"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Adaylığım için AK Partili dostlarım da ısrar etti

31 Temmuz 2014, Perşembe
“HALK KİTLELERİ ARASINDA COŞKU VE DEĞİŞİM TALEBİ VAR. HALKI- MIZIN DESTEĞİYLE SONUCA ULAŞABİLECEĞİMİZİ DÜŞÜNÜYORUM.”
ORTAK ISRARA ŞAHİT OLDUM
“Cumhurbaşkanlığı adaylığı için benimle temasa geçildiğinde, bu milletin içinde yetişmiş büyük siyaset, bilim, sanat adamları ve diplomatlar olduğu görüşündeydim. Buna rağmen Türkiye siyasî tarihinde daha önce tanık olmadığım bir ortak ısrara tanık oldum. Bu ısrarın içinde AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan ve hâlâ parti içerisinde aktif görev üstlenen dostlarım da vardı.”

ŞER İTTİFAKI DEĞİL, MUTABAKAT
 “Adaylığımın arkasında oluşan uzlaşma bile tek başına Türkiye için bir zaferdir. Bir araya gelmez denilen insanlar bir araya gelmiş, aynı fikirde olmaz denilen insanlar hemfikir olabilmiştir. İki partiyle başlayan bu mutabakatın on üç partiye ulaşması toplumdaki değişim arzusunun da bir tezahürüdür. Bu büyük mutabakata ‘şer ittifakı’ demek değerli vatandaşlarımızı derinden yaralar.”

DAHA KUCAKLAYICI ÜSLÛP ŞART

“Türkiye’nin kendi içinde huzura ve barışa, yurt dışında itibara ihtiyacı var. Kutuplaşan, cepheleşen ülkemizde barış ve huzur için daha fazla diyaloğa, daha fazla demokrasiye, daha kucaklayıcı bir üslûba ihtiyacımız var. Birlik ve beraberliğini koruyamayan ülkelerin nasıl parçalandığına, nasıl harap olduğuna şahit oluyoruz. Birlik ve beraberliğimizin muhafazası hayatî öneme sahip.”

İhsanoğlu Yeni Asya’ya konuştu

AK Partili dostlarım da adaylığım için ısrar etti


İstemediğiniz ve bir yere kadar talepleri ısrarla geri çevirdiğiniz halde, sizi aday olma kararına sevk eden en önemli sebep nedir? Türkiye’nin gerek kendi içinde, gerek bölgeyle ve dünya ile ilişkilerinde karşı karşıya olduğu durumun kısa bir tahlilini yapabilir misiniz? Ve size göre, bu durumdan çıkılabilmesi için neler yapılması gerekir? Özellikle, demokrasinin neresindeyiz ve neresinde olmalıydık?

10 Ağustos’ta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilerleyen ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti’nin temel prensiplerine sadık, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine sahip çıkacak, devletin baş makamında devlet kurumlarının eşgüdüm içerisinde, Anayasa’ya uygun olarak çalışmasını gözetecek ve ülkenin dış itibarını arttıracak bir cumhurbaşkanına ihtiyaç duyulduğu geniş kitlelerce kabul edilmiştir.
Üzerinde uzlaşılan bu cumhurbaşkanı profili toplumdaki kutuplaşmadan, adalete duyulan güvenin azalmasından, demokrasimizin tehlike altında olduğu düşüncesinin yaygınlığından ötürü ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanlığı makamı yerel seçimlerde seçtiğimiz yöneticilerin ve genel seçimlerde seçtiğimiz milletvekillerinin makamından çok farklıdır. Anayasa’nın hükmüne göre cumhurbaşkanı, milletin bütünlüğünü gözetir. Siyaset üstü bir makamdır.
Bu tartışmalar başladığında İslâm İşbirliği Teşkilâtı Genel Sekreteri olarak geçirdiğim 9 yılın ardından vatanıma dönmüştüm. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için benimle temasa geçildiğinde, Türkiye’nin 76 milyon nüfuslu büyük bir ülke, yüce bir millet olduğu inancıyla bu milletin içerisinde yetişmiş büyük siyaset adamları, bilim adamları, sanat adamları ve diplomatlar olduğu görüşü içerisindeydim. Buna rağmen Türkiye siyasî tarihinde daha önce tanık olmadığım bir ortak ısrara tanık oldum. Bu ısrarın içerisinde AK Parti’nin kurucuları arasında yer alan ve hâlâ parti içerisinde aktif görev üstlenen dostlarım da vardı. Bu geniş uzlaşmanın tarihi önemini anladım ve cumhurbaşkanlığı adaylığını bir vatan borcu olarak addettim.
Seçim çalışmaları kapsamında yaptığım gezilerde de verdiğim kararın ne kadar önemli olduğunu anladım. Hem vatandaşların teveccühü hem de destek veren siyasî partilerin sayısındaki artışı ile ülkede toplumsal bir uzlaşmaya duyulan ihtiyacın boyutunu kavradım. Süreç ilerlerken CHP, MHP, DSP, LDP, DP, BTP, BBP, DHP, TSİP, DYP, KP’nin ardından Hak ve Adalet Partisi (HAP) ve TURK Parti’den (Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi (TÜRK Parti) de destek kararı çıktı. Bu partiler toplumun her kesimini kapsıyor. Muhafazakârlar, liberaller, sosyal demokratlar, milliyetçiler ve solcular bu partilerin tabanlarını oluşturuyor. Böylelikle büyük mutabakata destek veren siyasî parti sayısı on üçe yükseldi.
Türkiye’nin kendi içinde huzura ve barışa, yurtdışında itibara ihtiyacı vardır. Kutuplaşan, cepheleşen ülkemizde barış ve huzur için daha fazla diyaloğa, daha fazla demokrasiye, daha kucaklayıcı bir üslûba ihtiyacımız var. Dış politikada ise günden güne etkinliği yiten, dikkate alınmayan, politika üretemeyen bir ülke haline geliyoruz. İhtilâflar konusunda taraf tutarsanız, ihtilâflardan siyasî netice elde etmeye kalkarsanız, bunu bir taktik olarak benimserseniz bunun bulunduğumuz coğrafyadaki kardeşlerimize yararı olmaz. Tarih, ateşle oynayan herkesin elinin yandığını gösteren örneklerle doludur. Yurtta sulh, cihanda sulh ülküsüne her zamankinden daha fazla sarılmamız gereken bir dönemdeyiz. Birlik ve beraberliğini koruyamayan ülkelerin nasıl parçalandığına, nasıl harap olduğuna kendi gözlerimizle şahit oluyoruz. Birlik ve beraberliğimizin muhafazası bu açıdan hayatî bir öneme sahiptir.

Adaylık yarışının son derece eşitsiz ve adaletsiz şartlarda cereyan ettiği malûm. İlâveten iftira ve çarpıtmalara da hedef oluyorsunuz. Bunlardan kaynaklanan ciddî zorluk ve engelleri bu kadar kısa zamanda nasıl aşabileceksiniz?

Seçim yasasının getirdiği zorluklar malûmunuzdur. Yasaya göre 76 milyon nüfusu olan bir ülkenin cumhurbaşkanı seçiminin 1 aylık bir sürede yapılması gerekiyor. 1 ayda bir evi taşımak bile imkânsızdır. Bunu tüm vatandaşlarımız gördü ve tepki gösterdi. Kampanyamız fevkalâde iyi gidiyor. Vatanımızın gittiğimiz her köşesinde büyük ilgi görüyoruz. Halk kitleleri arasında coşku ve değişim talebi var. Halkımızın desteğiyle sonuca ulaşabileceğimizi düşünüyorum.

Adaylığınızı açıklamanızdan bu yana geçen zaman zarfında sizin açınızdan yaşanan gelişmeleri ve gelinen noktayı değerlendirir misiniz?

Açıkçası adaylığımın arkasında oluşan uzlaşma bile tek başına Türkiye için bir zaferdir. Bir araya gelmez denilen insanlar bir araya gelmiş, aynı fikirde olmaz denilen insanlar hemfikir olabilmiştir. İki partiyle başlayan bu mutabakatın on üç partiye ulaşması toplumdaki değişim arzusunun da bir tezahürüdür.
Bu talebi gittiğimiz her şehirde görüyoruz. Yerel ve genel seçimlerde farklı siyasi partilere oy veren vatandaşlarımız cumhurbaşkanlığı seçiminin farkını görüyor ve bize desteklerini iletiyor. Gördüğümüz ilgiden ve halkımızın bizlere gösterdiği teveccühten son derece memnunuz.
Bir koltuk için üç aday var. Bu rekabetin centilmence, çelebice geçmesi tüm Türkiye’nin yararınadır. Ancak maalesef hakkımda isnat edilen mesnetsiz suçlamalar bu yarışın centilmenliğine zarar vermektedir. Halkımızın bu temelsiz suçlamalara itibar göstermediğini görmek memnuniyet vericidir.

Başbakan, size destek veren parti ve kesimleri “şer ittifakı” olarak niteledi. Cevabınız nedir?
Bizlere desteğini sunan siyasî partilerin ve vatandaşların toplumun farklı kesimlerinden olması belirli bir paniğe yol açmış olabilir. Bu büyük mutabakata şer ittifakı demek değerli vatandaşlarımızı derinden yaralar. Ben bu tür söylemlere asla yanıt vermiyorum. Vermeyeceğim de.

“Kürt sorunu” olarak adlandırılan konu ve “çözüm süreci” hakkındaki kanaatiniz?

Barıştan yana olmayan insan, savaştan yanadır. Barıştan yana olmayan insan ölümden yanadır. Biz barış istiyoruz. Bu yaranın kapanmasını istiyoruz. Bunun alternatifi çözümdür, ancak ne pahasına olursa olsun çözüm değildir. Biz bin sene bir arada huzur içerisinde yaşamayı bilmiş bir milletiz. Tarihsel süreçte sıkıntılarımız, ayrılıklarımız olmuştur, ancak bu bin yıllık miras içimize işlemiştir. Benzer sorunları başta İngiltere olmak üzere birçok farklı millet de yaşamıştır. Sürecin ulu orta halledilmemesi gereken, tıpkı dış politikada olduğu gibi belirli bir mahremiyet seviyesinin uygulandığı bölümleri elbette olmalıdır. Fakat bununla birlikte belirli bir noktanın ardından parlamento sürece dahil edilmeli, siyasî iradenin ve millî mutabakatın sağlanması elzemdir. Sürecin kilidi bu konuların meclis çatısı altında görüşülerek mutabakatın sağlanmasıyla açılabilir. Bu mutabakat sağlandığı takdirde Türkiye’yi kimse tutamaz. Süreçte buna yönelik handikapların önünde sonunda aşılacağına inanıyorum.

Türkiye ve ilgili diğer bölge ülkeleri bu konunun çözümü için nasıl bir yaklaşım ortaya koymalı?
Diplomaside tarafsızlık ilkesi millî menfaatlerimizin gereğidir. Bu söylemim çok çarpıtıldı. Elbette ki zalimle mazlumun arasında tarafsız olunmaz. Türkiye her zaman mazlûmun yanında olmuştur. Olmaya da devam etmelidir. Bölge ülkeleri arasında arabulucu rolü üstlenmek adına soğukkanlı bir üslûp benimsemeli, hamasi söylemlerden uzak durmalısınız.

Suriye ve Irak’taki çatışmalar durdurulabilir mi? Nasıl? Kontrol dışı silâhlı grupları etkisiz hale getirmek için ne yapılması lâzım? Sınırların yeniden çizildiği bir süreçte bölge yönetimleri, kanaat önderleri ve halkları ne yapmalı?
Şimdi öncelikle şunu söylemeliyim. Ne yazık ki artık sahaya benzin dökülmüş ve yangın başlatılmıştır. Bu yangını söndürecek olan bölgeyi, bölge insanını, bölgenin geçmişini ve ilişkilerini bilen, halkın da itibar göstereceği insanların varlığıdır. Ve tabiî en önemlisi bu kişilerin ortak bir masa etrafında oturtulmasıdır. Zamanında 2009’da Gazze saldırıları devam ederken İKÖ’nün girişim ve çabaları ile önderliğimde yapılan yoğun bir mekik diplomasisi sonucunda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu (UNHRC) komisyonerinin desteği sağlanarak Birleşmiş Milletler tarafından saldırıların gerçeklerinin tesbiti için bir görevlendirme yapılmıştır. İKÖ’nün içerisinde sağladığı mutabakat ve destek ve daha sonra bu güç ile Birleşmiş Milletler içinde sağladığı destek ve ivme ile bu raporun yazılmasına ve bu rapor ile gerçeklerin resmiyete geçirilmesine ve gün ışığına çıkarılmasına imkân sağlamış ve vesile olmuştur. Rapor Birleşmiş Milletler onayı ile hazırlanmış ve onayı ile kabul edilmiştir. Bu rapor ile ilk defa İsrail’in Filistin saldırılarında yaptıkları detaylandırılmış, kayıt altına alınmış, delilerler ile kesinleştirilmiş ve savaş suçu işlendiği resmi ve uluslar arası destek ile ortaya konmuştur.

On yıllardır devam eden Filistin dramını sona erdirmenin bir yolu var mı, nedir?
Bu konuda iki yol vardır. Birincisi kilitli yol,  Raporun konu olduğu saldırılar 2008 ve 2009 senelerinde bugün olan saldırılara çok benzerdir.  Önce 1 haftalık bir hava saldırısı yapılmış ve daha sonra deniz ve kara kuvvetleri tarafından saldırının dozu orantısız şekilde arttırılmıştır. Gazze’de neticede 1400’ü aşkın kişi hayatını kaybetmiştir. Buna karşılık toplam 13 İsrail askeri hayatını kaybetmiştir ve bunlardan 4’ü İsrail’in kendi saldırısı sonucu ölmüşlerdir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki vetolardan dolayı İslâm dünyası oradan karar çıkaramamaktadır. İslâm İşbirliği Teşkilâtı Genel Sekreteri iken başka bir yol buldum. Yine BM’ye bağlı, Cenevre merkezli İnsan Hakları Komisyonu var. İİT devletlerinin orada önemli sayıda sandalyesi var. İsrail’in suçüstü yakalandığı tesbit edilmelidir. Filistin, Birleşmiş Milletler üyesidir. Dolayısıyla Filistin’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gitme hakkı vardır. İslâm ülkeleri bu süreci desteklemeli, İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hâkimlerinin önünde hesap vermelidir. Sırf heyecanla suçlamak, kınamak yetmez. İsrail’i elbette suçlayacağız, katil diyeceğiz, gaddar diyeceğiz, ancak bunları söylemekle sorunu çözmüyoruz. Çözüm; uluslar arası gücün kullanımındadır.

Okunma Sayısı: 3785
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • KAMİL BİRCAN

    31.7.2014 12:33:00

    EKMELEDDİN BEY EKMELEDİ ÖNCE ADINDAKİ DİNİ TEKMELEDİ, BABASI İHSAN EFENDİYİ MISIR’A SÜRGÜN EDEN, ÜSTAD BEDİUZZAMAN’A DA YILLARCA ZULMEDİP, ZİNDANLARDA YAŞATAN CHP’NİN VE MHP’NİN ÇATISINA OTURUP ADAY OLDU. ŞİMDİ NEREYE GİTSE ORANIN RENGİNE VE ŞEKLİNE BÜRÜNÜYOR. BİR ELİNDE TÜRK SOLU DİĞER ELİNDE RİSALE-İ NUR. BİR AYAĞI ANITKABİR DİĞER AYAĞI MEVLANA TÜRBESİ. BU NEYİN MUTABAKATI İSE, SAĞCI SOLCU, DİNLİ, DİNSİZ YAN YANA CAN CANA ALLAH’IM SEN BİZE AKIL VER. KİŞİ SEVDİĞİYLE BERABER HAŞROLACAKTIR. SİZ NASIL İSENİZ ÖYLE İDARRRE OLUNURSUNUZ.

  • HÜSEYİN İLHAN

    31.7.2014 10:06:00

    İİT.Başkanlığı için Sn.EKMELETDİN HOCAMIZ için başbakan,dışişleri bakanı gittikleri İSLAM ülkeleri yetkililerine ne diyerek destek istediler biiir,acaba o zamanda MONŞER bu MONŞEEER ama bizim MONŞER olunca iyi midir dediler merak buya diyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı