"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İdeolojik kodlama, TSK’yı halktan uzaklaştırdı

12 Şubat 2014, Çarşamba
Etno-sosyolojik süreçteki bir soruna etnik kimliği daha da şiddetlendiren ve merkezileştiren reformlarla karşılık verilmesi stratejik bir hatadır.

Aynı şekilde askerî seçeneklerle karşılık verilmesi de yanlıştır. Öncelikle, toplumun etno-sosyolojik akıntıdan kurtarılması, bunu sağlayıcı alternatif bir sosyolojik sürece geçiş yapılması şarttır. İşte askerî seçenek, bu olumlu sosyolojik süreçlere geçiş için güvenli bir ortam hazırlama amacı ile kullanıldığında yararlı olacaktır. Ancak bu taktirde etnik sosyoloji devreden çıkacak ve etnik merkezli kimlik algısı giderek marjinalleşecektir.
Sosyolojik savaş karargâhları, Müslüman toplumların etnik sosyolojiden çıkışlarını önlemek için çok yoğun sosyolojik araştırmalar yapmakta ve bunu sağlayacak dinamiklere karşı Müslüman toplumların belirleyici güçleri olan kurumlarında aşılmaz önyargılar oluşturmaktadırlar. Özellikle askerî kurumlara yapılan sosyolojik saldırı, bu kurumlarda etnik kesimler arasındaki ortak kültürel paydalara karşı ideolojik bir karşıtlık oluşturarak, toplumun uzlaşma ve dayanışma kültürünün bloke edilmesi amacı gütmektedir. TSK’da önceden beri toplumsal kimliğin kültürel motivasyonlarına karşı ihtiyatlı yaklaşım ve özellikle 28 Şubat sürecinde açığa çıkan tutum, sözünü ettiğimiz sosyolojik savaş ürünü bir yaklaşım ve tutumdur. Bu yaklaşım, toplumun uzlaşma ve dayanışma kültürünü iç tehdit olarak algılamak gibi büyük bir zihnî sapmanın ürünüdür.
Ordu zihniyetindeki bu ideolojik kodlama yüzünden, etnik sosyolojiye alternatif teşkil edecek bir sosyolojik süreç geliştirilememiştir. Bu ideolojik kodlamalar, TSK’yı, 28 Şubat müdahalesi gibi, kendini sosyolojik dayanaklardan yoksun bırakacak ve kendi halkından tamamen koparılarak, sosyolojik savaş gücünü sıfırlayacak vahim hatalara sürüklemiştir. 28 Şubat sürecinde kendi halkına psikolojik harekat yapan, halkının birlik ve dayanışma değerlerini iç tehdit olarak algılayan bu zihniyetin, halkta oluşturduğu karşı algı, yani ordu algısı, ordunun sosyolojik gücü açısından yıkıcı olmuştur. Bu algı, PKK’nın yürüttüğü etnik sosyoloji stratejisinde de malzeme olarak kullanılmıştır.
Geçmişten günümüze, etnik bağlamlı sosyolojik müdahale süreçlerine uygun mukabele ile karşılık verilemeyişi, olayın vahametinin ve sosyolojik tabiatının anlaşılamadığını açık bir biçimde göstermektedir. Farklı etnik grupları, siyasal dayanışmaya yönelten ortak üst kimlik dinamiklerine karşı kullanılacak en yıkıcı sosyolojik silâh etnosentrizmdir. Etnosentrizm=Irk Merkezcilik, Osmanlı’nın olduğu gibi Türkiye’nin de dağılmasında fonksiyonel bir sosyolojik silâh olarak kullanılmaktadır.
Yeni dönemde de kullanılan bu sosyolojik silâh daha da geliştirilmiş ve etnik ırkçılığa, mezhep ve cemaat ırkçılıkları da eklenmiştir. Burada şu hususu belirtelim ki: Elbette bir toplumda farklı etnik kesimler, farklı liderler, farklı mezhepler ve cemaatler olacaktır. Sorun toplumlardaki bu farklı kimlikler değildir. Bu farklılıklar arasında karşılıklı dışlayıcılığın körüklenmesidir. Farklı kimliklerin birbirlerine kapanması, aralarına demir perdeler çekmeleridir. 
Ortadoğu’daki statükoya karşı tehdit oluşturacak bir merkezi yapılanmanın önlenmesi kontrollü kimlik stratejisi ile yürütülmektedir. Özellikle, böyle bir merkezi teşkil etme potansiyeli taşıyan ülkemizde, etnik kimlik ve cemaat farklılıkları bağlamında yaşanan gerilimler ve TSK’nın bütün bu kesimlerin ortak paydasını oluşturan millî ve manevî değerlere karşı mesafeli duruşu, 28 Şubat sürecinde de hasım vaziyeti alması, sözünü ettiğimiz bu önleyici stratejilere yaramıştır.
Türkiye’de yaşanan etnosentrist sürecin Türk ve Kürt kesimdeki ulusalcı zihniyete dayalı olarak ilerlediği ortadadır. Bu etno-psikolojik ayrışma, zihni parçalanmayı daha da derinleştiriyor. Kültürel hakların tanınması adı altında, şimdi de etno-kültürel sınırlar oluşturulmaya çalışılıyor. Zihinlere çizilen bu sınırları coğrafyaya yansıtacak sosyolojik provokasyonlarla, Türk-Kürt kardeşliği ve dayanışması ile inşa edilecek merkez ülke dağıtılmak isteniyor. Bu provokasyonda, uzun yıllar İslâm’a yabancılaşmış, Türk ve Kürt ulusalcıları; Ergenekon ve PKK gibi aktörler kullanılıyor. Merkezdeki parçalanma, bu iki kötü huylu öznenin muhatabiyeti ile sürdürülmüş ve bu günkü duruma evrimleştirilmiştir. Sosyolojik savaş karargâhları, bir taraftan Türk etnosentrizmini temsil edenleri baş rolde tutmaya çalışırken, öte yandan Kürt etnosentrizmini organize etmişlerdir.
Bütün bu tesbitler ışığında sormak durumundayız: TSK’nın asimetrik bir gücü var mıdır? Ülke olarak maruz kaldığımız sosyolojik saldırılara karşı, bir “uygun sosyolojik mukabele” stratejisi geliştirebildik mi? TSK, bu milletin ortak kimlik ve dayanışma değerlerine resmi ideoloji adına daha ne kadar mesafeli ve soğuk yaklaşacaktır. TSK’ “Medeniyet İçi Çatışma Stratejisi” nin neresindedir? MGK, ne zaman, bütün kesimleriyle bütün toplumu bir arada tutacak ve bütünleştirecek ortak kimlik değerlerini, güvenlik sisteminin merkezine koyacaktır.

Türkiye’nin ve TSK’nın Asimetrik Gücü Ne Olabilir?
Sosyolojik savaş taktik ve tekniklerini en üst seviyede uygulayan Kürt etnosentrizmine karşı, Kemalist veya milliyetçi fikriyatı temsilen askerî bir karşılık verilmesi, fonksiyonel olmak bir yana, sosyolojik etkileri itibariyle karşı taraf stratejisinin bir parçası haline gelmektedir. Asimetrik bir savaş türü olan sosyolojik savaş taktik ve tekniklerine, yalnızca düzenli ordu taktik ve teknikleri ile karşı koymak, başından beri içinde bulunduğumuz çatışmanın doğasını anlamamak ve başarısızlığa mahkûm olmaktır.
PKK’nın asimetrik gücünü, etnik sosyoloji oluşturmaktadır. TSK’nın tartışılmaz askerî güç üstünlüğüne rağmen, PKK’nın çatışmayı uzun yıllara yayabilmesi, etnik kimlik siyasetini yaygınlaştırması, TSK’nın sosyolojik strateji boşluğundan; yani, etnik sosyoloji karşısında asimetrik gücünü oluşturacak sosyolojik bir silâha sahip olmayışından kaynaklanmaktadır. PKK’nın yürüttüğü terör, Türkiye’yi askerî mukabele tutumuna sürüklemek için uygulanan bir taktiktir. Bu taktik sayesinde, olay bir Türk-Kürt çatışması gibi empoze edilerek, bu sayede etnik bağlamda ayrılıkçı bir Kürt dayanışması inşa edilmektedir.
PKK’nın stratejisinde, sosyolojik savaş bütün boyutları ile yer alırken ve bu stratejisini uygulayan KCK gibi kurumsal yapılar inşa etmişken, TSK’nın stratejisinde sosyolojik savaş hafızası, kavramı, literatürü diye hiçbir şey bulunmamaktadır. TSK’nın bölücü tehdit tanımlaması, sosyolojik bir tanımlama değildir ve uygun mukabele stratejisi geliştirilmesini sağlamaktan uzaktır. Bu sebeple, TSK ile PKK’nın güç ve yöntemleri arasında simetri bulunmayışı, silâh ve asker gücü ile orantılı sonuçlar elde edilmesini engellemektedir. Etnik sosyolojiyi gayri nizamî harp taktikleri ile bütünleştiren PKK ve KCK, Millî Güvenlik stratejisindeki sosyolojik mukabele boşluğundan sonuna kadar yararlanmaktadır. Mukabelenin baş aktörü olan TSK, PKK’nın çok farkında ve bilincinde olduğu ve sonuna kadar kullandığı etnik sosyolojiye karşı, sosyolojik bir karşılık verememektedir. Çünkü, Türk ve Kürt kimliğinin ortak paydasını oluşturan sosyolojik dinamikleri iç tehdit olarak algılayan bir zihni yapıya mahkûm edilerek bloke edilmiştir. TSK, asimetrik gücünün sözünü ettiğimiz bu değerler olduğunu anlamalı ve iç tehdit algısını düzeltmelidir. Aksi halde, TSK asimetrik güç boşluğu yaşamaya devam edecektir.

Yeni Bir güvenlik Stratejisi: Sosyolojik Güvenlik
Toplum içi farklı kimliklerin dışlayıcı ve hatta çatışmacı özellik kazanmaları, birbirlerine ve devlete karşı kendilerini kapatmaları, bir dizi güvenlik sorunlarına yol açmaktadır. Güvenlik kavramı, mevcut güvenlik kültürümüzde askerî ve polisiye kurumları akla getirmektedir. Biz güvenlik sorunlarının, “sosyolojik güvenlik” temelinde, yani askerî ve polisiye gücün değil, “sosyolojik gücün” kullanımı ile çözümlenebilecek sorunlar olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyoruz. Bu manada “sosyolojik güvenlik” kavramını kapsamayan bir güvenlik anlayışı, sadece eksik değil, çok tehlikelidir de. Çünkü, askerî ve polisiye parametrelerle tanımlanan iç güvenlik sorunları, askerî güçleri de iç güvenlik güçlerine dönüştürecektir. Bir ülkeye yönelik sosyolojik savaşta, askerî güçlerin iç güvenlik güçlerine dönüştürülmesi ve merkez güvenlik kurumu haline getirilmesi önemli bir aşamadır. Geriye, bu sosyolojik saldırıya karşı bağışıklık kazandıracak sosyolojik dinamiklerin, meselâ manevî ve kültürel değerlerin, bu kurumlarca iç tehdit olarak algılanmasını sağlamak kalacaktır. Kısaca, üst kimlik değerlerini iç tehdit kabul eden kurumların gerçekleştirdiği sosyolojik temelden yoksun iç güvenlik amaçlı askerî operasyonlar, sosyolojik bağışıklık sistemini tahrip etmekte, sosyolojik bütünlüğe ağır darbeler indirmektedir.
Güvenlik kavramı, mevcut güvenlik kültürümüzde içe kapanma ve önleme, sınırlandırma anlamına gelmektedir. Tıpkı, bir evin güvenliği için, bütün kapı ve pencerelerinin sıkı sıkıya kapatılması, bahçesine duvarlar ve tel örgüler çekilmesi, dört bir yanına kameralar ve korumalar yerleştirilmesi gibi… Dolayısıyla güvenlikten bahsetmek demek, güvenlikçi bir yaklaşım, içe kapanma olarak algılanmaktadır.
Oysa, “sosyolojik güvenlik” tamamen farklıdır. Çünkü, sorun, zaten toplumun farklı kimliklerinin kendilerini birbirine kapatmasıdır. Sorun, aynı mahalledeki hanelerin ve hatta aynı hanedeki sakinlerin evlerine, odalarına çekilip kapılarını kilitlemeleridir. Yani toplumların ve toplum kesimlerinin birbiri ile dinî, sosyal, ekonomik ve siyasî ilişkileri koparmasıdır. Farklı kimliklerin, sosyal, ekonomik ve siyasî dayanışma kabiliyetini yok edecek bir boyut kazanmasıdır. Yani sorun, açıklık değil, kapalılıktır. Bu sorunun çözümü ise, sosyolojik dinamikler aracılığı ile bu kimlikleri birbirine açmak, aralarındaki dışlayıcı sınırları kaldırmak, sosyal ve siyasî olarak dayanışma özelliğine kavuşturmaktır.
Bu anlamda güvenlik, klâsik “güvenlikçi yaklaşım”dan ayrılmaktadır. Sosyolojik güvenlik, farklı kimliklerin, aralarında sosyal, ekonomik ve siyasî dayanışma kabiliyetini sürdürmesinde rol oynayan ortak toplumsal dinamiklerle alakalıdır. İşte, Bediüzzaman, bu dayanışma bağlamının İslâm kimliği olduğunu belirtmekte ve İslâm bölgesindeki hiçbir toplumun güvenliğinin, birbirinden bağımsız olarak sağlanamayacağını, bu sebeple, yerel değil ortak bir güvenlik sistemini öngörür.

Güvenlik Sistemi Yeniden Yapılandırılmalıdır
Kısaca özetlemeye çalıştığımız “sosyolojik savaş” kavramı ile ilgili olarak bir literatür taraması yaptığımızda, göreceğiz ki, ne askerî, ne genel güvenlik ve ne de akademik literatürde çok fazla bir bilgi ve araştırma bulunamayacaktır. Ancak, mevcut askerî ve iç güvenlik örgütlenmeleri acil bir biçimde sosyolojik risk ve tehdit unsurlarını da dikkate alan bir yapıya ve muhtevaya kavuşturulmadığı ve bu kavramlar da dikkate alınarak yeniden yapılandırılmadığı taktirde, sosyolojik savaş stratejisi izleyen güçlere karşı, böyle bir stratejiden yoksun olarak karşı koymaya çalışmak, adeta hedefi görmeden ateş etmek gibi işlevsiz kalacaktır.  
Türkiye’nin askerî literatüründe sosyolojik savaş kavramı yer almamakta ve dolayısıyla da sosyolojik savaşın tabiatı bilinmemektedir. Bu sebeple, toplumun temel kimlik değerleri iç tehdit olarak algılanabilmektedir. Asıl sorunun, bu kimlik değerleri ile çatışan resmî ideoloji olduğu anlaşılamamaktadır. Bu durumun değişmesi, hükümetin ve TSK’nın, olaya ideolojik çerçevede teşekkül eden klâsik güvenlik anlayışı ve askeri mantalite ile yaklaşmayı terk ederek, güvenlik kavramına sosyolojik güvenlik, sosyolojik tehditler ve sosyolojik savunma stratejisi kavramlarını da katarak yeniden tanımlamasına bağlıdır. Bu tanımlama, toplumların sosyolojik yapı unsurlarında ve dinamiklerinde yaşanacak sorunların, toplumsal hayata aksederek önemli ölçüde güvenlik riskleri oluşturacağının anlaşılmasını ve geçmişte iç tehdit olarak algılanan ortak dayanışma dinamiklerine karşı takınılan yanlış tutumun düzeltilmesini sağlayacaktır. Durum muhakemesi ve durumdan çıkarılacak vazifeler sosyolojik boyutlar kazanacaktır. Böylece, karşı karşıya olduğumuz sosyolojik tehditlere karşı koyacak sağlıklı bir güvenlik kültürü oluşacak ve fonksiyonel bir güvenlik yapılanması inşa edilebilecektir.
Güvenlik kültürünün sosyolojik güvenlik anlayışı doğrultusunda yeniden yapılandırılması, güvenlikçi anlayışın kapattığı bütün kanalları açacaktır. Toplumsal kimliklerin iç tehdit olarak algılanması yerine, bu kimlikler arasındaki ortak paydalara önem veren bir güvenlik yaklaşımı ortaya çıkacaktır. Güvenlik adına günümüze kadar gerçekleştirilen sosyolojik tahribatların tamiri de gündeme gelecektir.
Güvenlik literatürümüze “Sosyolojik Savaş” ve “Sosyolojik Güvenlik” kavramlarının girmesi zamanı gelmiştir. Ülkemizde ve İslâm dünyasında ve hatta bütün dünyada olup biten olayları, artık “Sosyolojik Savaş” kavramsallaştırması ile anlamlandırmak durumundayız.

SON
 
 
YUSUF ÇAĞLAYAN
Okunma Sayısı: 4827
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • abdullah bugra

    16.10.2014 18:20:46

    Cok guzel bir yazi dizisi , kendi hesabimda da paylasiyorum. Umarim bu konuda yetkili kisilerin de gozune carpar da gereken seyler yapilir. Ellerinize saglik. Saygilar...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı