"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Evrensel Hukukçular PlAtformu Başkanı Av. Hasan Basri Aksoy: Fişleyen devlet demokratik olamaz

21 Ocak 2014, Salı
Demokratik devlet, halkına şüpheyle bakmaz, vatandaşlarına güvenir ve onlar hakkında gizli kayıtlar tutmaz.
FİŞLİYORSA POLİS DEVLETİDİR
Evrensel Hukukçular Platformu Başkanı Av. Hasan Basri Aksoy: “Batı demokrasilerinde esas olan vatandaşa güvenmektir. Şüphe ile değerlendirme yapılamaz ve hüküm kurulamaz. Devlet, kapalı kapılar ardında kayıtlar tutamaz. Bu kayıtlara dayanarak vatandaşını fişleyen devlete polis devleti denir.”
 
İNSANLARA İFTİRA ATILMAMALI
“Suç isnadını haklı kılacak verilere dayanmayıp hukuk kurallarına göre kabul görmeyen, hukukî deliller yerine soyut ve varsayım üzerine kurulu yahut siyasî hırs ve gayzı esas alan, kulaktan dolma iddiaları gerçekte varmış gibi gösterarak hüküm kurmak, insanlara iftirad atmak anlamına gelir.
 
Evrensel Hukukçular Plâtformu Başkanı Av. Hasan Basri Aksoy ile yargının yapısının değiştirilmesine dair konuştuk
 
“Yeni HSYK”, yargıyı yürütmenin güdümüne sokar
 
TAKDİM:
 
2008’de kurulan Evrensel Hukukçular Platformu’nun yaklaşık bir senedir platformun başkanlığını yürüten Av. Hasan Basri Aksoy, haksızlık kimden gelirse gelsin adâlet prensibinden şaşmaksızın çaba içinde olan platformun resmî ve gönüllü yüzlerce avukat ve hukukçu ile hizmetlerine devam ettiğini belirtiyor. Av. Aksoy, yolsuzluk ve rüşvetle ilgili soruşturma ve operasyonların iktidar cânibince engellenmesinin vahametine dikkat çekiyor. İktidar partisince Meclis Adalet Komisyonu’nda geçirilen “yeni HSYK” dizaynını evrensel hukuk, AB müktesebatı ve Anayasa’da belirlenen temel hukukî kurallar açısından değerlendirip, “yeni HSYK”yla Anayasa’da belirlenen “mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesiyle “hâkimlik ve savcılık teminatı”nın rafa kalkmış olacağını haber veriyor.  Hükûmetin önerdiği “RTÜK modeli” ve “yeni HSYK yapısı” hakkında tesbit ve önerilerde bulunan Av. Hasan Basri Aksoy, “yeni HSYK” teklifinin yargıyı bütünüyle yürütmenin güdümüne sokması vartasına karşı uyarıyor. Av. Aksoy, millet irâdesini önemseyenlerin evrensel hukuk prensiplerini esas almaları gereğini ifâde ediyor. Yasaların, siyasî mülâhazalarla değil, hukuk ve adâletten ayrılmadan liyâkat esâsına göre çıkarılması gereğini bildiriyor.
 
 
“FİŞLEYEN DEVLET”,DEMOKRATİK DEVLET OLAMAZ
 
Evvela, yolsuzluk ve rüşvetle ilgili soruşturma ve operasyonların iktidar cânibince “kumpas-komplo”, “paralel devlet”, “örgüt” benzeri iddialarla ve suçlamalarla ithama yorumunuz nedir?
 
 
İktidarın bu yöndeki suçlamalarının öncelikle bir hukukçu olarak değerlendirmesini yaparken dikkat edilmesi gereken ilk husus, bu iddiaların somut verilere dayanıp dayanmadığını araştırmak olmalıdır. Suç isnadını haklı kılacak verilere dayanmayan ve hukuk kuralları gereğince de kabul görmeyen, hukukî deliller yerine soyut ve varsayım üzerine kurulu yahut siyasî hırs ve gayzı esas alan, kulaktan dolma bilgiler ile iddiaları gerçekte varmış gibi göstermek suretiyle hüküm kurmak binlerce insana iftirada bulunmak anlamına gelir. Bu genel bir kuraldır. “Paralel devlet” iddiasını ileri sürüyorsanız bunu ispat ile yükümlüsünüz.
Oysa bu zamana kadar varsayım üzerine hareket edilmiş ve tayinler, görevden almalar ve atamalar hep bu soyut ve varsayıma dayalı bilgiler üzerine yapılmıştır. Kaldı ki devlet vatandaşını fişlemez. Kimin neye nasıl inanacağını kontrol edemez.
Batı demokrasilerinde esas olan vatandaşa güvenmek esas olmalıdır. Şüphe ile değerlendirme yapılamaz ve hüküm kurulmaz. Devlet, kapalı kapılar ardında kayıtlar tutmaz. Eline silâh almamış, en ufak adlî bir olaya karışmamış insanları topyekûn karalayamaz. Bu kayıtlara dayanarak vatandaşını fişleyen ve kontrol altına alan devlete demokratik, hukuk devleti yerine “polis devleti” denir.
Hukukun en temel prensibi olan ve hukuk fakültelerinde daha ilk sene öğretilen “suçluluğu ispat edilene kadar herkes mâsumdur” ilkesi, yani “mâsumiyet karinesi” herkes için uygulanmalı ve sırf görevlerini eda eden hâkim - savcı ve diğer emniyet mensupları olan kolluk kuvvetlerimiz de görevlerini yaparken rahat bırakılmalıdır.
Bu arada tartışmaların odağına oturtulan şu gerçeği de belirtelim ki, hükûmet her ne kadar “paralel yapı” dese de cemaatler bu ülkenin bir gerçeğidir. Ve Cumhuriyet’ten önce de tıpkı sivil toplum örgütleri gibi toplumun ıslâh ve inşası için çalışan insanları ispat edilemeyen iddia ve vakalarla suçlar ve yok etmeye kalkılırsa, bir süre sonra telâfisi imkânsız sonuçların doğmasına sebebiyet verilir.
Kabul edin-etmeyin toplumun temel dinamikleri ile oynadığı takdirde bir süre sonra bumerang gibi bozduğunuz o yapının yerini dolduran başka oluşumlar, bir gün gelir “keşke” demek zorunda bırakır…
 
 
YARGININ TÂLİMATINA UYMAMAK SUÇTUR
 
Özellikle, soruşturma ve operasyonların engellenmesiyle, savcıların tâlimatlarıyla
mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi hakkında neler düşünüyorsunuz?
 
 
Az önce de ifâde ettiğim üzere, bu türden iddialar basit iddialar olmayıp ispat edilmeyi gerektirir. Devletin savcısı ve hâkimi “yargının bağımsızlığı” ilkesi gereğince görevlerini layıkıyla yapıyorlarsa ve bu çerçevede suç işleyen, devletin ve milletin parasına göz koymak suretiyle haksız kazanç sağlayan suçluları yine devletten ve yasalardan aldıkları yetki ile haklarında soruşturma açıyor, yargılama yapıyor ve cezalandırıyorlar ise görevlerini yapan bu yargı mensuplarına “Neden hırsızı yakalıyorsun?” diyerek görevden almaya veya pasif görevlere atamaya kimsenin hakkı yoktur. İşte o zaman millet acaba bu işte bir şey mi var diye düşünecektir.
Bu çerçevede yargıyı düzenlemek adı altında siyasileştirirseniz, bir süre sonra devlet kurumları arasında çatışma yaşanmasına sebebiyet verirsiniz. Hâkim ve savcıların verdikleri karar ve emirleri emniyetin yahut kişilerin görmezlikten gelmesi yahut başka bir ifâde ile ciddiye almaması aynı zamanda yasalarda suç olarak belirtilmiştir.
Bakıyorsunuz hakkında mahkemelerce verilen mahkûmiyet kararı Yargıtay tarafından onanan biri, Yargıtay’ın kararı hakkında “ben bu kararı tanımıyorum” diyebiliyor. Yahut hakkında soruşturma açılmış bir şahıs yakınının temsil ettiği makam ve mevkiye sırtını dayadığından savcının önünde ifâde vermeye gitmeyebiliyor...
Özetle; 90 yıllık Cumhuriyet geçmişimizde ve devlet geleneğimizde kurumlar arasında bu denli bir çatışma ve itibarsızlaştırma yaşanmamıştır. Bu sebeple herkesin “hukuka güven” esası ile yaptıklarına bir kere daha sağduyu ile bakmasında fayda vardır. 
 
 
“BİRİSİNİN HATASIYLA BAŞKASI CEZÂLANDIRILAMAZ…”
 
Devletin çeşitli birimlerindeki tasfiye/kıyım furyası ve fırtınasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunun hukukî durumu nedir?
 
 
Öncelikle bir fert umumun selâmeti için dahi fedâ edilemezken, “adâlet-i mahza” esasına, Kur’ân ve hukukun temel hükmüne aykırı olarak “birisinin hatası ile bir başkası cezalandırmaya gidiliyor.”
Eğer ceza almayı gerektirecek bir fiil işleyen bir kamu görevlisi varsa o kişi hakkında soruşturma açılır ve o olayla varsa ilgi ve alâkası cezâsı verilir. Oysa burada siz topyekûn bütün bir emniyet teşkilâtını, yargı câmiasını soyut suç isnadı ile görevden alarak cezâlandırma yoluna giderek adâlet-i mahza ihlâl edilmekte ve bunca insan töhmet altında bırakılmakta.
Bütün bunlar nazara alındığında, yapılan tüm görevden almalar bu noktadan sonra tamamen “siyasî ve yolsuzlukları örtmek mülâhazası ile yapılmıştır” şeklinde algılanır. Bu sebeplerle görevden haksız ve gerekçe gösterilmeden alınan tüm devlet memurlarının bu keyfîliği yasal yollardan idarî yargıya taşıma ve yürütmeyi durdurma kararı ile birlikte ilgili atama (görevden alma) işleminin iptalini istemek hakları mevcuttur.
 
HANGİSİ ÇETE; HIRSIZLIĞI YAPAN MI, YAKALATAN MI?
 
Ve bütün bu problemlerin çözümünde sorulması gereken temel soru, “Hırsızlığı yapan mı çetedir, hırsızları yakalayan mı çetedir?” sorusudur.
Sormak lâzım; yolsuzlukları yapan, hırsızları yakalayan kolluk amirlerini, savcı ve hâkimleri daha düne kadar koruyup kanatlarınız altına almışken, Gezi Olaylarında müdahale eden polis sizin polisinizken, “Ergenekon” ve “Balyoz” türü davalarda soruşturmaları açan ve yargılamayı yapan savcı ve hâkimler sizin için sorun teşkil etmiyorken, şimdi ne oldu da bu hâkim ve savcılar ve emniyet birimleri birden tayin ve görevden almalarla dağıtıldı? 
Yahut başka bir açıdan daha düne kadar “Ergenekon”, “Balyoz” ve diğer her türlü demokrasi karşıtı oluşumları yargılayan ve mahkûm eden yargı mensuplarının verdiği kararlar için henüz yasal şartları oluşmamış olmasına rağmen “yeniden yargılama” yolları aranmaktadır.
Halbuki yeniden yargılanmanın şartları bellidir. Buna rağmen bu husus neden gündeme ısrarla getirilmektedir? İşte bu sorulara sıhhatli cevap verilmemekte ve kafalarda soru işâretleri bırakmaktadır.
Ortadaki fotoğrafı şöyle resmetmek mümkündür. Eve giren, mala ve mülke kasteden onu çalmaya niyetlenen hırsız polise yakalatılıyor; ancak yavuz hırsız “Bu bana kurulmuş bir komplodur, zamanlaması mânidardır” diyor. Yeri göğü birbirine katıyor. Bu olayın açıklaması budur.
Kısacası, hırsızı değil de yakalayanın niyetini sorgulamak âdil değildir. Parmağın gösterdiği hırsızdan ziyade parmağı görmek ne kadar doğrudur. 13 yıldır siyaset yapan bir iktidarın yolsuzlukla mücadelede geldiği nokta acıdır. Aslında bundan siyaset devşirmek de, sandıkta oy istemek de çok zordur…
 
YENİ HSYK’YLA YARGININ BAĞIMSIZLIĞI VE TEMİNATI KALKAR
 
Hükümetçe hazırlanan yeni HSYK kanununu evrensel hukuk, AB müktesebatı ve anayasada belirlenen temel hukukî kurallar açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
 
HSYK hakkındaki sözkonusu teklif, Meclis Genel Kurulunda kabul edilir ve yasallaşırsa, HSYK üyelerinin hangi dairede görev alacağına ve soruşturulmasına bundan böyle Adalet Bakanı karar verecek. HSYK teftiş kurulu doğrudan Adalet Bakanına bağlanacak, HSYK’nın yönetmelik ve genelge çıkartma yetkisi Adalet Bakanında olacak.
Kanunla HSYK’da çalışan üyeler hariç, hâkim savcılar dahil diğer tüm personelin görevine son verilebilecek. Ve en önemlisi de tasarı yasallaşırsa Anayasanın 138. maddesinde düzenlenen “mahkemelerin bağımsızlığı” ilkesi ve 139. maddesi ile düzenlenen “hâkimlik ve savcılık teminatı” rafa kalkmış olacaktır.
 
BAKANLIĞIN “9. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ” OLUR!
 
Evrensel Hukukçular Platformu adına yaptığımız bir basın açıklamamızda da belirttiğimiz üzere bu tasarının yasallaşması halinde HSYK Adalet Bakanlığının “9. Genel Müdürlüğü”ne dönüştürülmüş olacak; yargı bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve âdil yargılanma hakkı ortadan kalkacaktır.
Bu arada, demokrasimizin en temel göstergesi olan “kuvvetler kuvvetler” ayrılığı rafa kaldırılmak üzeredir. Yasama ve yürütmenin, Sayın Başbakanın iki dudağı arasına hapsedildiği bir anlayış ve uygulamada demokrasiden bahsedilmesi imkânsızdır.
HSYK değişikliği teklifinde de açıkça görüleceği gibi yargıyı yürütmenin emrine sokan bir kolluk kuvveti haline getirilmek istenmektedir. Bu sebeple demokrasilerin olmazsa olmazı olan “kuvvetler ayrılığı” yerine  “kuvvetler birliği” ilkesi uygulanır ki bu da demokrasi olmaz.
 
 
YARGIYI SİYASALLAŞTIRIR…
 
Siyasî iktidarın teklif ettiği “RTÜK modeli” için görüşleriniz nelerdir?
 
 
Öncelikle HSYK’nın “RTÜK” benzeri bir yapılanma içine sokulması ise yargının tamamen siyasallaşmasına neden olacaktır. Bunun olması halinde artık her partinin kendi hâkimi, kendi savcısı olacak, Meclise giremeyen irâde ise hâkim ve savcısız kalacağı gibi adâleti başka partilerin seçtiği hâkim ve savcılardan bekleyecektir!
Yine bu dönemde parti kontenjanından HSYK’ya seçilmek isteyen hâkim ve savcıları Meclis koridorlarında kulis yaparken görmek şaşırtıcı olmayacaktır! Ve bir süre sonra adâlet dağıtan hâkim ve savcıları da “Ak Parti’nin hâkimi ve savcısı” yahut “CHP’nin hâkimi ve savcısı” veya “MHP’nin hâkimi ve savcısı” diye isimlendirmek zannediyorum hiç de hoş olmayan bir görünüm doğmasına sebep olacak; yargıyı peşinen politize edip yaralayacaktır…
Bu durum, iktidara gelen tüm hükümetlerin birinci ana maddesi olan Avrupa Birliği ve birliğe giriş sürecinde oluşturulan uyum yasalarından geri alma, özgürlükleri kısıtlayarak geri adım atma ve geldiği noktadan irtifa kaybetme hakkı ve lüksü olmadığı kanaatindeyim.
Nasıl ki demokrasilerde geri dönüş olmaz ve vermiş olduğunuz bir hürriyeti geri alamazsanız. Hükûmetin de AB’den gelen “müzakereler durabilir!” ikazlarına “AB’nin haddi değil!” şeklinde yaklaşımlarını çok mâceracı bir yaklaşım tarzı olarak görüyorum.
Zannediyorum Sayın Başbakanın Brüksel seyahatinde bu hususlar görüşülecek ve inşallah milletin menfaatine uygun bir karara bağlanacaktır.
 
 
EN UYGUN MODEL HÂKİM VE SAVCILARIN SEÇMESİDİR
 
Cumhurbaşkanı, “Bağımsızlığı ve tarafsızlığı güçlü olan, AB kriterlerini esas alan bir HSYK” diyor. AB müktesebatı, AİHM içtihatları, hukuk kültürü çerçevesinde HSYK tâdilatına dair hangi tesbit ve tekliflerde bulunuyorsunuz?
 
 
Sayın Cumhurbaşkanı’nın “Bağımsızlığı ve tarafsızlığı güçlü olan, AB kriterlerini esas alan HSYK” teklifi olması gereken ve herkesin arzuladığı bir HSYK’dır.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın Harp Akademileri ziyareti sırasında da yaptığı konuşmada önemle vurguladığı üzere “check-balans” dediğimiz denge sistemleri üzerinden mevcut tasarının yasallaşması halinde “kuvvetler ayrılığı ilkesi”nin yara alacağını ve ortadan kalkacağını önemle belirtmiştir. Ancak Sayın Gül’ün “HSYK teklifi Genel Kurula indirilmesin” çağrısına rağmen teklif Meclis Genel Kurulunun gündemine alınmıştır.
HSYK için şu ana kadar sanırım iki açık öneri mevcut. Biri hükûmetin önerisi olan “RTÜK modeli”; diğeri ise Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda benimsenen ve önerilen model olan, hâkim ve savcılar için oluşturulacak kurulları Parlamento’nun 5’te 3 çoğunlukla seçmesi önerisi…
“RTÜK modeli”nden ziyade Uzlaşma Komisyonu’nun önerisi daha mâkul görünse de bizce 12 Eylül 2010 tarihinde referandum ile kabul edilen Anayasa değişikliği çok daha mâkuldür. Bu da HSYK üyelerinin önemli bir çoğunluğunu bizzat kürsülerde halihazırda görev yapan hâkim ve savcıların seçmesi, kalan üyeleri ise nitelikli kişiler arasından Meclis’in seçmesidir. Bu Venedik Komisyonu’nca ve Avrupa Yargıçlar Birliği’nden gelen görüşler doğrultusunda kabul edilen ve hâlâ uygulanan sistemdir.
 
 
SİYASÎ MÜLÂHAZALAR DEĞİL, LİYÂKAT ESAS ALINMALI
 
Gelinen noktada, çözümün yolu nedir? Yürütme ve yargı arasındaki gerilim-çatışma nasıl giderilir?
 
 
Bu noktadan sonra ne olacağını kestirmek oldukça zor görünüyor. Hükümetin geri adım atacağına ihtimal vermiyorum. Ancak en azından şunu söyleyebilirim. Elbette millet irâdesini önemseyen ve sandıktan çıkan irâdeyi esas alanlar için evrensel hukuk prensipleri esas olmalıdır.
İktidarın bu hukuk prensiplerini gözardı ederek, özellikle yargı gibi tarafsızlığın ve bağımsızlığın esas olması gereken alanlarda siyasî kaygılar ile hareket etmesi oldukça yanlıştır. Hz. Ömer’in sözünde de anlamını bulan “Adâlet mülkün temelidir” esası herkes için temel düstur olmalıdır. Yargının siyasallaşması en büyük korkumuzdur. Aksi halde devletine güvenmeyen vatandaşların zuhuruna sebebiyet verilecektir.
Yasama ve yürütme arasında gerilim yahut çatışmanın olmasını herkesten önce hukukçular asla istemez. Çünkü böylesi bir durum sıradan vatandaşın günlük hayatını dahi etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.
Olması gereken, devlet organları arasında yasalardan doğan görev ve sorumlulukların sınırlarını tayin ve tespitten sonra yasalar çerçevesinde bu kurallara uyumdur. Her organın kendi görev alanında ve bir başkasının görev alanına müdahale etmeden işini en doğru şekilde yapmasıdır. Bir dönem askerî vesâyetin ve darbelerin bu ülkeye nasıl zararlar açtığını, ekonomide telâfisi imkânsız ve vatandaşın cebinden çıkacak zararlar doğurduğunu hatırlayalım lütfen.     
Hükûmetleri oluşturanların âdil olmasını, milletvekillerinin sözkonusu yasaları çıkarırken hukuk ve adâletten ayrılmadan, siyasi mülâhazalar ile değil liyâkat esas alınarak hareket etmeleri gerektiğini, adâlet-i mahza esasını unutmadan kararlar altına imza atmalarını temenni ederim…
 
 
Cevher İlhan
Okunma Sayısı: 7626
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Adem Çerkez

    21.1.2014 21:35:00

    Mit’e verilen talimata göre PYD (Paralel Devlet Yapılanması) bütün cemaatleri kapsıyor... Buna göre bütün cemaatler fişlenecek... Tabii bu fişlemeler nasıl değerlendirilecek... mutlak itaat içinde olmayan cemaatlere mensup olanlar ihalelerde elenecek, devlet memurluğu sınavlarında elenecek, eğer memur iseler yükselemeyecekler... kritik görevlere gelemeyecekler.... yeri geldiğinde tasfiye edilecekler.... itilecekler kakılacaklar... ikinci sınıf vatandaş muamelesi görecekler

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı