"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nur Talebeleri cemiyet ve komite değil, olamaz

06 Ocak 2014, Pazartesi
Bediüzzaman Said Nursî’ye göre, “Nur talebeleri, cemiyet-memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar.”

Siyasî bir Kavganın Hatırlattıkları

Nur Talebeleri cemiyet ve komite değil, olamaz

“Dershane münakaşaları” şeklinde tezâhür eden ihtilâf kısa bir müddet içinde, “dershane” konusunu bugün artık kimsenin hatırlamadığı, âdeta siyasî bir harbe inkılâb etti. Giderek derinleşen ve genişleyen kavganın siyasî bir zemin ve eksende cereyân etmesi, konunun müzâkere ve muhàkemesini zorlaştırmaktadır.
Kavganın doğrudan tarafı olanlar ve onların teslimiyet içerisindeki mültezimleri, yapılan her değerlendirmeyi tarafların “puan ve averajı” üzerindeki tesirine göre ele almaktalar. Esâsen dengelerin hergün, hatta gün içerisinde dahi “borsa” gibi değişiklik gösterdiği ve hâricî tesirlere böylesine açık bir kavgada, “Hakkın hatırını âli tutmak” oldukça zor ve bir o kadar da zarurî bir vazife haline gelmiştir.
Günümüzdeki tartışmalarda taraflar her fırsatta Risâle-i Nur’u ve Nur Talebelerini referans gösterme gayretinde oldukları için, biz de bu tartışmaların izini Bediüzzaman’ın eserlerinin içinde sürmeye çalışacağız.
 “Benlik, hodfürûşluk, gurur ve gaddar siyâsetten gelen tarafgirlik fikriyle, kendi tarafına şeytan yardım etse rahmet okutacak, muhâlifine melek yardım etse lânet edecek gibi hâdiselerin” cereyan ettiği bir süreç yaşamaktayız. (1) “ Zâlimlere meyletmeyin. Aksi halde ateş size de dokunur” meâlindeki âyet-i kerime, zulme değil yalnız âlet olmayı ve taraftar olmayı, basit bir meyil göstermeyi dahi şiddetle yasakladığından(2), bedduâ veya duâlara “Âmin” demeden önce, durup biraz düşünmek iktiza ediyor.
 “Meslekler, mezhepler ne kadar bâtıl da olsalar, içinde ukde-i hayâtiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunduğundan”(3), tarafların hergün yenilenen karşılıklı itham ve müdafaalarına îtibar edilecek olunursa, kafa karışıklığı kaçınılmazdır. Halbuki, mücâdele eden taraflar da dahil olmak üzere- müfrit ve mutaassıp olanlar müstesna- cemiyetin bütün kesimlerinin; “kâinatta hiçbirşeye âlet ve tâbi ve basamak olamaz; ve hiçbir garaz ve maksad onu kirletemez hakikatlere” ihtiyacı bulunmaktadır. Bu hakikatlerin müsbet netice vermesi ve zâyi edilmemesi için; “bütün siyâset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkınde ve onların garazkârâne telâkkiyâtlarından müberrâ ve sâfi, hiçbir taraf ve hiçbir kısımın çekinmeyeceği bir makamda” ifade edilmesi gerekmektedir(4). 
 “Ben dememiş miydim!” üslûbu ile “faziletfüruşluk” tarzındaki “damarlara dokunan bir tavır”, kudsî hakikatleri perdeleyeceği ve aksi tesir de yapabileceği gibi ihtilâfları daha da sertleştirecektir. Siyasî düşünce farklılıkları ile meslek ve meşreb hassasiyeti tavizsiz muhafaza edilerek hakkın yanında yer alma mahareti gösterilmelidir. Siyasetteki “muktesit mesleğin” (5) muktezâsının da bu olduğu kanaatindeyiz.

Siyâsetin Menfi Tesiri
Bediüzzaman, Hz. Ali zamanındaki muharebelerden bahsederken; “Münâkaşa-i içtihâdiye siyasete girdiği için, muharebeyi intâc etmiştir” tesbitini yapmaktadır. Benzer bir tarzda, Hazret-i Hüseyin’in “Haklı ve hakikatli olduğu halde muvaffak olamaması ve fecî ve gaddarâne bir akıbete uğramasını” tahlil ederken, muhtelif sebeplerin yanında diğer bir hususa daha dikkat çekmektedir: “Hazret-i Hüseyin’in taraftarları arasında, intikamkârâne ve müşevveş niyetlerle iltihak etmiş” insanlar bulunmaktadır (6).
Maksadımız mevzubahis kavganın taraflarını Sahabe-i Kirâm ile mukayese etmek değil elbette. Meseleye, öncelikle ve sadece siyasî mülâhazalarla yaklaşmanın, Allah rızası için yapılan münakaşaları dahi nasıl muharebeye dönüştürdüğüne dikkat çekmek istiyoruz. Aynı şekilde; mevcut kavgayı bir fırsat bilip, müşevveş niyetlerle herhangi bir tarafın yanında saf tutma ve bu suretle farklı bir hesap görme teşebbüsünün, ihtilâfları daha da derinleştirerek başka alanlara taşıyacağına işaret etmek istiyoruz.
AKP’nin muhalefete fazla tahammül edemeyen ve zaman zaman nükseden mütehakkimâne tavırları ilk olarak “Dershane kapatma” meselesinde ortaya çıkmıyor ki derin bir sükûtu hayale ve infiâle sebep olsun. Haksızlıklara karşı çıkmak, zararı sadece kendimize dokunduğunda değil, kime karşı olursa olsun ve kimden gelirse gelsin vücût bulduğu anda îtiraz edildiğinde mânidârdır. “Mezardakileri sandığa çağırma” noktasından, dehşetengiz “bedduâlara” ve “kahriye halkaları”na sürüklenilmesinin makul bir izahı görünmüyor. Bu garip durum karşısında Bediüzzaman’ın tâbiriyle, “İşte câ-yı ibret bir nokta-i siyah” diyerek durmak ve ihtiyatlı olmak gerekiyor.
Diğer taraftan, Hocaefendi’nin siyâsî tercihlerindeki savrulmalar ve Risâle-i Nur çizgisinden şüzûz eden hizmet anlayışı, Kemâlizm, ihtilâller vb. temel meselelerdeki farklı ve şaşırtıcı tavrı bugün fark edilen bir durum değil ki bir anda şiddetli taarruzlara hedef olsun. İktidarın, baştanberi kendisine ölümüne destek veren bir cemaatı on sene sonra bir anda “çete” olarak yaftalaması ve öfke infilâkına kapılması sadece vefasızlığa karşı bir isyan olarak açıklanamaz. “Menfaat üzerine dönen siyaset canavardır” hakikatı görmezden gelinemez.
İktidardaki lider kadronun terk etmek mecburiyetinde kaldığı “Millî Görüş” siyasetinin, mahdut bir alanda mahsur kalarak kök salamamasında en büyük âmil olan Bediüzzaman’a karşı teşekkül eden siyasî rekabetin de bu öfke patlamasında tesiri olabileceği nazardan uzak tutulmamalıdır. Sahabeler dönemindeki fitnelerde, İslâma sonradan dâhil olmakla beraber bazı insanların, “medâr-ı şerefleri olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrip edilmiş olduğundan bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslâmiyeden intikam almaya hissen taraftar” olmaları ve “ Emevîlerin Haşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı” ihtilâfların “şefkatsiz bir gadre” inkılâbında önemli bir tesir icra etmiştir (7). İslâm tarihindeki bu acı tecrübelerin işaret ettiği mânâlardan ibret alınmalıdır. 
Velhâsıl; “ Lâ lihubb-i Ali bel libuğz-u Ömer/ Hz. Ali’ye duyulan sevgi değil, Hz. Ömer’e duyulan kin” yaklaşımı, maalesef karşılıklı olarak hükmünü icra etmektedir.
 
31 Mart Vak’ası

İki hâdise arasında tam bir mutabakat/birebir örtüşme bulunmasa da, 31 Mart Hâdisesi’ne Bediüzzaman’ın tecrübe ve tesbitleri ışığında bakmak, günümüzü sağlıklı bir şekilde tahlil ve muhàkeme etmek bakımından faydalı olacaktır.
Bediüzzaman’a göre; II. Meşrûtiyetin ilânını temin eden ve tekrar anayasal, parlementer bir sisteme geçilmesini temin eden İttihat ve Terakki’nin bazı önde gelenleri, bizzat kendileri mütehakkim/otoriter bir yol takip etmeye başlamışlardı. Fırkaların/partilerin taraftarâne ve garazkârâne münakaşaları ve gazetelerin efkâr-ı ammeyi/kamuoyunu heyecana getiren, aldatan, tahrik edici neşriyâtı kaos ve keşmekeşe sebep oluyordu. Umumî havanın bozulmasıyla birlikte “müstebitler, cahil mutaassıplar, dinde hassas, muhàkeme-i akliyede noksan olanlar, sağını solundan fark etmeyenler iyilik zannıyla o bataklık zeminde tohum ekmeye başlamış ve devletin siyaseti cahil efradın elinde kalmıştı. Kişisel garazların tantanası hürriyet mûsikisinin âhengini bozmuştu.” (8)
Daha önce “Haydar Ağa” diyerek hükûmetin yanında yer alan bazı gazeteler, sonradan “devletin en mühim, en nâzik ve en hafî noktalarını avamın ezhanına arz ederek” hükûmete “Haydo” demeye başlamışlardı.(9) Bedüzzaman’ın kanaatine göre; bu bataklık zeminde tuzak ve plân serilmişti zâten. Dâhilden ve hâriçten parmaklar karışmış, yabancı bir müdâhaleye müsâit şartlar teşekkül etmiş ve böylece 31 Mart’a doğru sürüklenilmişti.

Bediüzzaman, 31 Mart Vak’ası münasebetiyle muhàkeme edildiği Divân-ı Harb-i Örfîdeki müdafaasında, günümüzdeki kavganın doğru tahlil edilmesine yardımcı olabilecek hususlar da beyân etmiştir (10): 
-Tahakküm ve baskıyı sadece muayyen şahıslar yapmazlar. Hukukun üstünlüğü sağlanamadığı müddetçe istibdattan emîn olunamaz. İstibdat ve tahakküme dönüşen bir idarî sistemin itiraz ve taarruzlara hedef olması kaçınılmaz olduğu gibi, bu itirazları sebebiyle insanların muâheze edilmeleri de doğru değildir.
-Maddî tazyik ve baskılarla fikirlere karşı gâlip gelinemez, bilâkis daha fazla nifak ve tefrikaya sebep olunur. Umumî sulh ve ittihad, ancak imtiyazların ortadan kaldırılmasıyla sağlanır. Kanunlar, müsavat/eşitlik kaidesine uygun bir şekilde tatbik edilmelidir. Aksi durum, adaletsizlik ve zulümdür
-Bir fırkanın/partinin, meşrûtiyeti/demokrasiyi inhisarı altına alarak kendi dışındaki herkesi demokrasiye muhâlif gibi göstermeye teşebbüs etmesi bir çeşit istibdat olup, böyle bir duruma muhalefet edilmesi de, demokrasiye değil, tahakküme karşı çıkmaktır. Sorumlusu da muhalefet edenler değil, kendisine imtiyaz takanlardır.
-Söz ve fikir hürriyeti tesis edip sonra hoşa gitmeyen fikirleri sebebiyle insanların muaheze edilmeye kalkışılması, millete karşı kurulmuş bir tuzak mânâsına gelir. Meşrûtiyet/demokrasi isim ve lâftan ibâret değildir. Mânâ ve muhtevasıyla hayata geçirilmelidir. Demokrasiye muhâlif hallere de nereden gelirse gelsin karşı çıkılmalıdır, yoksa millet aldatılmış ve bunak yerine konulmuş olur.

İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti
Derviş Vahdeti tarafından kurulan ve Bediüzzaman’ın da müntesibleri arasında bulunduğunu beyân ettiği İttihad-ı Muhammedî Cemiyetinin, bugüne kadar peşin hükümlerden uzak olarak ve akademik seviyede ciddî bir tarzda ele alınabildiğini söylemek zordur. Değerlendirmelerde daha ziyâde, 31 Mart Vak’ası’nı “mürtecilerin isyânı” şeklinde mahkûm eden sathî ve peşin hükümlü bir yaklaşımın belirlediği, mezkûr cemiyeti günah keçisi haline getiren bir anlayış hàkimdir. Maksadımız bu eksikliği kapatmaya kalkışmak değil. Ancak, cemaat ve siyaset mefhumları günümüzdeki tartışmaların merkezinde yer aldığından, Bediüzzaman da eserlerinde bu cemiyete dâir ehemmiyetli ve tafsilâtlı izahlarda bulunduğundan, mevzumuzla münasebeti nisbetinde temas etmekte fayda mülâhaza ediyoruz (11).
Bediüzzaman’ın İttihad-ı Muhammedî ile ilgili tahlilleri, İslâma hizmeti gaye edinmiş bütün dinî teşekküller için geçerli olan düsturlar olarak okunabilir. Ayrıca, münhasıran Risâle-i Nur cemaatlerinin mümeyyiz vasıflarını ortaya koyan esaslar olarak da mütalâa edilmesi yanlış olmayacaktır. Zirâ Bediüzzaman, takriben Kırk yıl sonra yazdığı bir mektubunda; Nur Talebelerinin “İttihâd-ı Muhammedî’nin halefleri hükmünde” olduklarını beyân etmiştir (12).
Bediüzzaman’ın kendi ifâdelerinden, bu cemiyete intisab etmesindeki temel gayesinin, tahsis kabul etmeyen bu mübarek isim altında bazılarının yanlış hareketler yapmasından endişe etmesi ve bu tarz teşebbüslere mâni olma düşüncesi olduğunu anlıyoruz. Bu sebepten olsa gerek, özellikle de, cemiyetin “mürevvic-i efkârı” olan Volkan gazetesinde, İttihad-ı Muhammedî’den ne anladığını ve nasıl faaliyet göstermesi gerektiğini izah eden makaleler neşretmiştir.
Bediüzzaman’a göre İttihad-ı Muhammedî’nin “yüzde doksan dokuz himmeti siyaset değildir. Siyasetin gayrı olan hüsn-ü ahlâk ve istikamet vesâire gibi makasıd-ı meşrûadır. Ancak yüzde biri siyasete taalluk eder, o da siyâsiyyûnu irşat tarikıyla” olacaktır.
O günlerdeki mevzuattan kaynaklanan fırka (parti) ve cemiyet (dernek) ayrımının yapılmasındaki zorluk bir yana, onun anlayışına göre, bütün mü’minlere şâmil olan İttihad-ı Muhammedî bir fırka olmadığı gibi cemiyet dahi değildir. Bu ittihad ruhânî ve mânevîdir, sûri ve cismâni değildir. Bediüzzaman bu yaklaşımını ömrünün sonuna kadar muhafaza edecek, cemaat mânâsının siyâsî parti gibi olmak bir yana, bir cemiyet/dernek gibi olmamasına dahi âzamî itina gösterecek ve bu hususu ısrarla nazarlara arz edecektir. Ona göre; “Nur Talebeleri, cemiyet-memiyet, husûsan siyâsî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cemiyet ve komite değiller ve olamazlar.”(13)
İttihad-ı Muhammedî olarak, iki şartla bütün dinî cemaatlarla ittihada hazırdırlar. Birisi, hürriyet-i İslâmiyeyi ve âsâyişi muhafaza etmek, diğeri de muhabbet üzerine hareket etmek, başka cemiyetlere leke sürmekle kendine kıymet vermeye çalışmamaktır. Ayrıca, İslâma hizmet maksadıyla teşekkül eden cemaatlar hiçbir garaza vasıta olmamalıdırlar, zirâ bu, nifaktır.
Bediüzzaman’ın “muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden cemiyetlere” câlib-i dikkat bir tavsiyesi daha vardır: “Cemiyetin kuvvetiyle hâkim ve mütehakkim olmamak.” Zîra siyâsî tahakküm kurmakta öyle bir lezzet ve câzibe vardır ki herkesin başını döndürmektedir.
Bütün bu ve benzeri sebeplerdendir ki; Derviş Vahdetî isyan günlerinde Ayasofya meydanında isyancılar arasında dolaşıp nutuk atarken ve saraya giderek isyancılar adına mabeyn görevlileriyle, iktidarla pazarlığa girerken, Bediüzzaman isyana karışmamak için Bakırköy’e çekiliyor ve rastladıklarına da karışmamalarını tavsiye ediyordu.

DİPNOTLAR:
1.  II. Emirdağ Lâhikası.
2.  Mektûbât; 28. Mektûb, 4. Mesele.
3.  a.g.e., 28. Mektûb, 3. Mesele.
4.  a.g.e., 13. Mektûb.
5.  Eski Said Dönemi Eserleri, s. 288.
6.  Mektûbât, 15. Mektûb.
7.  a.g.e., 15. Mektûb.
8.  Eski Said Dönemi Eserleri, sh. 141, 257.
9.  a.g.e., sh. 187,188.
10. a.g.e., sh. 142-144.
11. Eski Said Dönemi Eserleri, sh. 69-99, 125-129.
12. II. Emirdağ Lâhikası.
13. Şuâlar, 14. Şuâ.

YARIN: PARALEL DEVLET VE HÜKÜMET İÇİNDE HÜKÜMET

HAZIRLAYAN: Orhan Dindar

 


 

Okunma Sayısı: 3260
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • ali yeşilkaya

    6.1.2014 00:00:00

    orhan bey kardeşimizin şahsında gazetemizi tebrik ve takdir ediyoruz.
    yazı serisinin hem uzun ve ayrıntılı tutulmasını,hem de bir kitapçık olarak yayınlanabilmesini isterim.
    nasıl kemalizm kitapçığı bol miktarlarda alınıp dağıtıldıysa bu kitapçığın da aynı tarzda neşri mümkün olabilir.
    böylelikle cemiyette nurcular ve üstad hakkında kasıtlı şekilde oluşturulmak istenen siyasi islamcı imajının önüne geçmek yolunda vazifemizi yapmış olabiliriz.

  • said ceylan

    6.1.2014 00:00:00

    allah razı olsun harika bir yazı olmuş ellerinize sağlık.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı