"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ne zaman Risale-i Nur’a hücum edilirse umumî korku başlar

20 Haziran 2014, Cuma
Bediüzzaman Hazretleri kur’an’ın malı olan Risale-i Nur’un serbest okunup yazılmasının rahatlığı celb ettiğini, ona hücum edildiğinde de sıkıntı, korku ve felÂketlerin yaşandığını belirtir.

Hz. Salih Aleyhisselâm ve Semud Kavmi

Âd Kavminin helâkinden kurtulan mü’minler, yerleşecek yeni yerler bulmak üzere, Arabistan’ın çeşitli bölgelerine dağılmışlardı. Bu büyük felâketten Hz. Hud’la birlikte kurtulanlardan birisi de, Hz. Nuh’un oğlu Şam’ın neslinden gelen Semûd idi. Müminler Arabistan Yarımadasının çeşitli bölgelerine yerleşirken, Semûd da, Medine ile Şam arasında Arabistan Yarımadasının kuzey batısında bu gün “Vadi-il Kurâ” diye bilinen bölgenin “Hicr” mevkiinde yerleşmişti. (Bilmen, Ömer Nasuhî. a.g.e. 2: 1048.) Burada gittikçe çoğalan Semûd’un torunları evvelâ bir kabile, daha sonra büyük bir kavim oldu. Böylece bu kavim gittikçe gelişmeye başladı. Cenâb-ı Hak bunlara da, Âd Kavmi gibi, bol imkânlar verdi. Bağlar, bahçeler edindiler. Maddî imkânları arttıkça daha fazla şükredecek yerde, bunlar da doğru yoldan ayrılmaya, insanlar arasında anarşi ve fesat çıkarmaya başladılar. Hak dinden gittikçe ayrılan Semûd Kavmi içinde, nihayet ağaçtan ve taştan yapılan putlara tapınma âdeti de başladı. (Bilmen, Ömer Nasuhî. age. 11: 1048.) Allah’ı ve âhireti inkâr eden bu kavim, dünyada ebedî kalacak gibi işler yapıyor ve mesuliyetsiz hareketlerde bulunuyorlardı. Kendilerini rahatlığın seline kaptırmışlardı. Yazın düzlüklerde yaptıkları muhteşem konaklarda zevk ve sefa âlemleri yaparlar, kışın da dağlarda sert taşları yontarak muhkem evlerde otururlardı. (A’raf Sûresi, 74; Hicr Sûresi, 82; Vehbi, Mehmet, age. 4: 1672.) İşte bu kavme, dedeleri Semûd’a nisbetle Semûd Kavmi denildiği gibi, “az su” demek olan “semed”den dolayı Semûd denildiği de rivayetler arasındadır. (Yazır, Muhammed Hamdi, age. 4: 2796.)
Semûd Kavmi, “Âd-i Ulâ” denilen Hz. Hud’un mensup olduğu Âd Kavminin devamı ve onun yerine geçen bir kavim olması sebebiyle ikinci Âd (Âd-i Sâni) diye de anılır. Kuvvet ve medeniyetlerinin seviyesini gösteren en bariz vasıflan sarp dağlan yontarak evler yapmak olduğundan Kur’ân-ı Kerim’de “Ashabu’1-Hicr” diye zikredilmişlerdir. (Hicr Sûresi, 80.)

SALİH ALEYHİSSELÂMIN KAVMİYLE OLAN MÜCADELESİ

Hz. Salih Cenâb-ı Hak’tan aldığı emir üzerine, peygamberliğini kavmine ilân ederek, onları putlara tapmaktan vazgeçirmeye çalıştı: “Ey kavmim, nedir bu haliniz? Allah’ ibadet edin! Zira sizin için, ondan başka Mabud yoktur. Gerçek bu iken, şu taş ve ağaç parçalarına tapmayı nereden çıkarıyorsunuz?” (Hud Sûresi, 61.)
Hz. Salih, dalâlette olan kavmini bu şekilde hak dine dâvet edince, bir kısım insanlar ona tabi olurken, geriye kalan ekseriyet ise, hayret ve şaşkınlık içinde şöyle demeye başlamışlardı: “Ey Salih, sen bundan evvel bizim için ümit kaynağı, muhterem bir zat idin. Biz senden çok istifade edeceğimizi umuyorduk. Demek sen tam aksine babalarımızın dinini terk ediyorsun. Üstelik bizleri de aynı şekilde hareket etmeye dâvet ediyorsun. Sen bu yaptıklarınla, aramızda huzursuzluk çıkarıyorsun. Bu hal, sana yakışmaz. Gel böyle şeylerden vazgeç de, eskisi gibi huzur içinde yaşayalım!” (Hud Sûresi, 62.)

KURAKLIK VE KAVMİN MU’CİZE İSTEYİŞİ

CenÂb-ı Hak, zamanlarında hem zenginliğin, hem de isyanın zirvesine çıkan ve kendisine gönderilen peygamberi dinlemedikleri için helâke çoktan hak kazanmış olan Semûd Kavminin bir kuyu hariç bir anda bütün sularını kesti. Bu kuyunun suyu bol ve halkın ihtiyacına kâfi ise de, bağ ve bahçelerine taşımaları çok zordu. Semûd Kavmi, bundan hiç hoşlanmadılar ve huzurları kaçtı. Hz. Salih ise, gün geçtikçe tesir sahasını genişletiyordu. Kendine tabi olanlar gün geçtikçe çoğalıyordu. Buna tahammül edemeyen müşriklerin ileri gelenleri, yeni bir plân düşündüler. Bir bayram günüydü. Halk âdet olduğu üzere yine şehrin meydanına toplanmıştı. (Vehbi, Mehmet. a.ge. 4: 1670.) Hz. Salih bu kalabalığı fırsat bilerek, onları imana dâvet etmeye başlamıştı. Müşriklerin ileri gelenlerinin, Hz. Salih’i halkın nazarında çürütmek için, bundan güzel bir fırsat bulmaları mümkün değildi. Derhal tasarladıkları plânı tatbike koyuldular ve Hz. Salih’e şöyle dediler:
“Ey Salih, biz seni iyi biliriz. Bizim içimizde doğup büyüdün. Bizim bildiğimiz ve kendine ümitler bağladığımız Salih, böyle karışık sözlerle bizi putlarımızdan vazgeçirmeye çalışmaz. Olsa olsa, sen sihirlenmişsindir. Onun için, ne konuştuğunun farkında değilsin. Bizim gibi bir insandan nasıl bir peygamber olur? Eğer iddianda doğru isen şu dağdaki sarp kayadan kızıl tüylü ve 10 aylık hamile bir dişi deve çıksın. O zaman biz sana inanırız.” (Şuara Sûresi, 152-154; Bilmen, Ömer Nasuhî. age. 11: 1049.)
Hz. Salih’e mû’cize olarak zuhur edecek devenin nasıl bir vasıfta olacağı vahiy yoluyla bildirilmişti. Onun için, kavminin bu deveyi öldüreceklerinden endişe ediyordu. Bu endişesini onlara söyledi. Onlar da deveyi öldürmeyeceklerine dair kesin söz verdiler. Aslında Hz. Salih’in böyle bir deveyi ortaya çıkarabileceğine ihtimal vermiyorlardı.
Hz. Salih kavminden kesin söz aldıktan sonra, Rabbine duâ edip yalvararak kendini utandırmamasını niyaz etti. Bir süre sonra, izn-i İlâhî ile müşriklerin istediği şekilde bir deve kayaların arasından çıkıverdi.
Hz. Salih kavmini imana dâvete devam ediyordu. Fakat müşrikler de onu alaya almaya devam ediyorlardı. Hatta “Şu deveyi öldürürsek biz helâk olacakmışız. Şimdi öldürelimde gör!” diyerek deveyi öldürdüler. (Kamer Sûresi, 31; Vehbi, Mehmet, age. 4: 1676.) sonrada Hz. Salih’e dönerek “Ya Salih, işte gördün deveyi öldürdük! Vaad ettiğin azap nerede? Göster de görelim.” dediler. (A’raf Sûresi, 77.)

SEMÛD KAVMİNİN HELÂK OLUŞU
Bir rivayete göre, deveyi Çarşamba günü boğazlayan Semûd Kavminin, gelecek azabın ilk belirtisi olmak üzere, birinci gün yüzleri sarardı. Semûd Kavmini, başlarına gelecek azaptan çok, azabın bekleyişi kahrediyordu. Geçen her saat onlar için felâket oluyor, adeta adım adım idama yaklaşıyormuş gibi, bu bekleyiş ıztırabı, onları deliye döndürüyordu. Derken ikinci gün yüzleri kızardı. Üçüncü gün ise, yüzleri sim siyah oldu. Bu korkunç gidişten, bayılan, ölen, kuduran ve aklını oynatanlar bile oldu. Hz. Salih ve mü’minlere katliâm plânlayan dokuz kişinin gece baskını, milletin yüzünün siyahlandığı günün gecesine rastlıyordu.
Gündüz şehirden ayrılıp şehrin dışında tuzak kuran bu kişiler, gece yansından sonra Hz. Salih’in evini kuşattılar. İçeri girdiklerinde hayretler içinde kaldılar. Çünkü içerde kimseler yoktu. Cenâb-ı Hak, daha onlar bu plânı hazırladıkları sırada, Cebrail (as) vasıtasıyla Hz. Salih’e durumu haber vermiş ve mü’minleri de alarak şehrin dışına çıkmasını vahyetmişti. Hz, Salih de o beldeyi terk etmiş ve dört bin kadar mü’mini de beraberinde götürmüştü. O gece yarısından sonra Hicr şehri üzerinden bir toz bulutunun yükseldiğini görünce, kavminin helâk olduğunu anladı ve durumu mü’minlere de haber verdi. Gökyüzünden korkunç gürültülü bir ses, bir sayha gelerek, Semûd Kavmini olduğu yerde helâk edivermiş, (Hud Sûresi, 67.) şehrin altım üstüne getirmişti. Hz. Salih, helâkten sonra mü’minlerle beraber harabezâra dönen Hicr şehrine dönüp ibretle o dehşetli manzarayı seyretti (Vehbi, Mehmet, age. 4: 1676.) ve helâk olanlara hitaben şöyle dedi: “Ey kavmim, sizden hiçbir ücret talep etmeden, sadece Rabbimin risaletini tebliğ ettim! Sizler bu duruma düşmeyesiniz diye, nice nice nasihatlar ettim. Ama siz dinlemediniz. Sonra da haliniz böyle oldu...” (A’raf Sûresi, 79.)
Bundan sonra Hz. Salih, dört bin kadar ashabıyla birlikte, bir rivayete göre, Şam tarafına giderek Remle kasabasına yerleşti. Hadramut tarafına gittiği de rivayetler arasındadır. (Tecrid Terc, 9: 138.) Enbiyâ Sûresinde zikredildiğine göre, tarihte hiçbir peygamber, helâk edilen kendi kavminin oturmuş olduğu ülkede bu felâketten sonra ikamet etmemiştir. İbn-i Kuteybe’ye göre, Hz. Salih, Semûd Kavminin helâkından sonra, ashabıyla yirmi sene daha yaşamış ve yüz elli sekiz yaşında Rabbimizin rahmetine kavuşmuştur. (Tecrid Terc, 9: 39; Bilmen, Ömer Nasuhî. age. 2: 1049.)
Ne zaman Risale-i Nur’a hücum edilirse umumî korku başlar
 
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un serbest okunup yazılması rahatlığı celb ederken, ne vakit ona hücum edilirse sıkıntı, korku ve zelzelelerin başladığını belirtir:
“Medar-ı ibrettir ki; burada Risale-i Nur serbest okunup yazılırken-hilâf-ı âdet-başta bu kış, yaz gibi gittiğini çok adamlardan işittim. Ne vakit bana ve Risale-i Nur’a hücum edildi, yazdırılmadı, tatil oldu; gayet şiddetli bir kış başladığı gibi, Afyon’a şekvâ suretinde yazılan hasbihal ve zelzeleleri Risale-i Nur’un tatiliyle münasebettar gösterdiği cihetini inanmayanlara güya inandırmak için aynı taarruz zamanında başlayıp şimdiye kadar ara sıra hafifçe sarsar, ikaz ediyor diye işittim.
Hem ne vakit Risale-i Nur’a ilişilmişse, bir nevî umumî korku başlamış görüyoruz. Demek bu vatanın belâlardan muhafazası için Risale-i Nur bir kat’î vesiledir. Madem böyledir, millet ve vatanı sevenler Risale-i Nur’u serbest bıraksınlar ve okusunlar ve okutsunlar.” (Emirdağ Lâhikası, 2011, s. 61.)
 
“Risale-i Nur’a ilişmeyiniz, yoksa belâlar sel gibi yağar”
Bediüzzaman’ın saff-ı evvel talebelerinden Hüsrev Altınbaşak, bir mektubunda Üstadın “on senedir kerratla söylediği” manidar bir ikazını şöyle aktarıyor:
“Risale-i Nur’a ilişmeyiniz, Risale-i Nur, âfâtın def’ine sadaka gibi vesile olmasından, ona karşı olan hücum ve onun tatili, âfâta karşı müdafaasını zayıflaştırır. Eğer ilişirseniz yakında bekleyen belâlar sel gibi üstünüze yağacaktır.”
Ve devamında, bu ikazı teyid eden kendi müşahede ve tesbitlerini şöyle dile getiriyor:
“Bu hususta şahit olduğumuz felâketler pek çoktur. Dört seneden beri Risale-i Nur’a ve şakirtlerine her ne vakit ilişilmişse, bir felâket, bir musibet takip etmiş ve Risale-i Nur’un ehemmiyetini ve âfâtın def’ine vesile olduğunu göstermiştir.” (Şuâlar, s. 537).
Lâhikalarda bu mana, yaşanmış hadiseler ve müşahhas örneklerle her fırsatta işleniyor.
Bu örneklerden biri:
1948-49’da Bediüzzaman ve talebelerinin 20 ay boyunca hapiste tutulup tutuklu yargılandıkları Afyon Mahkemesinde, heyetin senelerce direndikten sonra Yargıtay’ın kararına nihayet uyup beraate hükmetmesini takiben, keyfî bir uygulama da el konulan Risalelerin iade edilmemesi suretiyle kendisini gösteriyor.
Bu husus, ilgili lâhikada “Risalelerin iadesini ve tamam intişarını iktiza eden kanunî, hukukî esbab-ı mucibe mevcut iken, beş seneden beri gizli komitelerin aldatmaları ve desiseleriyle ve bahanelerle Afyon Mahkemesinde beş senedir o mübarek Risalelerin sahiplerine teslimi tehir edilmektedir” şeklinde ifade ediliyor.
Benzer bir keyfîlik de, beraatle sonuçlanan Gençlik Rehberi mahkemesinden sonra, dâvâ açılırken el konulan Gençlik Rehberi kitaplarının on beş günde teslimi gerekirken on beş ay boyunca iade edilmemesinde gözleniyor.
Diğer bir hukuksuz uygulama ise, “Diyarbakır havalisine, vilâyat-ı şarkiyeye iman, din ve asayiş noktasında yüz vaiz kadar menfaati bulunan bir zatın kendi parasıyla aldığı hususî Nur nüshalarını müsadere edip vatana, millete faydalı hizmetine mani olmak” şeklinde gelişiyor.
Ve Risalelerin bu şekilde üç ayrı koldan engellenmesi için “Sadaka-i makbule hükmündeki vesile-i def-i belâ bu suretle gizlendiğinden, bir buçuk milyar lira zarara vesile olan bu belâ fırsat buldu, geldi denilebilir” yorumu yapılıyor.
Sonra da “Gençlik Rehberi intişar etseydi, onun dersiyle intibaha gelen ve gelecek olan gençler, başkalarının veyahut ihtilâlcilerin ifsadına meydan vermeyerek bir buçuk milyar lira zarardan bu milleti kurtarmaya sa’y ve gayret edecek idiler” deniliyor (Age, s. 771-2).
 
Risale-i Nur’un neşri yine engelleniyor, Türkiye yine felâketlerle sarsılıyor
Üstad, müsadere edilen risalelerin beş yıl, Gençlik Rehberlerinin on beş ay boyunca hapsedilmesini ve “doğuya iman, din ve asayiş noktasında yüz vaiz kadar hizmet eden” bir Nur Talebesinin kitaplarına el konulmasını, o felâketin manevî sebebi olarak tavsif ediyor.
“Ne ilgisi var?” demiyor, tam tersine o keyfî uygulamalarla bu afet arasında doğrudan irtibat kuruyor ve bunu da açıkça ifade ediyor.
Konunun gündemdeki Risale-i Nur’a hukuksuz bandrol uygulaması ve son dönemdeki musibetlerle ilgisi bu örnekler ışığında daha iyi anlaşılabilir.
Durum gayet açık ve net.
Risale-i Nur eserlerinin neşrinin bandrol engeline takıldığı süreçte Türkiye yeni felâketlerle sarsılıyor.

 
SON
 
YENİ ASYA NEŞRİYAT ARAŞTIRMA MERKEZİ
Okunma Sayısı: 3667
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı