"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Hak, hürriyet

28 Ağustos 2014, Perşembe
“İnsan yaratıcısı tarafından üstün nitelikte yaratılmış en yükseğe çıkma ve en alçağa inme istidadına sahip canlı varlık.” Böylesine basit bir tanım insanın bütün özelliklerini içine alıp onu kapsamaktadır. Çünkü o kendisini Yaratıcısını dünyadaki halifesi olarak buldu.
Öyle büyük kabiliyetler verilmişti ki insanoğluna kendisi de buna inanamadı. Bu kabiliyetler sayesinde bazıları ya da birçoğu çabucak dengeyi kaybedebiliyorlardı. Yaşadığı dünyada daha birkaç kişiyken bile insanlar arasında sorunlar çıkmaya başlamıştı. İnsanların tek derdi daha fazla hak ve daha fazla hürriyetti. “İnsan mahiyeti itibariyle alâ-yı illîyin ile esfel-i sâfilîn (en yüksek ve en alçak) arasında yaşayan canlı, yüksek duygularla donatılmış fazilete istidatlı, ebediyete meftun bir varlıktır”. Kelimelerle insanın insanlığını anlatmak çok zordur.
İnsan sözcüğünü ilk araştırmaya başladığımda beni çok etkileyen Ümit Meriç’in şu cümleleri aklıma geldi: ‘Tek başına ekseriyet’. Evet şekil, görüntü ve yapı olarak insan bir taneydi, fakat yine o insanlar arasından peygamberler, güzel kişiler çıktığı gibi Ebu Cehiller, Hitler vb. caniler de çıkıyordu. Aradaki tezat kafaları karıştırdıkça insanlar da ellerinden geldiği kadarıyla daha derine inmeye çalışıyorlardı. Şöyle bir genelleme çıktı sonuçta; İnsan eğer insanlığının gerekliliğini yerine getiriyorsa, o insanlık vasıflarını taşıyorsa  insandır ve hayat her zaman çok güzel ve anlamlıdır. Burada da şu soruyu yöneltebiliyordu kendi kendine: “Peki bu insanlığın vasıfları neler?” Bu konuda birçok madde sayabiliriz, fakat bizim için en önemli olan ve bu ikisine dikkat edildiğinde gerçek mutluluğun geleceğine inandığımız ‘hak ve hürriyet’ vasıflarıdır. İnsanın her zaman içinde taşıması daha doğrusu içinde olupta var olanı çıkarıp haykırması, uygulaması gereken iki kavram hak ve hürriyet. Şimdi bu iki kavramla insan arasındaki ilişkiye bakmak gerekiyor.
İlk olarak hak’ka baktığımızda “adâlet, herkesin meşrû olan salâhiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki malikiyeti vb anlamlar ifade eder.” Bütün bu ifadeler arasından ‘herkesin meşrû olan salâhiyeti’ tanımı bize yeterlidir. Hak eğer insanın içinde bulunan,  kendisine ait olan bir değerse ve tanımda herkes deniyorsa burada ayrım yapmak imkânsızdır. Türkiye’de yaşayanların Afrika’da yaşayanlara, ABD’de yaşayanların dünyanın diğer yerlerinde yaşayanlara yine beyazın siyaha, sağlamın hastaya, erkeğin kadına olan bir üstünlüğü düşünülemez. Çünkü bahsettiğimiz hak Cenâb-ı Hak tarafından hepsine aynı seviyede verilmiştir. Bu yüzden insanları “sen şu ülkedensin, senin rengin şöyle, senin ırkın böyle vs. Diyerek ayırım yapmak mümkün değildir.
Meşrû olan dediğimizde insanın kendi yapısından yani insanlığından kaynaklanan hakların bir çerçevesi olduğu anlaşılmalıdır. Çünkü meşrûnun karşısında bir de meşrû olmayan vardır. Bu sınırı şu cümleler ne güzel ifade eder: “Hürriyet odur ki, insan ne kendisine, ne de başkasına zarar veremez.”  
Salâhiyet ise sözlük anlamı olarak ‘bir işe karışmaya ve o işi yapmaya yetkisi olmak’ demektir. Bu da gösteriyor ki  yaşayan bütün insanların doğumlarıyla birlikte kendilerine verilen hakları kullanmaya yetkili tek kişi olduğudur. Salâhiyetle anlatılmak istenen de kişinin o işi yapmadaki özgürlüğünü perçinlemektir. Peki devletimizin ve yetkili kişilerin risalelerimizin baskısını engelleme salâhiyetleri olduğunu kim iddia edebilir? Hangi argümanlarla bizi ikna edebilirler? Ya da sadece “sizin bilmedikleriniz var; bakın büyük ağabeyler de böyle istiyorlar” mı derler?
Hürriyet için ise kısaca hür oluş, serbestlik diyebiliriz. Ya da en güzel tanımıyla “hak düşüncesine bağlı kalıp, başkalarına ve kendine zarar vermedikten sonra istediğini yapabilirsin” demektir. Buradaki sorun da dünyadaki insanların ‘başkalarına zarar vermedikten sonra’ kısmını unutmalarından ya da görmek istememelerinden kaynaklanıyor. Birilerinin kitap basımını engelleme hürriyetinin olduğuna inanılıyor, ama diğerlerinin o kitapları basarak, yayarak, okuyarak ve okutarak hizmet etme hürriyetleri olmuyor. Ne anlamalıyız bu durumdan? Zorbalık mı, adalet mi, keyfilik mi, fitne mi?
İnsan sahibi bulunduğu hakları doğru kullansaydı yani kendi için çok tabiî gördüğü bir hakkı diğer insanlar için de düşünseydi hakikî hürriyete sahip olmuş olacaktı. Eğer yaşamak, yemek, içmek, gezmek, düşünmek, konuşmak insanların en tabiî haklarından bir kaçı ise ve bunu başkalarının da hakları olduğunu bilerek kullanmak istese niçin anlaşmazlık çıksın ki? Neden kavga olsun ne diye bir takım insanlar hürriyetlerinden mahrum olduklarını hürriyet mücadelesi versin ki?
İnsan daima kendi yaptıklarının neticesini görür. Bizler insanlar olarak haklarımızı tam anlamıyla ve doğru kullanamadığız için kendi kendimize sınırlamalar getirdik. İnsanların dünyada yaşayan en değerli canlı olduğunu ve onun şahsına ait hakları ve özellikleri bulunduğunu biliyoruz. Bütün bu hakların da bir meşrû çerçevesi olduğunu biliyoruz. Eğer siz o çerçeveyi daraltmayı ya da kendi çerçevenizi genişletmeyi düşünürseniz hakkı yanlış kullanmış, hürriyeti ihlâl etmiş olursunuz. Sonucunda da anlaşmazlık, münakaşa ve kavga çıkması çok doğaldır. Bana göre dünyadaki bütün kavgaların, savaşların, saldırıların tek ve yegâne sebebi hak ihlâllerindendir. Bir ülkenin diğer ülkeyle savaşı ya da dar alanda bir insanın diğer insanla kavgası hepsinin sebebi budur. Çünkü insanoğlu elindeki hakkı haksızlık yaparak kullanmak istemiştir.
Burada bir büyük sorun da insanın olayları değerlendirirken keser gibi hep kendi tarafına yontması, karşı tarafı hiç düşünmeden kararlar almasıdır. Konuşmak haktır, fakat kişinin konuştuğunu başka insanlara dikte etmesi bir haksızlıktır. İnsanın düşünme hakkı da vardır, ama herkes benim gibi düşünsün demeye hakkı yoktur.
Biz insanlar olarak  hürriyetimizi mutlak serbestlik olarak algılamamalıyız. Çünkü haklarımız mutlak serbestliğe sahip değildir. Başkasının hakkının başladığı yerde bizim hakkımız sona ermiştir.
Herkes hakkına razı olsa, dünyada neden anlaşmazlıklar ve savaşlar çıksın ki?


MURAT ÇOLAK

Okunma Sayısı: 1012
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı