20 Nisan 2014, Pazar
Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, birgün de İstanbul’dan da çıkacağım, diğer birgün de dünyadan çıkacağım.
Onuncu Rica
Bir zaman, esaretten
geldikten sonra, İstanbul’da bir iki sene yine gaflet galebe etti.
Siyaset havası, nazarımı nefsimden kaldırıp âfâka dağıtmışken, birgün
İstanbul’un Eyüp Sultan Kabristanının dereye bakan yüksek bir yerinde
oturuyordum. İstanbul etrafındaki âfâka baktım. Birden, bakıyorum, benim
hususî dünyam vefat ediyor, bazı cihette ruh çekiliyor gibi bir hâlet-i
hayaliye bana geldi. Dedim “Acaba bu kabristanın mezar taşlarındaki
yazıları mıdır ki, bana böyle hayal veriyor?” diye nazarımı çektim.
Uzağa değil, o kabristana baktım.
Kalbime ihtar edildi ki:
“Bu
senin etrafındaki kabristanın, yüz İstanbul, içinde vardır. Çünkü yüz
defa İstanbul buraya boşalmış. Bütün İstanbul’un halkını buraya boşaltan
bir Hâkim-i Kadîr’in hükmünden kurtulup müstesna kalamazsın; sen de
gideceksin.”
Ben kabristandan çıkıp, bu dehşetli hayal ile Sultan
Eyüp Camii’nin mahfelindeki küçük bir odaya, çok defa girdiğim gibi, bu
defa da girdim. Düşündüm ki, ben üç cihette misafirim. Bu menzilcikte
misafir olduğum gibi, İstanbul’da da misafirim, dünyada da misafirim.
Misafir, yolunu düşünmeli. Nasıl ki bu odadan çıkacağım, birgün de
İstanbul’dan da çıkacağım, diğer birgün de dünyadan çıkacağım.
İşte
bu hâlette, gayet rikkatli ve firkatli, elemli bir hüzün ve gam,
kalbime, başıma çöktü. Çünkü ben yalnız bir iki dostu kaybetmiyorum.
İstanbul’da binler sevdiğim dostlarımdan mufarakat gibi, çok sevdiğim
İstanbul’dan da ayrılacağım. Dünyada yüz binler dostlarımdan iftirak
gibi, çok sevdiğim ve müptelâ olduğum o güzel dünyadan da ayrılacağım
diye düşünürken, yine kabristanın o yüksek yerine gittim. Ara sıra
sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o
dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek
cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer sûretinde gösterdikleri gibi,
aynen ben de, o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler
vaziyetinde gördüm.
Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan
bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride kat’iyen bu
kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir,
geziyorlar.
Birden, Kur’ân-ı Hakîmin nuruyla ve Gavs-ı Âzam Şeyh
Geylânî Hazretlerinin irşadıyla, o hazîn hâlet, sürurlu ve neşeli bir
vaziyete inkılâp etti.
Şöyle ki: O hazîn hale karşı Kur’ân’dan gelen
nur böyle ihtar etti ki: Senin, şimal-i şarkîde, Kosturma’daki
gurbetinde bir iki esir zabit dostun vardı. Bu dostların her halde
İstanbul’a gideceklerini biliyordun. Sana birisi deseydi, “Sen
İstanbul’a mı gideceksin, yoksa burada mı kalacaksın?” Elbette, zerre
miktar aklın varsa, İstanbul’a ferah ve sürurla gitmesini kabul
edecektin. Çünkü bin birden, dokuz yüz doksan dokuz ahbabın
İstanbul’dadırlar. Burada bir iki tane kalmış; onlar da oraya
gidecekler. Senin için İstanbul’a gitmek hazîn bir firak, elîm bir
iftirak değil. Hem de geldin, memnun olmadın mı? O düşman memleketindeki
pek karanlık, uzun gecelerinden ve pek soğuk fırtına kışlarından
kurtuldun. Bu güzel, dünya cenneti gibi İstanbul’a geldin.
Aynen
öyle de, senin küçüklüğünden bu yaşına kadar, sevdiklerinden yüzde
doksan dokuzu, sana dehşet veren kabristana göçmüşler. Bu dünyada kalan
bir iki dostun var; onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatın firak
değil, visaldir, o ahbaplara kavuşmaktır. Onlar, yani o ervâh-ı bâkiye,
eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp, bir kısmı yıldızlarda, bir
kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar diye ihtar edildi.
Devamı: Lem’alar, 26. Lem’a, Onuncu Rica
Okunma Sayısı: 2073
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.