"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

30 Ağustos

31 Ağustos 2014, Pazar
Bu tarihi, kahraman milletimizin şeref levhası olarak hafızamıza kaydettik.
Birinci Dünya Savaşı’nın neticesi idi. Mondros ve Sevr Antlaşmaları ile Dünya yüzünden bizi silmeye çalışıyordu. Üç kıt’a da topraklarını kaybeden muazzam Osmanlı Devleti sadece Anadolu’ya sıkıştırılmıştı.
Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplanmış, vatanın kurtulması için kesin kararlar almıştı. Sakarya Savaşında düşmanı mağlûp etmiş bu zafer ordunun toparlamasına yeni bir teşvik olmuştu. Doğuda kurulan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” ve milis kuvvetleri Ermeni ve Rusları bağrından atmıştı. Doğu cephesindeki savaşlarda, Gönüllü Alay Komutanı olarak talebeleri ile büyük kahramanlıklar gösteren Bediüzzaman, önemli bir vazife ifa etmişti.
İstanbul’da Bediüzzaman’ın kahramanlıklarını ciddî manada takip eden Ankara Hükümeti milletvekilleri ve başkomutanı  şifreli telgraflarla  ve ısrarla Ankara’ya gelmesini istiyorlardı. Bediüzzaman ise: “Ben siper arkasında olmak istemiyorum, burada daha ziyade ihtiyaç var.” diyerek bu dâvete icabet etmiyordu.
Yapılan bu ısrarlı dâvetler neticesinde önce yeğeni Abdurrahman’ı Ankara’ya gönderdi, daha sonra kendisi Ankara’ya geldi. Tren garında kendisini bazı milletvekilleri ve yeğeni Abdurrahman karşıladılar. Daha sonra mecliste kendisine “hoşamedi merasimi “yapıldı. Burada duâlar da bulundu.
Ankara’ya gelince, dinin ihmal edildiğini, milletvekillerini bir çoğunun namaz kılmadığını gördü ve çok müteessir oldu.
“Eyvah bu ejderha imanın erkânına ilişecek” diyerek, Tabiat Risalesini bu günlerde telif etti.
Bu arada on maddelik bir beyanname yayınladı. Bu maddelerde önemli bir takım temel meselelere dikkat çekti.
“Şu inkilâbı azimin temelleri sağlam gerek” diyerek diyordu. “Şarkı ayağa kaldırdınız, fıtratına uygun bir cereyan veriniz” ifadeleri ile nazarları sağlam esaslara dayandırıyordu.
Bu beyannameden sonra namaz kılanların adedine altmış milletvekilinin daha ilâve edilmesi M. Kemal’in moralini bozmuş ve; “Sizi buraya çağırdık, yüksek fikirlerinizden istifade edelim diye siz geldiniz en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilâf soktunuz!”
Bu sözler üzerine Bediüzzaman meclis koridorunda iki parmağını paşaya uzatarak şöyle bir mukabelede bulunmuştur:
“Paşa ,Paşa !... Kâinatta en yüksek hakikat imandır, imandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur.”
Paşa, bu celâlli ifadeye mukabil Bediüzzaman’dan özür dilemiştir.
Bediüzzaman o günlerde Hacı Bayram civarında bir tarihî mekânda ikamet etmektedir. Başkomutan en evvel yeğeni Abdurrahman’ı akrabası bir hanım ile evlendirir ve mecliste kâtip olarak işe başlatır. Bediüzzaman ile ilgisini kesmeye çalışır.
Bediüzzaman’a üçyüz lira maaş, Şark Umum Vaizliği, Milletvekilliği, Hususî bir köşk teklif ederek birlikte çalışmak ister. Fakat Bediüzzaman Ankara’dan ayrılmaya ve iman esaslarını ikame etmek için mücadele etmeye kararlıdır. Çünkü, Ankara’nın niyetini ve gidişatını fark etmiştir. “O zata eriştiğiniz zaman onun ile siyasî cihette galebe edilmez, ancak Kur’ân nurları ile mukabele edilebilir” hadisine ittibaen, Ankara yı terk etme kararı alır. Ve Bediüzzaman, tren ile Van’a hareket eder.
İstiklâl Savaşı zaferle neticelenmiş, yeni bir devletin temelleri atılmıştı. Fakat bu temeller, İslâmiyetten, dinden ve imandan mahrum bir zemine atılmıştı. Bediüzzaman Hazretleri’nin daha önce ikaz ettiği ve “şu inkılâb-ı azimin temelleri sağlam gerek” sözlerine kulak tıkanmıştı. Milletin manevî kaleleri içten fethedilmek, iman ve Kur’ân mevzileri işgal edilmek isteniyordu. Bunun için yeni bir Kurtuluş Savaşına ihtiyaç vardı. Bu savaş, Kur’ân dâvâsı, iman dâvâsı ve İslâm dâvâsı idi. Fen ve felsefe silâhları ile milletin kalbinden sökülüp atılmak istenen iman esaslarının yeniden ikame edilmesi, kalplerde imanın yeniden kökleştirilmesi mücadelesi başlıyordu.
İman dâvâsının Başkumandanı Bediüzzaman, Kur’ân’dan aldığı ilhamla asrın idrakine İslâm’ı anlatmak için eserler yazmaya başladı. Karşısına çıkan engellere aldırmadı. Hapisler, sürgünler, mağduriyetler, mahrumiyetler onu yıldıramadı. Tek başına çıktığı bu yolda, kısa sürede büyük bir manevî ordu haline geldi. Bu ordunun silâhı kalem, cephanesi kâğıttan ibaretti. Seksen küsur senelik hayatını bu yolda feda etti. Ama, dünyadan göçmeye hazırlanırken, talebelerine şu müjdeyi veriyordu: “Merak etmeyiniz, küfrün beli kırılmıştır”
Böylece manevî sahadaki mücadelede de büyük bir zafer kazanılmıştı. Zaferlerin manasını ve hatırasını her zaman kalbimizde yaşatmalıyız. Günahların sel gibi üzerimize saldırdığı bu zamanda en önemli zafer nefis ile yapılan mücadeledir. Yoksa kuru kuruya yapılan zafer nümayişleri bizim hiçbir şeyimize deva olamaz.
Şehitlerimize ve gazilerimize Allah’tan rahmetler diliyorum. Mekânları Cennet olsun.
Bayram yaparken bunları nazara almalıyız.


RAŞİT YÜCEL
[email protected]

Okunma Sayısı: 1223
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı