"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İstanbul’un kızı, İzmir’in kızkardeşi: Selanik

19 Kasım 2013, Salı
İlk durağımız Osmanlı’nın Rumeli’de İstanbul’dan sonraki en büyük ikinci şehri olan ve 500 yıl hakimiyetimizde kalan selanik idi.
SELÂNİK LİMANINA VARIŞ
Sabah Selânik limanına vardık. Kahvaltıdan sonra inişlerin yapılacağı anons edildi. İnişler başlamadan önce basın mensupları görüntü kaydetmek ve fotoğraf çekmek için için önceden rıhtımda yerlerini aldılar. İnenler kontrol noktasından geçip dışarda bekleyen otobüslere biniyorlardı. Yolcu geçişleri tamamlandıktan sonra ellerinde kamera ve fotoğraf makinesi olan basın mensuplarının geçmesine izin verilmedi. Sebebi sorulduğunda izin alınmadığını dolasıyla dışarda çekim yapılamayacağını, ancak konsolosluğun devreye girmesiyle bunun mümkün olabileceğini söylediler. İzin alınıncaya kadar dışarı çıkamadık. Basın kartımızı gösterip geçmek istedik, ama “Bekleyin!” diye ikaz edildik. Sonrasında birkaç deneme daha yaptık, ama nafile... Bir müddet sonra büyük kameraların değil, ama küçük makinaların geçmesine izin verildiğini duyduk. Murat’ın ısrarıyla, şansımızı tekrar denemeye karar verdik. “Bismillah” deyip kalktık ve çıkışa doğru yürüdük. Az önce izin vermeyen görevlilerin önünden diğer birkaç yolcuyla birlikte geçip dışarı çıktık. Âdeta bizi görmediler!.. Daha sonra izin alındığını ve diğer basın mensuplarının da giriş yaptığını öğrendik.
Biraz gecikmeli olarak otobüslere binip şehir turuna çıktık. İlk durağımız Osmanlı’dan kalan ve Selanik’in sembolü hâline gelen Beyaz Kule idi. Otobüslerde organizasyonu sağlayan görevliler vardı. Ellerindeki telsizlerle diğer otobüslerle haberleşiyorlardı ve gezdiğimiz yerler hakkında bizlere küçük bilgiler veriyorlardı. Bizim rehberimiz Taha, Türkiye’den Selânik’e üniversite okumak için gelmiş. Anladığımız kadarıyla Yunancası mükemmeldi…
Sahil anlatıldığı gibi İzmir’in kordon boyuna benziyordu. Sahil boyunca bir cadde ve onun kenarında dizilmiş binalar, binaların altında kafeler bulunuyordu… Gerçekten Selânik’te haddinden fazla kafe var. İnsanlar saat 2’de işi bırakıp sahildeki cafelere akın ediyorlarmış. Selânik’i bilenlerden öğrendiğimiz kadarıyla çalışmayı pek sevmiyorlarmış, gece sabahlara kadar eğleniyorlarmış…
Kordon boyunca ve Selânik’in diğer yerlerinde her tarafta Yunan bayrakları asılı idi. Zira 28 Ekim Selânik’in Nazi işgalinden kurtulduğu gün imiş ve o yüzden 27 ve 28 Ekim günleri resmî tatil ilân edilmiş. O yüzden kafeler dışındaki hemen hemen bütün dükkânlar kapalı idi. Hattâ marketler bile… Ekonomik krizdeki bir ülkenin insanları olarak daha fazla çalışmaları gerekirken bu şekilde hareket etmeleri son derece garip!
Çatılar eski çubuk antenlerle dolu idi, uydu anteni yok denecek kadar azdı… Balkonlara çamaşır asma adeti burada da vardı. Balkonlar uzun ve geniş idi.
 
Selanik ‘in fethi ve elimizden çıkışı
Selânik 1430’da II. Murat tarafından fethedilmiş. 15. yüzyıl boyunca şehre özellikle İç Anadoludan, Konya ve civarından getirilen çok sayıda Türkmen yerleştirilmiş. 1492’de Osmanlılar İspanya’dan kovulan Yahudîlere kapılarını açtıktan sonra, Selânik, Yahudîlerin en gözde şehri olmuş. 17. yüzyılda Sabetay Sevi’nin başlattığı Sabetaizm hareketi de en çok Selânik’teki Yahudîler arasında rağbet görmüş. Selânik Osmanlı hâkimiyeti altında kaldığı 500 yıl boyunca Müslüman, Hıristiyan, Yahudî ve Sabetaistlerin bir arada yaşadığı önemli bir kültür ve ekonomi merkezi olarak varlığını sürdürmüş. Tâ 1912 yılına kadar… Osmanlı’nın İstanbul’dan sonra 2. büyük şehri olan Selânik, 1. Balkan Savaşı’nda, 1912’de Yunanlıların eline geçmiş. Merkezden destek alamayan ve panik içinde dağılan Osmanlı Ordusu’nun direnişinin mümkün olmayacağını düşünen garnizon komutanı Tahsin Paşa, şehirdeki Türklerin can güvenliğinin sağlanması şartıyla, hiçbir direniş göstermeden şehri teslim etmiş. Şehirde bulunan 25.000 kişilik Osmanlı Ordusu’nun direniş göstermeden teslim olması, halkta büyük bir şaşkınlık ve panik meydana getirmiş. Binlerce Müslüman ve Osmanlı askeri Yunan çeteleri tarafından katledilmiş.  1917 yılında çıkan büyük bir yangın şehrin Türk bölgesini neredeyse tamamen yok etmiş. 1924 nüfus mübadelesi sonunda geride kalan bütün Türkler, Türkiye’ye göç etmek zorunda bırakılmış ve Anadolu’dan gelen Rum göçmenler giden Türklerin yerini almış. Kısa bir süre içinde şehrin nüfus yapısı tamamen değişmiş. Yunanlılar Selânik’te azınlıktayken kısa bir süre içinde ezici bir çoğunluk hâline gelmişler. Böylece Selânik’in Osmanlı-Türk kültüründe oynadığı rol son bulmuş.
 
Elimizden çıkmadan önce şehirde 156 faal cami bulunurken bu gün geriye bir tane bile kalmamış. Kısa süre içinde, bir tanesi dışında, bütün camilerin minareleri yıkılmış. Bir kısmı kiliseye çevrilmiş, bir kısmı tahrip edilmiş, bir kısmı metruk bir hâlde bırakılmış. Eski fotoğraflarda bir karede en az 7-8 minare gözükürken şimdi çekilen fotoğraflarda tek minareye bile rastlamak mümkün değil. Camiler gibi eski Osmanlı evleri de bundan nasibini almış. Çoğu bakımsızlıktan yok olmuş. Kalan kısmı ise varlığını devam ettirmeye çalışıyor. Şehrin mazisiyle bütün bağlarını koparmak için ne gerekiyorsa yapılmış. Osmanlıdan kalan Arastalar yine çarşı olarak kullanılmaya devam ediyor.
 
BEYAZ KULE
Osmanlı döneminde inşa edilen bu kulenin Mimar Sinan’ın eseri olduğu rivayet ediliyor. Selânik Yunanlıların eline geçince şehrin simgesi olan Kule, sembolik bir vaftiz işleminden geçirilerek beyaza boyanmış. O günden beri Beyaz Kule adıyla anılan bu yapının beyaz boyası zamanla aşınmış ve eski rengini tekrar kazanmış. Şu anda müze olarak kullanılıyor. Giriş 3 Euro… Beyaz Kulenin çevresindeki parkta bulunan faytonlarla sahilde gezilebiliyor. Ayrıca kıyıda kafe olarak kullanılan teknelerle deniz turu yapmak da mümkün...
 
TALHA UĞURLUEL: AYASOFYA İBADETE AÇILMALI!
Araştırmacı Yazar Talha Uğurluel de seyahate iştirak edenlerdendi. Kendisiyle sohbet etme imkânı bulduk. Mübadele ve gezdiğimiz yerler hakkında önemli bilgiler aldık. Ayasofya meselesini sorduğumuzda açılmamasını siyasî ve konjektürel sebeplere bağlayan Uğurluel, “Açılmasına hukukî engel yok. Lozan’ın maddelerinde, “yüzyıl açılmayacak” gibi bir madde yoksa, en azından bir bölümünün ibadete açılması gerekir. Çünkü Fatih’in vakfiyesi vardır. Böylece onun kemiklerini de sızlatmamış oluruz” dedi.
 
Beyaz Kule’den  sonra konsolosluğumuza geçtik. Kalabalık olduğumuz için gruplar hâlinde içeri alındık. Başkonsolosumuz Tuğrul Biltekin bir hoşgeldiniz konuşması yaptı. Konuşmasından aklımızda kalan “Nerede çınar ağacı varsa orada Osmanlı vardır. Oradalarda eserlerini sorun, arayın, inceleyin, restorasyon yapılmasını isteyin, yapılmışsa, iyi durumdaysa tebrik ve teşekkür edin” sözleriydi. Duyduğumuza göre başta camiler olmak üzere Selânikteki Osmanlı eserlerinin -ki aslında İslâm eserleridir- restorasyonu ve asıllarına çevrilmesi için uğraşan tek ülke bizmişiz. Diğer İslâm ülkelerinin bu konuda pek bir gayretleri yokmuş.
 
Konsolosluktan çıkıp Rotonta denilen yapıya yürüdük. Sadece Müslümanlar için değil, Yunanlılar için de tarihî öneme sahip bu yapının çevresi çöplerle doluydu. Gerçi şimdiki belediye başkanının turizmci olduğu ve tarihî eserlere ayrı bir önem verdiği söyleniyor. O derece ki, kazılar esnasında tarihî kalıntılara rastlandığı için metro çalışmalarını bile durdurmuş. Evet, bir çok tarihî eserdeki restorasyon çalışmaları da bunu doğruluyor. Ama temizlik konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değil. Roma İmparatorlarından Galeriu’nun yaptırdığı (305-311) bu yapı 5. Yüzyılda Bizanslılar tarafından kilise hâline getirilip Agios Georgios Kilisesi adı verilmiş. Selânik’in Osmanlılar tarafından fethinden sonra, 1590 yılında şehrin Hortac Köyünden gelen Mutasavvıf Şeyh Süleyman Efendi burada bir zaviye kurmuş ve Koca Sinan Paşa da bu kiliseyi şeyhin adıyla camiye çevirmiş. Cami, Balkan Savaşı’nda Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra tekrar kiliseye çevrilmiş, sonra da etrafında ve içinde arkeolojik araştırmalar yapılmak üzere, Bizans Eserleri Müzesi hâline getirilmiş. Şimdi tekrar onarıma alınmış durumda. Minaresi ve giriş kapısı üzerindeki kitabesi olduğu gibi duruyor. Caminin etrafını evvelce çeviren ve asırlık ağaçlarla kaplı olan geniş hazirenin bütün mezar taşları ve hattâ ağaçları bile talan edilmiş. İç kısmında cami olduğu dönemlere ait mihrap, mimber ve kürsüden iz kalmamış. Ziyaretimiz esnasında Yunanlı derneklerin tekrar kilise hâline getirilmesi için imza defterleri koyduklarını gördük. Caminin etrafında başka ülkelerden gelip işportacılık yapanlar var. Selâmlaşıyoruz. Bangladeşli olduklarını öğreniyoruz. Türk olduğumuzu söyleyince tebessüm ediyorlar.
 
DEVAM EDECEK
 
ERHAN AKKAYA / MURAT SAYAN
Okunma Sayısı: 1672
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı