"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman, “Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler” derken kimleri kast ediyor?

04 Haziran 2014, Çarşamba
“Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler.”
Bediüzzaman’ın yukarıdaki ifadesi, malûm olduğu üzere, Emirdağ Lâhikasında geçmektedir. Bu cümle ile ifade edilen hâdiseler kısmen, siyasî tarihe ait teknik bir mevzu olması ve kısmen de, sadece Bediüzzaman’a ait bir değerlen-dirme olması sebebiyle pek fazla üzerinde durulmamıştır.
1950 sonrasında çok partili siyasî hayata geçildiğinde Bediüzzaman, II. Meşrûtiyet devrine ait bizzat içinde yaşadığı bazı hâdi-selere tekrar müracaat ederek, yakın geçmişin siyasî hayatı ile yeni girilmekte olan dönemin devamlılığını ortaya koymuş-tur. Bir yandan, iktisab edilmiş siyasî tecrü-beyi içinde yaşadığı devreye taşıyarak yeni bir siyasî tavır inşa ederken, diğer yandan günümüze de ışık tutacak mahiyette de-ğerlendirmelerde bunmuştur.
II. Meşrûtiyet üzerine çalışan tarihçiler, dönemle alâkalı çok farklı değerlendirme-lerde bulunsalar da hepsinin mutabık kaldığı husus; Cumhuriyet dönemi siyasî hayatının, II. Meşrûtiyet dönemine müracaat edilmeden doğru bir şekilde anlaşı-lamayacağıdır. Bir başka ifadeyle; II. Meş-rûtiyet dönemi, Cumhuriyet dönemi siyasî hayatının bütün genetik kodlarını ihtiva etmektedir. Bu bakımdan, Ahrarlar’ın iki defa başa geçtiği halde az bir zamanda dev-rilmesi şeklindeki bir değerlendirme, mâ-zide kalmış sıradan bir tespit olmayıp, Bediüzzaman’ın o devrede yaşanan siyasî hâdiselere yaklaşım tarzını ortaya koymaktadır.

Ahrar Fırkası ve Ahrarların Başa Geçmesi
Osmanlı Ahrar Fırkası II. Meşrûtiyetin ilânından takriben iki ay sonra 14 Eylül 1908 tarihinde kurulmuştur. Aynı yılın Kasım-Aralık aylarında yapılan ilk genel seçimlere, henüz teşkilatlanmasını tamamlayamadan, sadece İstanbul’dan katılan Ahrar Fırkası, hiç mebûs/milletvekili çıkaramamıştır. Yalnız, kurucularından Mahir Said Bey memleketi olan Ankara’dan şahsî nüfuzu sayesinde seçilebil-miştir. Ancak, Meclisin Aralık 1908’de açılmasından kısa bir süre sonra 60-70 milletvekili zamanla bu fırkanın saflarına geçmiştir.
Ahrar Fırkası, Sultan II. Abdülhamid’in yeğeni olan Prens Sabahaddin’in II. Meşrûtiyet’in ilân edilmesiyle yurtdışından İstanbul’a dönüşünden iki hafta sonra kurulmuştur. Fırkanın başkanlığına herhangi bir şahıs tâyin edilmemiştir. Kurucularının Prens Sabahaddin’in yakın arkadaşları olmaları ve parti programının da Prensin, “teşebbüs-i şahsî ve âdem-i merkeziyet” fikirlerini esas almış olması sebebiyle, Prens Sabahaddin efkâr-ı ammede fırkanın manevî lideri olarak kabul edilmiştir.
Ahrar Fırkası kurulduğu tarihten itibâren, 13 Nisan 1909’da ortaya çıkan 31 Mart isyanına kadar, ancak yedi ay müddetle siyaset sahnesinde kalabilmiştir. Dönemin resmî olarak kurulan ilk siyasî partisi olan Fırkanın lider kadrosu 31 Mart isyanının fâilleri ithamıyla adlî takibata maruz kalmıştır. Neticede ya mahkûm olmuşlar, ya da yurt dışına çıkmak mecburiyetinde bırakılmışlardır. Bu şekilde fiilen dağılmış olan Fırkanın, Ocak 1910 tarihinde de resmen feshe-dildiği kamuoyuna ilân edilmiştir.
Ahrar Fırkasının ancak yedi ay kadar kısa bir süre hayatta kalabilmiş ve iştirak ettiği tek genel seçimde de herhangi bir varlık gösterememiş olmasına mu-kabil, Bediüzzaman’ın Ahrarların iki defa başa geçtiğini ifade etmiş olması arasında, ilk nazarda bir tenâkuz görülmektedir. Belki de bu sebepten yeteri kadar üzerinde durulmayan bu tespitin makul bir izahı olmalıdır. Ayrıca, başa geçenin “Ahrar Fırkası” olarak değil de “Ahrarlar” şeklinde tâbir edilmiş olması da dikkat çekicidir.

Siyasî Sistem ve Başa Geçme
İlk bakışta garip gibi görünen Bediüzzaman’ın bu tespitinin doğru anlaşılabilmesi için, dönemin siyasî sistemini de dikkate almak icâb eder. O günkü anayasaya göre sadrazam, padişah tarafından tâyin edilmektedir. Sadrazamın, seçilmiş olması, yâni Meclis içerisinden tâyin edilmesi mecburiyeti de bulunmamaktadır. Ki, ele alacağımız dönemin bütün sadrazamları Meclis dışından olan devlet erkânı arasından tâyin edilmiştir. Günümüzde olduğu gibi, seçimlerin galibi olan partinin genel başkanının hükûmeti kurmakla görevlendirilmesi gibi bir şart ya da teâmül bulunmamaktadır. Kabinenin diğer üyeleri sadrazam tarafından belirlenerek, yine Padişahın tasdikine arz edilmektedir. Heyet-i Vükelâ denilen hükûmet, Meclise değil padişaha karşı sorumludur ve hukuken Meclisten güvenoyu alma şartı da bulunmamaktadır.
İktidarın, Meclis-Hükûmet-Saray arasında taksim edilmiş olduğu bu sistemde, en zayıf vaziyette olan Meclis-i Mebûsan olup, iktidar esas olarak Bâbıâli ile Saray arasında paylaşılmıştır. Dolayısıyla “Başa Geç-me” ifadesiyle esas olarak hükûmete hàkim olma ya da tesir etme kastedilmektedir.
Başlangıçta bu şekilde olan siyasî sistem, 31 Mart sonrası yapılan 1909 anayasa değişiklikleri ile Mec-lisi daha ön plâna çıkaran bir yapıya kavuşturul-muştur. Ancak bu değişiklik, tabiî olarak olması gerektiği şekilde halk iradesinin hàkimiyetini netice vermemiştir. İttihat ve Terakki Cemiyetini idare eden dar bir kadronun tahakkümü sebebiyle, meşrûtiyet ve demokrasi inkişaf edemeyerek in-kıtaa uğramıştır.

II. Meşrûtiyet Dönemi Hükûmetleri

Ahrar Fırkasının çok kısa bir dönem hayatta kalabilmiş olması ve siyasî sistemin o dönemdeki yapısı dikkate alındığında, “Ahrarların iki defa başa geçmesi” vâkıasını, o devrede işbaşına gelen hükûmetler içerisinde aramak gerekir. Bu maksatla, Meşrûtiyetin ilân edildiği tarih ile “Bâb-ı âli Baskını” olarak bilinen hükûmet darbesinin yapıldığı Ocak 1913 yılına kadar olan dönemdeki hükûmetler değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır. Zira bu tarihten sonra ülkede İttihat ve Terakki’nin tek başına hàkimiyeti başlamış ve muhalefet tamamen sindirilip dağıtılmıştır.

Mehmed Said Paşa (1)        22 Temmuz - 5 Ağustos 1908
Mehmed Kâmil Paşa (1)         5 Ağustos 1908 – 13 Şubat1909
Hüseyin Hilmi Paşa (1)        14 Şubat1909 – 14 Nisan1909
Tevfik Paşa            14 Nisan 1909- 6 Mayıs 1909
Hüseyin Hilmi Paşa (2)         6 Mayıs 1909 – 12 Ocak 1910
İbrahim Hakkı Paşa        12 Ocak1910 – 1 Ekim 1911
Mehmed Sait Paşa (2)         1 Ekim 1911 – 16 Temmuz 1912
Gazi Ahmet Muhtar Paşa    21 Temmuz 1912 – 30 Ekim 1912
Mehmed Kâmil Paşa (2)        30 Ekim 1912 – 23 Ocak 1913

Said Paşa(1):
Küçük Said Paşa olarak ma’rûf olan Mehmed Said Paşa, II. Meşrûtiyetin ilânı arifesinde yedinci defa olarak sadra-zamlığa getirilmiştir. Ciddi bir ilim tahsil etmiş, tecrübe sahibi, dürüst bir devlet adamıdır. Ancak aşırı evhamlı tabiatı ve kendisinden başka kimseye itimadı olmaması sebebiyle hiç dostu olmamıştır. Hodgâmlığı ve her dönemin şartına göre davranmayı becerdiği için, “İbni vakt” yâni her devrin adamı olarak tanınmış ve vefasızlığı ile şöhret bulmuştur.
II. Meşrûtiyetin ilk kabinesini kurmak üzere yedinci defa sadrazamlığa tayin edildiğinde, anayasaya rağmen, Harbiye ve Bahriye nazırlarının da padişah tarafından tayin edilmesini savunması ve hükûmet üyelerini tamamen eski dönemin erkânından teşkil etmesi sebebiyle daha ilk günden meşrûtiyet taraftarı bütün kesimlerin şiddetli bir muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bu sebeple iki hafta içerisinde istifa etmek mecburiyetinde kalmıştır. Zaten II. Meşrûtiyetin ilânına pek de sıcak bakmayan Said Paşa, bundan sonraki siyasî hayatında meşrûtiyetin tesisine gayret göstermek yerine, giderek hâkimiyetini artırdığını gördüğü İttihat ve Terakki’ye yanaşmayı tercih etmiştir.


DEVAM EDECEK

Orhan Dindar

Okunma Sayısı: 5733
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • ali yeşilkaya

    4.6.2014 12:41:00

    orhan beyi ve gazetemizi tebrik ediyorum.
    zira ’eski said’ denilerek nurcular tarafından dahi eskimeye terkedilen 1920 öncesi hayatı anlaşılmadan,üstadın fikri ve ameli bütünlüğünü derketmek mümkün değil.
    milletlerin hayatında 100 senelik tekrarların varlığı gözönüne alındığında;1900lü yılların başında memleketimizin yaşadıkları ve üstadın o hadiselere karşı tutumunun,bugünleri anlamamızda ne kadar ehemmiyetli olduğu tebarüz eder.
    ayrıca üstadın siyasete bakışını ve demokratlara desteğini sadece 1950-1960 arası mektuplarıyla sınırlamanın da,bediüzzamanın siyasetini anlamayı kısıtlayacağının ispatlandığı yılları yaşıyoruz.
    dolayısıyla eski saidin eskimez said olduğunu kamuoyuna ihsas eden bu tarzda çalışmalara çok ihtiyacımız var.
    tekrar tebrik ederken,benzeri yayınların devamı için sabırsızlandığımızı da bilmenizi isterim.   

  • Bilâl Tunç

    4.6.2014 10:13:00

    Elzem bir mevzû’.. Y. Asya’yı ve Orhan Dindar’ı tebrik ediyorum.. Bugünkü bölümden lâyıkıyle tahlil edileceği intıbâı edindim.. Muvaffakıyetler diliyorum.. Kısmet olursa, küçük / büyük, gözüme ilişen noktaları işâretleyeceğim.. Hoş görüle..
    1) Resim olarak 1. TBMM Binâsının kullanılması uygun düşmemiş..
    2) (... Prensin, “teşebbüs-i şahsî ve âdem-i merkeziyet” fikirlerini esas almış olması sebebiyle, ...) cümlesinde ÂDEM şeklinde yazılan kelimenin ADEM olarak düzeltilmesi gerekiyor.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı