerektiği söylendi. Kartımızın üstünde isim, soyisim, kamara numarası ve geçerlilik tarihi yazıyordu. Ben ikinci, Murat ise üçüncü katta kalacaktı.
Asansörlerle katlarımıza çıkıp kamaralarımıza yerleştik. Geminin farklı yerlerinde 10’ar kişilik 6 asansör vardı. Biraz dinlendikten sonra yapılan anons üzerine bütün yolcular “Can Can” salonunda toplandı. Standard prosedüre göre, “gemi hayatına dair bilgilendirme” yapıldı. Ardından tehlike durumunda geminin nasıl terk edileceğine dair bir tatbikat icra edildi.
 
Nihayet gemimiz güzel, güneşli bir günde İstanbul’dan Selanik’e gitmek üzere limandan hareket etti. Biz de arkadaşımız Murat’la İstanbul kıyılarını seyretmek için diğer yolcularla birlikte geminin 9. katına çıktık.
Geminin azameti yukardan daha iyi anlaşılıyordu. Aklımıza bir bineğe binildiği zaman söylenmesi sünnet olan “‘Her türlü kusurdan yücedir o Allah ki bunu bizim hizmetimize verdi. Yoksa bizim buna gücümüz yetmezdi. (Zuhruf, 13)” âyeti geldi. Böyle büyük bir binekte bu cümlenin manasını insan çok daha iyi tefekkür ediyor.
Üstadın uçakları görünce sevinerek “Ben bunlarla iftihar ediyorum. Benim nev’imin icadı olduğu için, sair kâinat kardeşlerime karşı nevimin hesabına iftihar ediyorum” demesinin sırrını bu gemi seyahatiyle bir derece anladık. Hakikaten gökyüzünde uçan tonlarca ağırlıktaki uçakları ve denizlerde dağlar misali yüzen gemileri görüp de insanın neviyle iftihar etmemesi mümkün değil. Ama bu manayı anlaması için öncelikle ülfet perdesini yırtması, tefekkür ve ibret nazarıyla bakması gerekiyor.
Mübadil torunlarının konuşmalarından anladığımız kadarıyla hepsi ata topraklarını görecekleri için çok heyecanlıydılar ve hüzünle karışık bir sevinç yaşıyorlardı. Bir kısmı yalnız, bir kısmı annesi-babası, eşi ve çocuklarıyla ailecek gelmişti. Gemi hareket ettikten sonra güverte mübadillerle ve basın mensuplarıyla doldu ve bir kaynaşma başladı. İnsanlar birbirleriyle tanışıyor ve sohbet ediyorlardı. Basın mensupları ise mübadillerle röportaj yapmaya, mübadillerin duygu ve düşüncelerini öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu manzaradan seyahatimizin sıcak ve samimî bir ortamda gerçekleşeceğini anlıyorduk.
 
YEMEKLER VE GEMİ PERSONELİ
Akşama doğru ilk öğünümüzü yemek için geminin restoranına geçtik. Restorana vardığımızda görevliler tarafından çok sıcak bir şekilde karşılandık. Gemi personeli farklı milletlerden oluşuyordu. Filipinli, Çinli, Türk, Yunan, Arap, Romen, Rus… Hemen her milletten insan vardı, âdeta birleşmiş milletler gibiydi… Duyduğumuza göre gemide çalışmak modern kölelik gibi birşeymiş. Personel cüz’i bir maaş + bahşiş usûlü çalışıyormuş. Onun için bu tarz gemilerle seyahat edenlerin günlük 7-10 euro bahşiş vermesi gerekiyormuş ve bu miktar hesaba kaydediliyormuş. Bahşiş meselesi kamara hizmetlisi ve restorant görevlileri için geçerli. Diğer personel için bu farklı olabilir. Bize bahşişlerin de organizasyona dahil olduğu, vermek zorunda olmadığımız söylenmişti. Ama o kadar içten ilgileniyorlar ki insan kendini bahşiş vermek zorunda hissediyor. Ne kadar bahşiş verileceğini, tabir-i diğerle bu işin “piyasası”nı odamızı temizleyen görevliye sorduk. “Çok memnun kalırsanız 5 euro, yoksa 2-3 euro verebilirsiniz, size bağlı” dedi.
İlk gün yemekler açık büfe tarzında verildi. Grubun kalabalık olmasından dolayı yemekleri alırken bir karmaşa yaşandı. Sonraki günlerde açık büfe iptal edildi, yemekler mönüden seçildi ve garsonlar getirmeye başladı. Yolculukta bizi en çok zorlayacak şeyin abdest, namaz ve yemekler olacağını tahmin ediyorduk. Yemeklerin çoğunda “Yunan usûlü” yazıyordu. Domuz eti ya da alkol olmaması için bize tanıdık gelen yemekleri tercih ettik. Masalardan sorumlu garsonlar vardı. Bizim masaya bakan görevli bir Mısırlı idi ve İsmi Hasan’dı. Hasan bizi son derece iyi karşıladı ve samimî davrandı. Tanışma faslından sonra biraz sohbet ettik. Hasan bize Türklerle çok ortak yanları olduğunu söylüyor, isimlerden örnekler veriyordu. Kendi isminin, Hasan, ablasının isminin Nurhan, kız kardeşinin isminin ise Hatice olduğunu bu isimlerin de Türkçe’de bulunduğunu söylüyor. Mursî’den konuşuyoruz. Mursî’nin seçilerek geldiğini, destekçisi olduğunu, ona haksızlık yapıldığını söylüyor, biz de iştirak ediyoruz. Demokrasiye hızlı bir geçiş yapan Mısırlı kardeşlerimizin demokrasiyi, seçimi bu kadar çabuk benimsemeleri bizi sevindirdi.
Yemeğe başlamadan “Yemekler hakkında bir soru sorabilir miyiz?” deyince, daha soruyu sormadan Hasan anladı ve “Küllü helâl” dedi. Yemeklerde domuz yağı ve alkol kullanılmadığını rahatça yiyebileceğimizi söyledi. Böylece kafamızdaki sorulardan birisi yani yemeklerin helâlliği meselesi hâllolmuş oldu.
 
Akşam PROGRAMLARI
Akşam gezeceğimiz yerler ve mübadele hadisesi hakkında birkaç akademisyen tarafından seminer verildi. Bunlardan bir tanesi tarihçi Talha Uğurluel idi.
1923 yılında Lozan’dan sonra gerçekleşen mübadelede her iki tarafın muhacirleri neredeyse bütün mal varlıklarını geride bırakmışlar. Yol boyunca büyük sıkıntılar ve mağduriyetler yaşamışlar. Geldikten sonra da aynı sıkıntılar devam etmiş.
Meselâ, Anadolu’dan giden Rumlardan kalan mal varlığının sadece % 20’sinin gelen muhacirlere verildiği söyleniyor. Bazı mübadillerin konuşmalarından da anladığıma göre gerçekten de öyle… Dedelerine fazla bir mal verilmediğini sadece 8 dönüm tarla verildiğini, bu günkü hâllerine kendi çalışmalarıyla geldiklerini söylüyorlar ve serzenişte bulunuyorlar.
Akşam aktivitelerinden biri de Rumeli türkülerinin yer aldığı konserler ve folklor gösterileri idi.
Seyahatimiz boyunca deniz çarşaf gibi dümdüz idi… Bu aylarda deniz genelde böyle olurmuş. Temmuz ve Ağustos aylarında daha dalgalıymış. Gemimizle gecenin karanlığında sessiz sakin bir şekilde ilerlerken, “Dalgalar olsaydı da geminin performansını görseydik” diye geçmiyor değildi içimizden, ama kimsenin böyle birşeyi arzu edeceğini sanmıyorduk. Herkes hâlinden memnundu…
Yatsı namazından sonra oyalanmadan yattık. Gece, rahatsızlığımın etkisiyle olsa gerek, defalarca uyandım. Hâlbuki yol arkadaşım Murat, kamarası geminin gürültülü bir tarafında olmasına rağmen, rahat bir uyku çektiğini söylüyor.
 
DEVAM EDECEK
 
ERHAN AKKAYA / MURAT SAYAN
 
 
 
Okunma Sayısı: 1213
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı