"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Peygamberimiz dengeli bir hayat tavsiye etmiş

29 Temmuz 2014, Salı
Prof. Dr. Ali Seyyar: Peygamberimiz (ASM) bizden hiçbir zaman dünya nimetlerinden tamamiyle uzak kalmamızı arzu etmemiştir. Bilakis dünya ahiret bütünlüğü içinde dengeli bir hayat yaşamamızı tavsiye etmiş ve “dünyayı güzel bir şekilde isteyin, çünkü herkese kendisi için yaratılan şey kolaylaştırılmıştır”

Zengin Olmanın Manevî Şifreleri” kitabınızda zenginlik konusunu rızık ve bereket gibi dinî kavramlarla açıklamışsınız. Bu kavramların önemini bize biraz açar mısınız?

Rızık, hayatta yaşayabilmek için istifade ettiğimiz dünyevî geçim kaynaklarının bütünüdür. Rızık ve bereket gibi doğrudan ilâhî lütuf ve rahmet bağlantılı olan kavramların mahiyetini materyalist ve seküler bir düşünce ile anlamak mümkün değildir. Bereket, Allah’ın lütfuna bağlı olarak elde ettiğimiz rızkımızın yani maddî gelirlerimizin ilâhî taahhüt altına alınması ve O’nun izniyle çoğalmasıdır. Lütuf, Allah’ın Lâtîf isminin bir yansıması olarak O’nun katıdan bizlere ihsan edilen bütün nimetlerdir. Rızık yani dünya geçimi konusunda şuurlu bir Müslümanın yapacağı en doğru yaklaşım, lütfün ve rızkın sadece Allah’tan geldiğini bilmek ve geçimin temini için sadece O’ndan istemektir. Allah’ın lütuf ve rızkından herkes farklı miktarlarda nasiplenebilmektedir. Bunun bir sebebi de gayretli kişilerin, cüz’î iradeleri ortaya koydukları azim ve çalışma iştiyakıdır. Meselâ helâl yollardan rızkını temin etmek isteyen ve bunun için çaba gösterenlere Allah daha lütufkâr davrandığını söyleyebiliyoruz. Bu şekilde elde dilen kazancın bereketli olduğuna dair birçok örnekler vardır. Yani bu kazanç, Allah’ın lütfu ile kişiye hem dünyevî, hem de uhrevî avantajlar sağlayan Maddî ve manevî boyutlarıyla değerli bir servete dönüşebilmektedir. Kısacası helâl yoldan elde edilen kazanç bereketli olduğu için, bu kazançla hem dünyada, hem de ahirette birçok hayırlı ve güzel sonuçlar elde etmek mümkündür.

Bereket kaynaklarının varlığından bahsediyorsunuz ve bunları keşfetmenin önemine vurgu yapıyorsunuz. Bu bereket kaynaklarının özellikleri nelerdir ve bunlara nasıl ulaşılır?
Bereket kaynakları, bize dünyada bol bol bereket ve zenginlik sağlayacak bütün salih amellerdir. Aslında dinini bilen ve yaşayan farkında olsun veya olmasın bereket kaynaklara da erişmiş olur. Biz kitabımızda maddî ve manevî zenginliğe yol açan 33 bereket faktörünü belirledik ve bunları dört bölümde topladık. Dinî emir ve tavsiyeler, manevî ve ahlâkî duruş, sosyo-ekonomik davranışlar ve nihayetinde çalışma ahlâkı ve hukuk alanına giren bereket unsurlarını örnekleriyle sıraladık ve izah ettik.

Kitabınızın bir yerinde “Bereket kaynakları sadece maddî unsurlardan oluşmaz” demektesiniz ve sosyal boyutlu bir açılım sergiliyorsunuz. Bunun sebebini öğrenebilir miyiz?
Zenginlik, Yaratan-Yaratılan ilişkisi çerçevesinde kişinin manevî, ahlâkî ve sosyal tutum ve davranışları ile yakından ilgilidir. İnsanların maddiyat veya para kazanmakla hiç ilgisi olmayan ve-fakat Allah’ın hoşuna gidecek bazı güzel tutum davranışların kişilerin zengin olmalarına bir vesile olabilmektedir. Burada sadakada bulunmanın önemli bir yeri vardır. İslâm dinine göre aynî veya nakdî yardımda bulunmak her ne kadar maddî içerikli bir sadaka türü olarak kabul edilse de, maddî olmayan birçok güzel davranış da sadaka hükmündedir. Hz. Peygamber (asm), bir hadisinde doğan her gün için sadaka verilmesi gereğinden söz ettiğinde sahabe, kendilerinin bu kadar mal varlığının bulunmadığını hatırlatınca o (asm), maddî nitelik taşımayan fakat sosyal hizmet içerikli birçok sadaka türünü saymıştır. Meselâ engelliye rehberlik etmek, muhtaç bir kimsenin ihtiyacını tedarik etmek, dertlinin imdadına koşmak ve hatta sevdiğimiz bir kişiye tebessüm etmek dahî sadaka olarak kabul etmiştir. Bir Müslüman hangi sadaka türünü hayata geçirirse geçirsin, bunun mutlaka hayrını görecektir. Dinimizin sadaka dediği her iyilik, Rahmanî lütfu celbeder ve dolayısıyla hayatımızın bereketli geçmesine vesile olur. Tam tersine insanlar iyilik yerine kötü davranışlar sergilerlerse bereketten de yoksun kalırlar ve kendilerini maddî sıkıntılara iterler. Nitekim Peygamberimizin (asm) şu hadisi tam da bu noktaya temas etmektedir: “Her kim, yumuşak davranışlardan mahrum kalırsa bütün hayırlardan mahrum olur.”

Zenginlik konusunu sadece dünya açısından değil ahiret açısından da değerlendirmenizin hikmeti nedir?
Kur’ân, dünya hayatının bir çocuk oyunu gibi çabuk biten eğlencelerden ve meşguliyetlerden ibaret olduğunu söyler. Dünya hayatının geçiciliğini ve dolayısıyla dünyada elde edilen mal ve mülkün de kalıcı olmadığını idrak eden takva sahibi Müslümanlar, ahiret hayatının daha hayırlı olduğunun bilincindedirler. Bu bağlamda Müslümanın manevî hayatında dünya ve ahiret seçimi noktasında ilk tercih hep ahiret olmalıdır. Ancak bu stratejik tercih, dünyaya hiçbir değer atfetmemek, dünyayı tamamen terk etmek ve bütün gayretini ahirete hasretmek anlamına gelmemelidir. Böyle bir yaklaşım, dünyevî imkânları değerlendirmemek, rızık için sebeplere müracaat etmemek, çalışmak yerine tembelliği tercih edip zelil ve bağımlı bir hayata razı olmak anlamına gelir. Halbuki Allah, bizlerin dünya hayatının nimetlerinden sakınmamızdan çok dünyevîleşme tehlikesine karşı uyarmaktadır. Dünyevîleşme tehlikesinin en büyük alâmetleri ise dünyaya ait ne varsa onu kalben sevmek, materyalist bir sürecin içine girip helâl haram dinlemeden hırs ile zenginliği talep etmek ve elde edilenleri kendinden bilip bir nev’î onları ma’bud hale getirip Allah’ı ve ahireti unutmaktır. Doğrusu bir Müslüman, dünya işleri ile uğraşırken, Allah’ın rızasını kazanma inancını hiçbir zaman unutmamalıdır. Bu manevî bakışla yapılan bütün çalışmalar, birden ibadet hükmüne dönüşmekte ve ahiret için de faydalı sonuçlar doğurmaktadır. Bir Müslüman, dünyayı ihmal etmeden ahirete dönük manevî görevlerini yerine getirmesi gerektiği gibi ahireti de ihmal etmeden dünyaya yönelik maddî ve sosyal yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Peygamberimiz (asm) bizden hiçbir zaman dünya nimetlerinden tümüyle uzak kalmamızı aruz etmemiştir. Bilâkis dünya ahiret bütünlüğü içinde dengeli bir hayat yaşamamızı tavsiye etmiş ve “dünyayı güzel bir şekilde isteyin, çünkü herkese kendisi için yaratılan şey kolaylaştırılmıştır” demiştir.

“Zenginliğin dünyevî sürdürülebilirliği ve uhrevî kalıcılığı da manevî şifrelerde gizlidir” diyorsunuz. Zenginlik ve maneviyat arasında ilişki kurduğunuz gibi bunun sadece dünyevî değil uhrevî sürdürebilirliğine de işaret ediyorsunuz. Bunu nasıl anlamamız lâzım?
İslâm’da maneviyat, kader ve ahirete imanla yakından ilgilidir. Kulluk şuurunu idrak etmiş bir mü’min, kadere rıza göstererek, Allah’a tam olarak güvendiğini de ortaya koymuş olur. Bu çerçevede kim rızkı konusunda Allah’a tam olarak güvenirse, bu onun ahlâkını güzelleştirir, nefis infak etmede rahat ve geniş davranır ve netice itibariyle tevekkül içinde olan cömert bir müminin duâları da geri çevrilmez. Bir başka ifadeyle mütevekkil ve cömert müminin cüz’î iradesinin Allah’ın uhdesinde olan küllî idare ile buluşması her zaman mümkündür. Böyle bir manevî atmosferde Allah’a teslim olmuş mü’min, helâl yoldan zengin olmak isterse Allah da Rahim ismi hürmetine rahmet kapılarını açar da açar ve o mü’minin dünyada hep zengin olmasını sağlar. İlâhî lütuf sonucu elde edilen zenginlik, ahiret için hem maddî, hem de manevî bir yatırımdır. Uhrevî boyutuyla mükâfat bağlamında en büyük maddî zenginlik, cennete kavuşmak ve cennet ehlinden olmaktır. Çünkü cennette her türlü maddî, fizyolojik ve cismanî ihtiyacımız umduğumuzdan çok fazlasıyla karşılanacaktır. Yine uhrevî boyutuyla en büyük manevî zenginlik ise bizi yaratan Allah’ı müşahede etmektir. Dolayısıyla mü’minin manevî hayatı ve inanç dünyası, dünyevî ve uhrevî zenginliğin her çeşidine de yol açabilmektedir.

“Müslümanların maddî alanda zayıf kalmaları İslâm’ın yüceliğine gölge düşürür” derken İslâm’ın zengin Müslümanlara da ihtiyacı var mı demek istiyorsunuz?
Güçlü ve gelişmiş ülkelerin ortak özelliklerine baktığımızda bu ülkelerin iktisadî potansiyelin çok yüksek olduğunu görürüz. Sanayi üretimin yanında hizmet sektörünün de maddî gelişimin önemli faktörlerinden olduğunu tesbit edebiliriz. Bu ülkelerde hem millî gelir çok yüksek, hem de fert başına düşen gelir. Kamusal sosyal politikalarla alt gelir gruplarına yönelik transferlerle sosyal adaletin de bir dereceye kadar temin edilebildiğini belirtebiliriz. Halbuki İslâm toplumlarının sosyo-ekonomik durumlarını genel hatlarıyla tahlil ettiğimizde tam tersine bir durum söz konusudur. Sosyal refah seviyeleri düşük olmaları halinde Müslüman toplumlarda işsizlik, yoksulluk ve sefalet had safhada olur ve bunun sonucunda İslâm’ın ruhuna aykırı ahlâk dışı sapmalar da meydana gelir. Halbuki Kur’ân, dünya milletlerine örnek olabilecek bütün maddî ve manevî vasıfları taşıması hasebiyle Müslümanlara hitaben “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” demektedir. Öyle ise İslâm ümmeti, sadece maneviyat noktasında değil maddî alanda da diğer toplumlardan daha ileri bir seviyede olmalıdır. Bunun için Müslüman toplumlar, mal ve servetin artırmanın bütün helâl yollarına başvurmalı ve zekât kurumu gibi sosyal adaleti temin eden âdil iktisadî sistemlerini geliştirmelidirler. Mal ve servet, sadece belirli zümrelerin lehine değil toplumsal refah, fırsat eşitliği ve herkesin asgarî hayat kalitesini sağlamak için bir vasıta olarak kullanıldığı sürece hayırlı sonuçlara vesile olacaktır. İslâm’da insanlığın refahını sağlayan bütün tedbirlerin özünde manevî ölçüler de bulunduğu için, dünyevî uğraşlar ve ruhî emeller arasındaki mesafeler de ortadan kalkmaktadır. İslâm, bunun için maddî gelişmeye bir sınır koymamakta çünkü artan refah, küresel yoksulluk gibi sosyal sorunların çözümüne de önemli derecelerde katkı sağlayabilecektir. Böylece İslâm ümmeti, maddî varlıkları ile bütün insanlığa besledikleri merhametin bir sonucu olarak küresel barışın da garantörü olacaktır. İslâm ümmetinin izzet ve şerefi böylece manevî ve ahlâkî değerlerin yanında küresel çaptaki sosyal sorumluluklar ekseninde geliştirdikleri refah politikalarıyla daha da artacaktır. Bu bağlamda kulluk şuurunun bilincinde olan sosyal sorumlu bir Müslüman zengin sahabilerden olan Hz. Talha bin Ubeydullah’ın yaptığı gibi şu duâyı okuyabilir: “Allah’ım! Beni şanla ve malla rızıklandır. Çünkü malsız şan olmaz. Mal da ancak şanı gözetince yerinde olur.”

O halde yoksulluktan ziyade zenginlik mi tercih edilmelidir?
Yoksulluk, dinî açıdan iman ve akideye karşı manevî tehlike oluşturan unsurların başında gelir. Bugün yoksulluk kıskacından bir türlü kurtulamayan ileri derecede muhtaç birçok insanın sosyal ve ahlâkî sapma içinde ise bunun bir sebebi de içinde bulundukları maddî sıkıntılardır. Kapitalist bir dünyada çalışan yoksulların sayısı her geçen gün artmaktadır. Canla başla çalıştığı halde halen geçim sıkıntısı yaşayan insanlar bir süre sonra isyan haddini de aşarak kadere ve imana inkâr noktasına gelebilir ve ruhî sarsıntılar yaşayabilir. İşte bu tehlikeli gidişatı Peygamberimiz (asm) gördüğü için, yoksulluk ile küfrü bir arada kullanarak, “Allah’ım ben küfürden ve yoksulluktan sana sığınırım” demiştir. Bu duruma düşmemek için, ya asgarî ücret sistemini çalışanların lehine değiştirmek, bu mümkün değilse genelde yoksulların, özelde çalışan yoksulların zekât aracılığıyla desteklenmelidir. Tabiî ki manevî ve sosyal sapmalara sebebiyet veren yoksulluk ne kadar büyük bir felâket ise azdıran zenginlik de aynı derecede bir tehlikedir. Onun için yoksullukla mücadele ederken oluşan refahın da manevî tehlikelerine karşı hazırlıklı olmalıyız. Bunun için maddî gelişme karşısında halimize şükretmeliyiz ve zekâtın yanında gönüllü olarak ve benimseyerek sadaka da dağıtmalıyız.

Prof. Dr. Ali Seyyar kimdir?
1960’da Sakarya’da doğan Ali Seyyar’ın ilk, orta, lise, lisans ve yüksek lisans eğitimi hep Almanya’da geçmiştir. Mannheim Üniversitesi’nde iktisat eğitimi aldıktan sonra 1991–1993 yılları arasında Saksonya Eyaleti’nde özel bir meslek akademisinde öğretim görevlisi olarak işletmecilik dersleri verdi. 1993 yılında 26 yıllık gurbet hayatından sonra memleketine temelli dönüş yaptı. İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümünde doktorasını yaptı. 1998 yılından beri Sakarya Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir. Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığında 5 yıl boyunca danışmanlık yaptı ve 2005 tarihli Engelliler Kanunu’nun ve Bakım Yönetmeliklerin çıkmasında önemli katkıları oldu. Türkiye’de sosyal bilimlerin manevî değerlerle uyumlu gelişmesine yönelik bilimsel çalışmalarda bulunmaktadır. Türk bilim camiasına sosyal bakım sigortası, sosyal ve manevî bakım, engelli dostu aktif istihdam politikaları, çalışma hayatında ve işyerinde maneviyat, sosyal ve manevî girişimcilik, manevî-tasavvufî sosyal hizmetler ve Sosyal İslâm gibi kavramlar kazandırmıştır. 90’a yakın bilimsel makalesi ve 34 kitabı bulunmaktadır. Evli bir çocuğu vardır.

Okunma Sayısı: 3137
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı