"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Etnik ve dinî kimliklerin siyasallaştırılması, sosyolojik savaş taktiği

10 Şubat 2014, Pazartesi
Bediüzzaman, Sultan Reşad’dan Menderes’e kadar tüm üst düzey yöneticilerin dikkatini etnik sosyoloji silahına çekti ve buna karşı nasıl mukabele edileceğini anlatmaya çalıştı.
Farklı etnik kimliklerle, mezhep ve cemaat aidiyetleriyle “İslama karşı İslam” stratejisi nasıl kurgulandı?
 
Bu asimetrik savaş kurgusunda etnik kimliklere, topluluk elitlerine, mezhep ve cemaat yapılarına biçilen roller neler?
 
Güvenlikçi yaklaşım ile sosyolojik güvenlik arasında ne gibi farklar var?
Çözüm sürecinin sosyolojik güvenlik boyutu ne?
Resmî ideoloji, sosyolojik güvenlik dinamiklerimizi nasıl bloke ediyor?
Dinî kimlikleri siyasallaştırmak, bir sosyolojik savaş taktiğidir
 
Büyük Resim: Medeniyet İçi Çatışma Stratejisi
 
Bediüzzaman, günümüzde yaşanan mahalli ve küresel çatışmaların iki temel dinamiğinin, “hâkimiyet ve malikiyet” mücadelesi olduğunu belirtir. Ancak, Batılı ve Batılılaşmış düşünürler, bu çatışmayı bir medeniyetler arası çatışma olarak tanımlıyorlar. Oysa, ekonomik ve siyasî çıkarlara odaklanmış aktörlerin güç ilişkileri, dolayısıyla da çatışmacı politikaları ile biçimlenen uluslar arası ilişkilerin bir medeniyetler çatışması olarak etiketlenmesi, sadece bir hedef şaşırtmadan ibarettir.
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün de belirttiği üzere: “Belki de çatışma başka yerde ve o gizlenmeye çalışılıyor. Meselâ, ekonomik yönden toplumlar arasında büyük farklılıklar var. Meselâ, BM’in yayınlarında ‘şampanya bardağı’ denilen bir şekil vardır. O şekle göre devletlerin en zengin olanlarının beşte biri, gayri safi millî hasıla, dünya ticareti, iç para birikimi, kredilerin kullanılması gibi son derece önemli başlıklarda toplamın % 80’i ve onun üzerindekilere egemen. Bu çok büyük bir oran ve en alttaki beşte birin elinde de % 1’i yahut ondan da azı vardır. Asıl çatışma buradadır ve ekonomiktir.”1 Tamamen ekonomik çıkarların manipüle ettiği askerî, siyasî, kültürel ilişkilerdeki gerilimleri bir medeniyetler çatışması nedenselliği ile takdim edenler, uluslar arası ilişkilerdeki olağan üstü çarpıklıkların “ekonomik ve siyasî çıkar”; Bediüzzaman’ın ifadesi ile “hâkimiyet ve malikiyet” mücadelesi nedenselliğini örtbas etmek istemektedirler.
Gelinen süreçte İslâm Dünyası’nın ve insanlığın karşı karşıya olduğu temel sorun, sadece ekonomik çıkarlarına odaklanmış ve değişen şartlara göre dünyayı sürekli yeniden düzenlemek isteyen askerî, siyasî, teknolojik ve kültürel imkânlarını seferber etmiş bir emperyalist müdahaleciliktir ve bunun artık örtbas edilecek bir yanı kalmamıştır.
Bireyler ve toplumlar arası ve insan tabiat arası çarpık ilişkilerin ekonomik sömürü boyutu, ekolojik dengenin bozulması, çevre kirliliği, insan sağlığına ve tüketime yönelik manipülasyonları, ırkçılık, terörizm, alkolizm ve uyuşturucu bağımlılığı, israf, obezite ve açlık, yoksulluk ve gelir dağılımındaki dengesizlikler, silâhlanma ve savaşlar, tabiî dengenin tahribi, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri şeklinde kendini gösteren birçok boyutları, artık uluslar arası toplumda giderek daha net bir biçimde bu emperyalist müdahalecilikle ilişkilendirilmeye başlamıştır.
Temel sorunun bu şekilde belirlenmesi, uluslar arası çözüm arayışlarını da bu temelde gündeme getirmektedir. “Zenginlerle fakirler arasında tahammülün çok ötesindeki eşitsizlikler”,2 bu soruna kaynaklık eden  temel akıl yürütmelerin, temel kabullerin ve bunlardan beslenen etki sistemlerinin sorgulanmasına ve bu temelde değişim taleplerine yol açıyor. Değişim, İslâm bölgesinin Ortadoğu formundan, Büyük Ortadoğu formuna dönüştürülmesi ile sınırlı kaldığı takdirde, bu Batı’nın emperyalist akıl yürütmelerinin yeni bir açılımından ibaret kalacak ve yeni bir çatışmacı sürece zemin oluşturacaktır. Böyle bir değişim tutumu, İslâm Dünyası’nın ve insanlığın beklentilerine ve çözüm arayışlarına bir cevap oluşturmaktan uzak bulunmaktadır. 
Wallerstein, bu çözüm arayışlarının önündeki en büyük engeli şu sözlerle tanımlamaktadır: “Dünya sistemin bilinçli yeniden örgütlenimi kuvvetle muhtemeldir ki, yeni bir eşitliksiz imtiyazlar yapısı meydana getirmek için şu anda imtiyaz sahibi olanlar tarafından manipüle edilecektir.”3 Wallerstein’in işaret ettiği bu manipülasyon, sadece küresel sistemi elinde tutanlar tarafından değil, aynı zamanda, üçüncü dünya ülkelerindeki iktidarı elinde tutanlar tarafından da yapılacaktır.
Samuel Huntington, “uluslar arası ilişkilerde ulus devletin temel aktör olarak kalacağını, ancak küresel politikaları medeniyetler arası çatışmaların belirleyeceğini, kültürel kimliklerin geçmişe oranla daha belirleyici ve önemli bir rol alacağını”4 belirterek, insanlığın geleceğini kaçınılmaz bir medeniyetler çatışmasının belirleyeceğini savunmaktadır.
Francis Fukuyama da, “Tarihin sonu teziyle, Batı medeniyetinin tarihin sonunu temsil ettiğini, dolayısıyla diğer medeniyetlerin nihaî durağının Batı modeli olduğunu savunmaktadır.”5
Graham Fuller ise, medeniyetler arası çatışmayı, Batı karşısında büyük boy dayanışmalara ve özellikle de bir İslâm dayanışmasına yol açabileceğinden dolayı tehlikeli bulmaktadır. Fuller’in algısındaki Batı dışı medeniyetler ve özellikle de İslâm medeniyeti, kendi unsurları itibariyle zaten parçalıdır ve ancak ortak bir tehdit karşısında kaldıklarında dayanışma içine girme potansiyeli taşımaktadır. Dolayısıyla, izlenecek strateji, İslâm bölgesinde zaten mevcut olan “medeniyet içi çatışmalara” müdahale etmek olmalıdır. Bu tez, çatışmanın medeniyetler arasında değil, Batı dışı medeniyetlerin ve özellikle de İslâm medeniyetinin kendi içinde cereyan edeceğini, Batı’nın da bu iç çatışmaya müdahale edeceğini savunmaktadır. Yani, Batı hakem konumda olacaktır.
“Medeniyetler arası çatışma” ve “tarihin sonu” tezleri ile “medeniyet içi çatışma” stratejileri esas karakteri itibariyle Wallerstein’in yukarıda arz ettiğimiz manipülasyon tezi kapsamında kalmaktadır. Bu türden çatışmacı tezler, Wallerstein’ın belirttiği manipülasyon güçlerinin bilinçli stratejilerini ifade etmektedir. Bu güçler, iki kutuplu çatışma üzerine kurulu küresel statükoyu, Sovyetlerin dağılması ile yeni bir çatışma teorisi doğrultusunda yenilemek istemektedir.
Batı/Doğu-Güney ilişkilerinin, Doğu ve Güney toplumlarındaki medeniyet içi çatışmalara Batı’nın müdahaleleri şeklinde tezahürleri, Fuller’in “medeniyet içi çatışma” tezi doğrultusunda bir strateji izlendiğinin bir göstergesidir. Aslında, Fuller’in “medeniyet içi çatışmalara Batı’nın müdahalesi” tezi, Huntington’un “medeniyetler arası çatışma” tezinin daha ustaca ve kamufle edilmiş bir şeklinden ibarettir. İnsanlık bu müdahaleyi şöyle algılayacaktır: Batı çatışmanın bir tarafı değildir; bilâkis, medeniyet içi çatışmalara insaniyet namına el koymaktadır…
Sovyetlerin dağılması ile birlikte Batı’da gündeme gelen bu çatışmacı tezler, insanlığın ve özellikle de Batı medeniyetinin, evrensel değerler merkezli bir değişime kapalı olduğu anlamına gelmemelidir. Çünkü, “Oryantalizmde tecessüm eden Batı-merkezci tavır, bütün Batı’lı aydınların tavrı olarak genellenemez.”6 Günümüz kültür ve medeniyet dünyaları, kendi içlerinde, bu türden çatışmacı stratejilerden çıkarı olan güçleri barındırdığı gibi, bu güçlerle bir iç hesaplaşma da yaşamaktadırlar. Bu durumda, sözünü ettiğimiz kültür ve medeniyetleri topyekûn çatışmanın bir tarafı olarak kabul etmek doğru değildir. Nasıl ki, iyi ve kötü insan yoktur, insanın iyi ve kötü yönleri vardır; aynı şekilde özünde olmasa bile temsili itibariyle kültür ve medeniyetlerin de iyi ve kötü yorumları vardır. Kültür ve medeniyetlerin aşırı uçlarını genellememek gerekir. Bu sebeple, “yanlış anlaşılmasın Avrupa (Batı) ikidir: Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaîye-i beşeriyeye nâfi san’atları (insanlığa faydalı sanatları) ve adalet ve hakkaniyete hizmet eden fünunları (fenleri) takip eden; (diğeri ise) felsefe-i tabiyenin (tabiatçılık) zulmetiyle, medeniyetin seyyiâtını (kötülüklerini) mehâsin (güzellik) zannederek beşeri sefâhete ve dalâlete (yanlış yola, zulüm ve haksızlıklara, çıkar ve haz odaklı bir hayat tarzına) sevk eden bozulmuş”7 ikinci Batı… Bizim makalemizin konusu, yani Âlem-i İslâm’a karşı “Medeniyet İçi Çatışma Stratejisi/İslâm’a Karşı İslâm” stratejisini takip eden bu ikinci Batı’dır. Batı’nın müsbet yüzü ve temsilcileri olan düşünce ve bilim adamları, dindar ruhanileri ve samimî olarak Hıristiyanlık dinini tebliğ amaçlı olan misyonerleri analizimizin kapsamı dışındadır.
 
Medeniyet İçi çatışma Denklemi Nasıl kuruluyor?
Medeniyet içi çatışma stratejisinde, ana taktik, İslâm toplumlarının dayanışma bağlamını hedef alan sosyolojik saldırılardır. İslâm toplumları tarihî süreçte temel karakteristiği, “medeniyet içi çatışma” olan sosyolojik saldırı dalgaları ile günümüzdeki duruma gelmişlerdir. Medeniyet içi çatışmalar, medeniyet içi bütün unsurları zayıflatır, birleşik gücü dağıtır veya potansiyel güçlerin dayanışmasını engeller. Her iki durumda da, bir medeniyet dünyasının gücünü birleştirerek medeniyet dışı güçlerden gelen askerî ve sosyolojik saldırılara uygun mukabelede bulunmasını imkânsız hale getirir.
Sosyal kitlelerin oluşumu, dayanışması üç temel bağlamda gerçekleşmektedir: Din, milliyet ve sınıfsal ideoloji… Din bağlamındaki kitleselleşmeler, farklı milliyetlerin sosyal, siyasal ve ekonomik dayanışmasını ve entegrasyonunu mümkün kılmaktadır. Çünkü, dini bağlam ezvaca, yani evlenmeye, çift olmaya; etnik bağlam ise ezdada, yani zıtlaşmaya, boşanmaya, ayrılmaya yol açmaktadır.
Medeniyet içi çatışma denkleminin nasıl kurulduğuna, Türkiye’de yaşanan etnik bağlamlı iç çatışma tipik bir örnek teşkil etmektedir. Özetle, müşterek din, farklı etnik kimliklerin izdivacına, farklı etnik kimlikler ise aynı din mensuplarının dahi iftirakına, yani, ayrışmasına yol açmaktadır. Bu sebeple, Türk ve Kürt kimliklerinin zıtlaşması ve farklılaşması, Türk ve Kürt kimlik algılarının dinî bağlamdan etnik bağlama geçirilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Türkleri ve Kürtleri toplumsal bütünlüğün bir unsuru haline getiren dinî bağlamın yerini, toplumsal ayrışmayı ve giderek dozu artan ve çatışma safhasına ulaşan gerilimlere sürükleyen etnik bağlamın alması, yol açtığı sosyolojik sonuçları açısından değerlendirildiğinde, ortada Türkiye’ye yönelik planlı bir “sosyolojik müdahale” olduğu idrak edilecektir.
 
Siyasallaşmış Topluluk Elitleri ve Cemaatler
İnsanlık 21’inci Yüzyılda yeni bir değişim kavşağına doğru ilerlemektedir. Bu süreçte, özellikle İslâm dünyası birkaç yüzyıldır maruz kaldığı sosyolojik müdahalelerin yol açtığı anlamlandırma ve politika geliştirme sorunları ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bu değişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi, Batı’lı değişim kuşaklarının tek medeniyet algısı ile yürüttükleri “sosyolojik savaş” stratejisini sürdürüp sürdürmeme konusundaki tutumu kadar, İslâm toplumlarının değişim kuşağının ve topluluk elitlerinin bu stratejiye “İslâm’ı veya etnik kimlikleri araçsallaştırarak” siyasal bir cevap mı, yoksa Bediüzzaman’ın tesbit ettiği, İslâm’ın özünden beslenen çok milletli, çok kültürlü ve çok dinli açık toplum pratiğini hayata geçirme doğrultusunda kapsamlı bir medeniyet perspektifinden mi karşılık vereceği noktasında düğümlenmektedir.
Etnik kimliklerin veya İslâm’ın araçsallaştırıldığının göstergeleri olan son yaşanan olaylar, bu olaylara karışanları, sosyolojik müdahale stratejilerinin bir malzemesi durumuna düşürmüştür. Bu sosyolojik müdahalede, kendisine etnisite veya din üzerinden bir iktidar alanı açmak isteyen topluluk seçkinleri, maşa olarak kullanılabilmektedır.
Şunu hiç unutmayalım ki, “uluslar arası sistem, İslâm’a karşı yerel ve küresel tedbirler almaktadır. İslâm’ı yerelde irtica ve terör ile ilişkilendirmekte ve yerel mekanizmalar İslâm aleyhine harekete geçirilmektedir. Küreselde İslâm’ı terör silâhını kullandığı bir medeniyetler çatışmasının aktörü olarak göstermektedir.”8 “Müslüman dünyanın yaşanan gerginlikler bağlamında birer terör odağı olarak resmedilmesi, aslında Batıda geleneksel olarak varlığını sürdüren İslâm algısından bağımsız bir şekilde işlememektedir. Bu birbirini takviye eden ilişkiler ağı içinde medeniyetler çatışmasının doğması bugün (Batıda) artık popüler bir beklenti haline dönüşmüştür. Tek kutuplu dünyanın var olan gerçekliği içinde İslâm ve Müslümanlar, küreselleşmenin dayattığı entellektüel, kültürel ve ekonomik blokajlar karşısında yer yer kendi referanslarıyla bile ilişkilendirilmesi imkânsız tepkiler verebilmektedirler. Ne var ki bu tepkiler de, yine benzersiz bir şekilde İslâm karşıtı söylemleri tahkim etmeye yaramaktadır.”9 “Uluslar arası sistem, İslâm’ın karşısına, yine kendi kurguladığı, dünya ölçeğinde bir terör ve kaos menbaı olan bir İslâm’ı (!) rakip olarak çıkarmak istemektedir.”10
Terör ve kaos menbaı bir İslâm algısı, yine İslâm bölgesinde ve bizatihi İslâm toplumları ve kesimleri arasında kimlik çatışmalarını yöneten bir sosyolojik savaş ile inşa edilmektedir. Etnik ve cemaat kutuplaşmaları, topluluk elitlerinden başlayarak topluluklara ve topluluklar arası ilişkilere yansımaktadır. Etnik, cemaatsel ve mezhepsel eksende kutuplaşmış elitler ise, hesaplarını kutuplaşmaların yol açtığı gerilimlerin değişik dozlarda sürdürülmesi üzerine kurmaktadırlar. Bu sebeple, farklı topluluk elitleri, daha üst bir kimlik bağlamında bir uzlaşma ve diyalog geliştirmekten bilinçli olarak kaçınmaktadırlar. Bu noktada problem, bu kimlik farklılıklarından çok, topluluk elitlerinin bu bilinçli tutumlarıdır. Bunların çözüm aktörü olarak sahnede tutulması ve açılımın ve demokratikleşmenin bu elitlerin etnik veya dini kimlikleri siyasallaştırarak dikte ettikleri esaslar üzerinden gerçekleştirilmesi, aslında bir sosyolojik savaş taktiğinin açılımlarından ibarettir.

KAYNAK:
* Bu dizi yazı, Etkileşim Yayınlarından çıkan “Osmanlı’dan Ortadoğu’ya SOSYOLOJİK SAVAŞ” kitabımın bazı bölümlerinden uyarlanmıştır.
1- Prof. Dr. Türkkan ATAÖV, Medeniyetler Arası Diyalog, Medeniyetler Çatışmasından Diyaloga, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yay., İst.-2000, s.149.
2- Willis HARMAN, Küresel Zihniyet Değişimi, Çev.: Muhammed Şeviker, İz yayıncılık,   İst., 2000. s.169.
3- Immanuel WALLERSTEIN,, Jeopolitik ve Jeokültür, Çev.: Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998. s. 183.
4- Huntington, 1993, Akt. Barış GÜRSOY, (Soğuk Savaştan Günümüze) Asimetrik Tehdit, IQ Kültür Sanat yay., 1. Baskı, İst., 2005. s.109.
5- Prof.Dr. Recep ŞENTÜRK, Açık Medeniyet (Çok Medeniyetli Dünyaya ve Topluma Doğru), TİMAŞ Yayınları, İst., 2010. s. 206.
6- A.g.e. s. 193.
7- Said Nursî, Lem’alar, 17. Lem’a, 5. Nota.
8- Yusuf Çağlayan, Darbeci Kuşatma, Nesil yayınları, 2011, s. 261.
9- Necdet Subaşı, Sınırları Yoklamak (Din Sosyolojisi Okumaları), Ötüken Yayınları, İstanbul, 2007, s. 163.
10- Yusuf Çağlayan, Darbeci Kuşatma, Nesil yayınları, 2011, s. 261.
 
 
YARIN: “İSLÂMA KARŞI İSLÂM” STRATEJİSİ
 
YUSUF ÇAĞLAYAN
Okunma Sayısı: 7707
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Erdoğan Çelebice

    11.2.2014 16:00:00

    Medeniyetler çatışması mı, uzlaşması mı?
    Güvenlikçi yaklaşım ile Sosyal Güvenlik arasında nasıl bir fark var.
    İlginç bir yazı dizisi,enteresan bir farkındalık yazısı.
    Arkadaşların değerlendirmesine sunuyorum.

  • Kamuran KÖSE

    11.2.2014 14:51:00

    Geşmişi, bu günü ve Geleceği anlayabilmek için bu yazıyı anlamak, okumak ve okutmalıyız sayın yazarı tebrik ederim... selamlar

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı