"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Umumî musibetlerde masumların zarar görmesine Rahmet nasıl müsaade eder?

18 Haziran 2014, Çarşamba
Umumî musibetlerle ilgili “İlâhî ikaz” yorumları yapıldığında “Kullarını rahmetiyle kucaklayan değil, gazabıyla ceza veren ve bunu yaparken masumları da işin içine katan bir Allah imajı veriliyor” gerekçesiyle karşı çıkanlar, aşağıdaki satırları mutlaka okumalılar.

Nuh Kavminin son cevabı

Nuh kavmi nasihatleri dinlemedikleri gibi kendilerine doğru yolu gösteren Hz. Nuh’u (as) suçladılar. “Ey Nuh, gerçekten bizimle çok mücadele ettin, bunda da oldukça ileri gittin. Bu işe başladığın günden beri, bizi devamlı olarak azapla korkutup durdun. Artık sabrımız taştı. Eğer sözünde doğru isen, şu azabı getir de görelim. Artık ne olacaksa olsun” (Hud Sûresi, 32.) dediler.
Hz. Nuh, haber verdiği İlâhî azabın vukuuna, kendi şahsının bir tasarrufu imiş gibi bakıldığını görünce, bu yanlış kanaati düzeltmek için, şöyle dedi:
“Onu ancak Allah dilerse getirir; siz de Onu âciz bırakamazsınız. Allah sizi saptırmayı dilemişse, ben size nasihat etmek istesem de nasihatim size fayda vermez. Rabbiniz Odur ve sonunda Ona döndürüleceksiniz.” (Hud Sûresi, 33-34.)

Nuh’un Gemisi

Hz. Nuh, Cenâb-ı Hakk’ın emri üzerine, en büyük mu’cizesi olmak üzere tarihte ilk gemiyi inşa etmeye başladı. (Hud Sûresi, 38.) Cebrail Aleyhisselâm, geminin inşaasında Allah’ın emri üzerine yardım ediyordu. Geminin nasıl yapılacağını tarif ediyor; Hz. Nuh (as) da ona göre gemiyi inşa ediyordu. Sıkıntılı ve elemli günlerde, Hz. Nuh’un etrafından ayrılmayıp, canları pahasına sabır ve sebat gösteren ihlâslı mü’minler; geminin inşasında da aynı beraberliği devam ettiriyorlardı.
Böylece günler geçti ve nihayet bir gün geminin inşası tamamlandı. Bazı rivayetlere göre bu iş iki (Vehbi, Mehmet, a.g.e. 4:1660) veya dört sene devam etmiştir. Sert abanoz ağaçlarının tahta şeklinde yanyana kuvvetli bağlarla bağlanıp çakılmasıyla meydana gelen geminin, üç katlı olduğu da rivayetler arasındadır.” (Kamer Sûresi, 13-14; Vehbi, Mehmet, age. 4: 2338.) Hz. Nuh’tan, gemisinden ve Tufandan tafsilâtlı haber veren Hud Sûresinin 40. âyetinde, bu geminin ocağı ve buhar kazanı olduğuna dair de işaret vardır. Ebu Hayyan ve Elmalı tefsirlerinde, bu âyette zikredilen gemi, buharlı gemi olarak tefsir edilmiştir.

Nuh Tufanı ve suların yükselmesi

Hz. Nuh’a gemi yapması emri verildiği zaman, ayrıca gemiye mü’minleri, kendisinin ve o mü’minlerin evlât ve iyalini ve bir de hayvan neslinin devamı için, her türden birer dişi ve erkek hayvan alması emredilmişti. (Hud Sûresi, 40.)
Recep ayının 10’unda başlayıp bütün şiddetiyle devam eden Tufan suları, kısa bir müddet soma, bütün karalan kapladı. Yeryüzü sadece denizlerden ibaret oldu. En yüksek dağlar bile görünmez olmuştu. Mü’minler selâmete ermiş; kâfirler ise tek kişi sağ kalmamak üzere helâk edilmişti. Vaad-i İlâhî böylece tahakkuk etmiş oluyordu. (M. Vehbi, age, 4: 2786.)

Tufan hakkında ilim ne diyor?

İhtiyar dünyamızın yaşı, yaklaşık olarak beş milyar yıl civarında tahmin edilmektedir. Bu uzun zaman içerisinde dünyamızın müteaddid defalar, transgerissiyon (deniz basması) ve regressiyon (deniz çekilmesi) olaylarına sahne olduğunu, jeoloji ilmi tesbit etmiştir. Jeoloji ilmine göre yeryüzünde insanın yaratılışı Kuvaternerin (Dördüncü Zaman) Holosen Devri ortalarına rastlar. Yeryüzü son olarak insanın yaratılışından bir müddet sonra, kısa süreli bir deniz basması ve çekilmesi hâdisesine şahit olmuştur. Deniz bastığı zaman, o sahalarda tortul kayalar meydana gelmekte ve bunların kalınlığı bu deniz basması ve çekilmesi hadiselerinin zamanını vermektedir ki, son deniz basması hâdisesinde meydana gelen tortul kayaların kalınlığı bu hâdisenin birkaç ay gibi kısa bir zaman devam ettiğini ortaya koymuştur. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’in on dört asır evvel haber verdiği bir hakikat, bugün ilmî araştırmalarla da tesbit edilmiş oluyor. (“Tufan hakkında ilim ne diyor” başlığı altında kaleme alınan bu kısım jeoloji mühendisi Ural İnalöz’e aittir.
(Tufanın ilmi yönden ispatı için ayrıca bkz. Bilim ve Teknik, sayı: 121, s. 16-18.)

Umumî musibetlerde masumların zarar görmesine Rahmet nasıl müsaade eder?

HER MUSİBET GÜNAHLARDAN DOLAYI MI GELİR?
Burada akla gelen bir soru şudur: Bütün musibetler günahlara kefaret olarak mı gelir? Veya başka bir ifadeyle, her musibet günah(lar)ın neticesi midir?
Bu mesele de, yine İkinci Lem’a’da, insanın musibetlerde üç yönden şikâyete hakkı olmadığının izah edildiği bölümde açıklık getirilmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, insanların musibetlerde şikâyete hakları olmadığının birinci sebebini açıklarken; her şeyin Allah’ın isimlerinin tecellisinin gereği olduğuna dikkat çekerek, ‘Mülk Sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder’ kaidesini aktarmıştır. Yani Allah pek çok isimlerinin iktizası olarak kulunu halden hale sokup terbiye eder. Rezzak ismi ‘açlığı’, Şafi ismi ‘hastalığı’ gerektirdiği gibi Kahhar, Cebbar gibi isimlerinin iktizası olan birtakım haller de olacaktır.
O halde bir kula isabet eden musibetin ille de bir günahının neticesi olması gerekmiyor. Zira, en başta, Allah kulu üzerinde esmâsının gereği, dilediği gibi tasarruflarda bulunur. Mülk O’nundur, teslim olmak gerekir.
Nitekim insanların musibetlerde şikâyete hakkı olmadığının ikinci sebebinde de ‘Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar’ denilerek, yine bu hususa işaret ediliyor.
Öte yandan ‘En ziyade belâ ve musibetlere maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra evliyalar, sonra da derecelerine göre Allah’ın diğer salih kullarıdır’ (hadis meâli) rivayeti de bunu gösteriyor. Musibetler her zaman bir günahın neticesi olarak gelseydi, elbette bu, peygamberlerin ‘ismet’ sıfatıyla da çelişen bir durum olurdu. Nitekim şu hadis-i şerif, bu manayı tamamlayıcı niteliktedir:
“Allah kul için önceden manevî bir makam takdir etmiştir. Kul eğer ameliyle o makama ulaşamıyorsa, Allah ona bedeni, çoluk çocuğu ve malıyla ilgili bir musibet verir. Sonra da daha önce takdir ettiği makama ulaşması için onu buna karşı sabırlı kılar.” (Câmiü’s-Sağîr, 1:377)
Demek oluyor ki, musibetler sadece günahlara bir ceza olarak gelmeyebilir, aynı zamanda kul için sabretmek şartıyla manevî mertebelerde yükselmeye vesile olan kaderî tecellilerdir.
 
UMUMÎ MUSİBETLERDE ZARAR GÖREN MASUMLARIN NE SUÇU VAR?
Toplumsal hataların veya günahların neticesi olarak gelen ‘umumî musibetler’le ilgili akla gelen birtakım sorular olmaktadır. Bunlardan ilk akla gelen ve en çok sorulanı, ‘Masumların, hatasızların ne günahı var ki, bu musibetlere maruz kalıyorlar?’
Bu ve benzeri sorular, bir deprem sonrası Bediüzzaman’a sorulmuş, o da cevaplandırmış. Risale-i Nur’a ‘On dördüncü Sözün Zeyli’ olarak giren ilgili bahiste yer alan o suallerden biri: “Bazı eşhasın (şahısların) hatasından gelen bu musibet bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?”
Cevap: “Umumî musibet, ekseriyetin hatasından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın (insanların çoğunun) o zalim eşhasın harekâtına fiilen veya iltizamen (taraf tutarak) veya iltihaken (katılarak) taraftar olmasıyla manen iştirak eder, musibet-i ammeye sebebiyet verir.”
Bu cevap üzerine bir sual daha geliyor:
“Madem bu zelzele musibeti hataların neticesi ve keffaretüzzünuptur (günahları temizleyen bir kefarettir). Masumların ve hatasızların o musibet içinde yanması nedendir? Adaletullah (Allah’ın adaleti) nasıl müsaade eder?”
Cevabın başında, işin bu cihetinin kader sırrıyla ilgili olduğunu ifade ile okurları Kader Risalesine havale eden Said Nursî, devamında “Bir belâ ve musibetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zalimlere mahsus kalmayıp, masumları da yakar” mealindeki ayeti aktarıyor  (Enfal: 25.)
Ardından bu dünyadaki imtihan sırrının gereği olarak hakikatlerin perdeli kaldığını, böylece müsabaka ve mücadele ile Ebu Bekir’lerin âlâ-yı illiyyîne çıktığını, Ebu Cehil’lerin de esfel-i sâfilîne düştüğünü belirten bir izah yapıyor ve “Masumlar böyle musibetlerde sağlam kalsaydı, teklif ve imtihan sırrı bozulurdu” diyor.

MASUMLARIN RAHMETTEN HİSSESİ NEDİR?
Bediüzzaman Hazretlerinin “O biçare mazlûmların rahmet ve adaletten hisseleri nedir?” sualine verdiği cevap da şu:
“O musibetteki gazap ve hiddet içinde, onlara bir rahmet cilvesi var. Çünkü o masumların fâni malları, onların hakkında sadaka olup, bâki bir mal hükmüne geçtiği gibi, fâni hayatları dahi bir bâki hayatı kazandıracak derecede, bir nevî şehadet (şehitlik) hükmünde olarak, nisbeten az ve muvakkat (geçici) bir meşakkat ve azaptan büyük ve daimî bir kazancı kazandıran bu zelzele, onlar hakkında, ayn-ı gazap içinde bir rahmettir.” (Sözler, s. 281.)
Umumî musibetlerle ilgili “İlâhî ikaz” yorumları yapıldığında “Kullarını rahmetiyle kucaklayan değil, gazabıyla ceza veren ve bunu yaparken masumları da işin içine katan bir Allah imajı veriliyor” gerekçesiyle karşı çıkanlar, yukarıdaki satırları özellikle okumalılar.
Ki, bütün olarak bakılırsa, bunca zulüm, günah ve isyana rağmen ikaz ve cezalar istisna, rahmet tecellîleri ise genel ve daimîdir.

UMUMÎ MUSİBETLER ‘UMUMÎ TEVBE’ GEREKTİRİR
Umumî musibetlerin toplumun çoğunluğunun hatasından ileri geldiğini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, böylesi musibetlerin def’i için yine toplumun çoğunluğunun hatadan dolayı pişmanlık göstererek tevbe istiğfar etmesi gerektiğini söylemiştir. Meselâ yağmursuzluk ve kuraklık musibeti karşısında toplumun ekserisinin tevbe ve nedamet hali yaşaması gerektiğini ifade ettiği bir lâhika mektubunda daha detaylı olarak şunları söylemiştir:
‘Yağmursuzluk bir musibettir ve ceza-yı amel bir azaptır. Buna karşı, ağlamakla ve hüzün ve kederle, niyaz ve hazinane yalvarmakla ve pek ciddî nedamet ve tevbe ve istiğfar ile karşılamak ve Sünnet-i Seniyye dairesinde, bid’alara karışmadan, şeriatin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmek ve duâ ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmektir. Hem böyle umumî musibetler, ekser nasın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri (kısm-ı azamı) tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def olur.’ (Emirdağ Lâhikası-I, s. 33)

 
YARIN: RİSALE-İ NUR’A İLİŞİLDİĞİ VAKİT MUSİBETLERİN GELMESİ
Okunma Sayısı: 5179
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı