"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nurdağı ismini Üstad koymuş

26 Haziran 2014, Perşembe
2. Durak

Nurdağı hatıraları
Tarsus’tan ayrılıp, Adana’nın kuzey bölgesinden geçen otoyolu izleyerek Ceyhan ve Osmaniye ilçelerini geçerek Gaziantep’e gidiyoruz. Yan yol ile ayrılan Nurdağı’nın anlatacaklarını dinleyerek yola devam ediyoruz.
Öncesinden Gevur Dağı olarak bilinen Nurdağı’nın isim değiştirmesi çok anlamlıdır. Ortaçağda Diyar-ı İslâm ve Diyar-ı Rum sınırını oluşturduğu için bu dağlara Kâfirdağı= Gâvurdağı deniliyormuş. Ahmet Cevdet Paşa 1865’te Cebelibereket demiş. İsmet İnönü devrinde “Amanos Dağları” dendi. Yunanca “Amanos” adına tepki gösteren halkımız hem dağa hem de dağın arkasındaki “Kömürler” kasabasına Mekke’deki “Nur Dağı”nın ismini vermiş. Atlaslara “Nurdağları” diye işlenmiş. Şimdi işin asıl enteresan olanı ve kamuoyunun pek bilmediği bir sırrı sunmak istiyoruz.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî, veda yolculuğu olan Isparta’dan Urfa’ya son yolculuğu Osmaniye ili üzerinden geçen eski Adana-Gaziantep yolu, Hasanbeyli, biraz daha yukarı çıkınca gürül gürül akan suların güzergâhı olan Almanpınarı denilen yerden geçerek “Gâvur Dağı”nın zirvesine çıkınca arabayı durdurdu. İlk anda arabadan inmek istediyse de hava çok soğuk olduğu için inmedi. Arabanın cam kenarına yaklaştı ve bu anbean değişen manzarayı seyretti.
“Ne derler bu dağa?” dedi bir süre sonra yanında duran Zübeyir’e.
“Bu dağa Gâvur Dağı derler Üstadım”
“Hayır o çirkin isim bu dağa yakışmamış. Bundan sonra bu dağın adı Nur Dağı olsun”
“Olsun Üstadım” diyor.
Adını koyduğu son nur menzili olmuştu Nur Dağı. Evet bir bölgenin ismi zorlamadan, dayatmadan suhuletle değişimin hikâyesi böyle. İnsanlar o dağın ismini Nur Dağı olarak kullanmışlar. Dağın ovaya inişinde dört yol kavşağı ve tren istasyonu olan eski adı “Kömürler” kasabasının halkın isteği ile 1990 yılında hem ismi değiştiriliyor hem ilçe oluyor. O bölgedeki hem dağın adı hem dibindeki ovada yer alan ilçenin adı “Nur Dağı” oluyor. Modern sulamalarla erken gelişen tarladaki ekinler, biçerdöveri beklerken Antep sofrasındaki kebaplar da bizi.

 Gaziantep
Şehre girişteki temsili deve kervanı tarihi hatırlattı. Türkiye ve dünyanın yaşanılan en eski şehirlerinden biri olan Antep, Güneydoğu Anadolu’nun merkezidir. Gaziantep’in bilinen en eski adı Romalılar tarafından verilen Antiochia ad Taurum’dur. “Antiochia ad Taurum”, Lâtince “Toroslar’ın karşısındaki Antakya” anlamına gelir. Daha sonra şehri ele geçiren Araplar şehre Ayıntap demiştir. Ayıntap ismi, Hitit dilinde “han toprağı” anlamına gelen “Hantap”tan türemiştir. İlk Çağ’dan beri süre gelen tarihi ile Antep geçmişine ve kültürel değerlerine sadık olan bu ilimizin dışarıda da yedi kardeş şehri vardır. Antep rehberimiz Ahmet Şahin, eşi ve Mehmet Çemberlitaş’ın refakati ile az gecikmeli mükellef bir öğle yemeği ardından ikindi namazını güzel bir camide kılıp, üç gece ikamet edeceğimiz otelin bulunduğu Mardin’e devam etmeliydik. Ancak tadilatı yapılan Antep kalesinden, eteğindeki camiden, güzel esnafların bulunduğu çarşısından bahsetmeden geçemeyiz.
Güzel ve verimli toprağa sahip ovalarda ilerleyerek Nizip, Birecik, Suruç, Viranşehir, Kızıltepe’yi geçiyoruz ve yukarı dağa kurulu gece yarısında ışıl ışıl yanan lambalarla da süslü Mardin’e kavuşuyoruz. Kılınan yatsı namazlarının ardından uzun yolculuğun yorgunluğunu gidermek üzere istirahata çekiliyoruz.
           
3. Durak
Mardin şehir içi gezimiz vardı. Öğle yemeğinde ısrarla tavsiye edilen ve siparişi verilen kaburga dolmasını doğrusu merak ediyorduk. Nihayet öğle yemeğimizdeki kaburga dolması ile adeta müşerref (!) olduk ve hemen hepimizde ortak kanaat oluşturdu. Merakınızın devamı olsun diye kanaatimizi söylemeden geziye devam ediyoruz. 

Mardin
Geç yatarak yarım dinlenmenin erken olan sabahında acele kahvaltı ile Mardin rehberlerimiz Mehmet Selim Parlakoğlu, Nurullah Parlakoğlu ve kadim dostumuz Necmettin Aktepe’nin yardımlarıyla şehir için gezimize başladık. Mardin, mimarî, etnografik, arkeolojik, tarihî ve görsel değerleri ile zamanın durduğu izlenimini veren Güneydoğu’nun şiirsel şehirlerinden biridir. Mardin’de, farklı dinî inanışlar paralelinde, sanatsal açıdan da tarihî değeri olan camiler, türbeler, kiliseler, manastır ve benzeri dinî eserler barındırmaktadır. Mardin, İpek Yolu güzergâhında olup, 5 han ve kervansaray mevcuttur.
Fırat ve Dicle Nehirleri arasında Mezopotamya bölgesinde, tarih boyunca pek çok medeniyet yerleşmiştir. Bir dağın tepesinde kurulmuş olan Mardin, Yukarı Mezopotamya’nın en eski şehirlerinden biridir. M. Ö. 4500’den başlayarak Arami Süryani Arami/Süryani Subari, Sümer, Akad, Babil, Mitanniler, Asur, Pers, Bizans, Araplar, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Şehrin kesme taş işçiliğiyle yapılan evleri dikkat çekmektedir. Süryani ve Ermeni mimarisinin tipik örnekleri olan bu evler ve İslâm mimarisinin oluşturduğu cami ve medreselerle Mardin’in açık hava müzesi görünümü tamamlanmaktadır. Ekonomisi de tarihi gibi derinlere dalmaktadır.

Dayrulzafaran  Manastırı

Hz. İsa’dan (as) sonra 5. yüzyılda inşa edilen Deyrulzafaran Manastırı, muhteşem mimarisi yanında Süryani Kilisesi’nin yaşayan ve kullanılan önemli merkezlerinden biridir. 1932’ye kadar 640 yıl boyunca Süryani Ortodoks patriklerinin ikametgâh yeriydi. 5000 yıllık tarihe sahip olan manastır önceleri Şemsîlerin Güneş Tapınağı olarak kullanıldı. 15. yüzyıldan sonra da Manastır’ın etrafında yetişen zafaran (safran) bitkisinden dolayı Manastır, Deyrul-zafaran (Safran Manastırı) adı ile anılmaya başlandı. Kubbeleri, kemerli sütunları, ahşap el işlemeleri, iç ve dış mekânlardaki taş nakışları ile insanın ilgisini çeken Deyrulzafaran Manastırı, uzun tarihi boyunca Süryani Kilisesi’nin dinî eğitim merkezlerinden biridir. Hz. İsa Mesihe saygılarından dolayı ölülerini sandalye üzerine oturtarak önlerine duvar örüp defnederler.

Kasımîye Medresesi

700 yıllık bir geleneğe sahip olan Kasımîye Medresesi Artukoğulları zamanında yapımına başlanmış, Akkoyunlu hükümdarı Cihangir’in oğlu Sultan Kasım tarafından tamamlanmıştır. Medrese, Mardin yapılarının en büyüklerindendir ve tek bir avlu etrafında düzenlenmiş iki katlı mekânlarla ve batıda diğer kısımlarla aynı girişe sahip bağımsız bir mescitle teşkilâtlıdır. Rivayetlere göre medresenin avlusundaki havuzda akan su tasavvufî bir tasviri saklıyor. Suyun akışı ile doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrası simgelenmiştir. Çeşmeden çıkan su doğumu, döküldüğü yer gençliği, ince uzun oluk olgunluğu ve suların bir havuza kadarki toprak altından geçen kısmı kabri ve havuzda toplanması ölümü temsil eder. Daha sonra bu su kanallarla toprağa aktarılır ve bu da topraktan tekrar can bulur. Dersliklerin kapı yüksekliği bir metreden biraz fazla. Bu yükseklik özellikle tercih edilmiş öğrenci hocasının huzuruna girerken başını eğsin, hürmette kusur etmesin diye. Orta Asya’dan gelen sembolizmin İslâm felsefesi ile kucaklaştığı bir şah eserdir.


Şeyh Çabuk Camii

Peygamber Efendimizin (asm) postası sahabe Abdullah bin Enes El Cüheyni (ra), Resul-i Ekrem’in (asm) mektubunu İstanbul’a götürmek üzere Mardin’den geçerken vefat ederek bu cami içerisindeki türbeye defnedilir. Türbesini ve camiyi yaptıran kişinin adıyla, Şeyh Çabuk Camii olarak anılmaktadır. Yapım tarihi belli olmamakla birlikte, bugünkü kimliğini 15. yüzyılda kazanmış olması ihtimali yüksektir. 19. yüzyılda iki sefer onarım görmüştür.

   
Latifiyye Camii

Mardin’deki son Artuklu eseri olan bu cami, M.S. 1314’de Artukoğullarından Melik Salih ve Melik Muzaffer’in adamlarından Abdullatif bin Abdullah tarafından yaptırılmıştır. Minaresi Mısır Valisi Muhammed Ziya Tayyar Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Sultan Avis ve Melik Mansur burada gömülüdür. Bugünkü minare 1845 yılında Musul Valisi Gürcü Mehmed Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mardin’de ana mekânı enine gelişme gösteren avlulu büyük camilerdendir. Mardin yapıları içinde en iyi korunmuş portali bezemeleri ile dikkat çekmektedir.

ÜSTAD BU CAMİNİN MİNARESİNDE YÜRÜDÜ

Ulu Cami

Şehrin merkezindeki Mardin’in en eski camisi olan Ulu Cami’nin 11. yy’da Selçuklular tarafından kurulduğu, Artuklu döneminde bugünkü şeklini aldığı düşünülmektedir. Minaresi, Artuklu Hükümdarı Necmeddin İlgazi zamanında inşa edilmiştir. Altı paye üzerine oturan kubbe bütün mekâna hâkimdir. Artuklu hükümdarlarından Melik Salih bir kısım malını bu camiye vakıf yapmıştır. Mardin’in en önemli ibadet merkezlerinden biri olan Ulu Cami, devasa yapısıyla tarihin ihtişamını günümüze taşır. Mardin’de ve özellikle Ulu Cami’de Üstad Bediüzzaman’ın bir hayli hatıraları var. İlk gelişi 1895 yılında gençlik dönemindedir. Yüksek şerefe korkuluğu üzerinde yürüdüğü minare bu caminindir. Ermeni hadiseleri gündemde idi. Cemaleddin-i Efgani ve Şeyh Sunusi ile talebeleri vasıtasıyla tanışması, Namık Kemal’in Hürriyet rüyası ile uyanmasına kurumsal medrese tartışmalarına talebelerle ilmi münazaralarda eklendi. Nihayetinde Mardin Mutasarrıfı tarafından sürgün edildi. Üstadın Mardin hayatı çok hareketliydi.

Sitti Radviyye Hatun Medresesi

Kutubeddin İlgazi’nin annesi Sıttı Radviyye Hatun tarafından  1184-1185 yıllarında yaptırılmıştır. Medreseye bitişik aynı tarihli cami içinde Hz. Muhammed’e (asm) ait olduğu kabul edilen ayak izi mevcuttur. Lahitler bu yöredeki Artuklu eserlerinin en önemlilerinden biri olan bu medreseyi ayrıcalıklı bir konuma sokar. 

DEVAM EDECEK
 
Mehmet Çetin
web:www.mehmetcetin.de
e.posta: [email protected]
Okunma Sayısı: 30458
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı