"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

BESTEKÂR KIZILTUĞ: DEĞERLERİMİZİ YİTİRDİK

02 Eylül 2014, Salı
DEĞERLERİMİZİ YİTİRDİĞİMİZİ SÖYLEYEN FIRAT KIZILTUĞ, “BİZ MİMARî ESERLERİ ANLAYAMIYORUZ, RESİM, NAKIŞ VEYAHUT MİNYATÜRÜ ANLAYAMIYORUZ, EDEBİYATIMIZI DA ANLAYAMIYORUZ” DEDİ.
YAZAR VE BESTEKÂR FIRAT KIZILTUĞ: DEĞERLERİMİZİ YİTİRDİK
 
 
Tamburi Cemil Bey, Münir Nureddin Selçuk, Niyazi Sayın ve Nejdet Yaşar gibi pek çok üstatla çalışan Türk musikisinin değerli sanatçılarından, yazar ve bestekâr Fırat Kızıltuğ ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Müzik eğitimi almaya ne zaman başladınız?
Öğretmen okulunda ben akademik eğitim gördüm. Çapa Öğretmen Okulundan Trabzon’a gönderildim, Trabzon’dan da İstanbul’a. 1956’da döndüğümde müzisyendim. Geldiğimde 24 saat sonra İstanbul radyosunda program yaptım. Her bakımdan yetiştirilmiştik, nota, nazariyat, solfej vb. Dört beş çalgı çalıyordum. Hocalarım itiraz etti, yalnız viyolonsele adapte olmamı istediler. O zaman konservatuarın viyolonsel bölümüne girdim. Viyolonseli esas enstruman kabul ettim, hâlbuki ben aynı zamanda çok iyi bir flütçü ve gitarcıyım. Aynı zamanda Almanya’da müzik konusunda ihtisas gördüm.

Yetişmenizde katkısı olan hocalar kimlerdir?
Yetişmemde bir kere Lahika Karabey, İleri Türk Musikisi Konservatuarının başkanıydı. Ondan sonra tabiî ki Münir Nurettin Selçuk hocam, Nejdet Yaşar ve Niyazi Sayın. Beni talih onların yanına düşürdü. Türk musikisine başka türlü adapte olamazdım. Yoksa batı müziği öğrenirdim. Bu hocalar çok tesir ettiler bana. Bilhassa Nejdet Yaşar ve Niyazı Sayın. Sonra üçüncü olarak onların yanına İhsan Özgen geldi. Yaşı benden çok küçüktü ama devasa bir sanatçıdır. Olağanüstü bir sanatkârdır, olağanüstü bir artistik güce sahiptir. Onlarla son 50-60 yılımız beraber geçti.

İlk çaldığınız enstrüman nedir?
İlk çaldığım enstrüman Ud. Ud ile tanışmam sekiz dokuz yaşlarındayken oldu ve o yaşlarda çalmaya başladım. Ud kucağıma sığmıyordu. O yüzden sapında çalmayı öğrendim. Ta kucağıma sığana kadar. Babam müzikle ilgilenmemi istemedi. Kardeşi vardı, Osmanlı Bahriye Nezareti Bandosundan ayrılmış bir hukukçuydu. Ona, İstiklal Savaşı bitince, “Sen hukukçusun, hâkim olacak adamsın. Senin gibi adam müzikle uğraşır mı?” deyince, rahmetli müziği bırakmış. Babama da demiş ki, “Çoluk çocuğa bu hastalığı bulaştırma...” Babam onun için bizden müzikle uğraşmamızı istemezdi ama önleyemedi. Türkiye’de unutulmaya yüz tutmuş lavtayı da ben gündeme getirdim. 1983 senesinde lavta yaptırdım, unutulmuş bir çalgıyı gündeme taşıdım. Bugün 30-40 tane kadar lavta tür telli çalgı ile ilgilenenimiz var.

Hayatınızda müzik olmasaydı ne olurdu?
 Mesela ben edebiyatçıyım aynı zamanda. Fakat edebiyatımı da kelimelerle müzik yapmak diye nitelendiriyorum. Edebiyatımda yine müzik düşünüyorum ama kelimelerle yazıyorum.

Türk musikisini neden tercihi ettiniz?
Ben en uzun Türk müziği refakati yapan insanım. Tamburi Cemil’in oğlu Mesut Cemil’in bir hicazkârdan nivahende geçiş taksimini dinlediğim için, Türk musikisi çaldım yoksa batı müziği çalardım.

Batı enstrümanları ile bizim enstrümanlarımız arasındaki fark nedir?
Batı enstrumanları 12 yarım sese göre düzenlenmiştir. Biz 24 gayr-i müsavi sese sahibiz. Türk musikisini iyi bilmeyen, kendi enstrumanlarını tanıyamayan batı enstrumanlarını da iyi çalamaz.

Türk musikisinin dünya müziğindeki yeri nedir? 
Bach, Hieden, Hendel hepsinin operaları ve Türk marşları var. Avrupa’da 17. Yy’da Türk marşı yazmayan bestekâr sayılmıyor. Yalnız 17.yy’da 400 tane Türklerle ilgili opera yazılmış. Tarih ve toplum mecmuasında Özdemir İnce çok güzel bir inceleme yayımlamıştı. Cem Sultan’dan tutun 4. Murad’a kadar operalar yazılmış.

Türk musikisinin en önemli kaynaklarından 17. yüzyıla ait ‘Mecmua-yı Saz ü Söz’ tek nüsha olarak Londra’da müzede sergileniyor ve siz Londra’dayken bununla ilgili bir hatıranız var, anlatabilir misiniz? 
Türk musikisinin en önemli kaynaklarından, Mecmua-yı Sâz ü Söz 17. yüzyılda yazılmıştır. Tek nüshadır, Milli Eğitim Bakanlığı bir kopyasını yapmıştır fakat kötü bir kopyadır. Londra’ya gittiğimde 1995 yılında, kitabın orjinalini gördüm. İngilizler getirdi bakalım diye ama dokunmama izin vermediler. Karşımdaki doçent doktor bana kitabı gösteriyor. 1712 yılından beri mecmuayı okuyamıyorlarmış. Açtı ve sayfaları gösterdi, ben de notaları teker teker okudum. Nihavend makamı dedim. ‘Nasıl okuyabiliyorsunuz?’ diye sordular. ‘Ali Ufki Bey’in notaları sağdan sola yazdığını bilmiyorsunuz, en alttaki çizgiyi biliyorsunuz ama o aslında sol… siz okuyamazsınız ki. Ben okurum.’ dedim.

Müzik anlayışımızda neler değişti?
Şimdi zevksizlik zevk oldu. Bu cümlenin altını çizin. Ne kadar kötü yaparsanız o kadar makbul. Ekran saçma sapan şeylerle meşgul ediliyor. Bütün mankenler sanatçı olmuş artık.

Günümüzde herkes kendini müzisyen ve sanatçı olarak adlandırabiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sanatkâr başka şey. Nedenini söyleyeyim; Bir konsere gittiniz. Müzik çalıyor güzel, işitme duyunuza bir sesler gelir sonra onlardan hoşlanmaya başlarsınız. Eğer hoşlanıyorsanız bu sefer bu müzik beyninize doğru yol alıyor, düşünme faslı başlıyor. Eğer çok daha kaliteli ve güzelse, ruhunuza hitap ediyorsa kalbinize doğru inmeye başlar. Böyle yarı konsantre hale girerseniz, en ideal müzik odur. Bunu da yapabilenlere, sıra ile çalgıcı, sanatkâr sonra da artist, artistik güç, yani daha önce yapılmayanı ortaya koyana sanatkâr derler. Mesela, ressamlardan örnek verelim, Van Gogh, bir Van Gogh daha gelmedi, demek ki gelmesi mümkün değil. Bir Osman Hamdi gelmedi yahut batıda bir Beethoven daha çıkmadı. Demek ki çıkması mümkün değildi. Yahya Kemal tektir, Necip Fazıl da tektir. Orhan Veli? Orhan Veli, şiire ihanet etmiştir, kendisi çok iyi bildiği halde edebiyatı, harcı âlem, garipler neyi, kendilerine moda oluşturdular, bu güçteki adam nasıl olurda uyduruk şiir yazar. Bir manada Türk dilinin düşmanı gibiydiler. Mesela Aziz Nesin, son derece kalemi kuvvetli ama, terbiye yok, edep yok, edip değil yani.

Batı müziği ile Türk sanat müziğini karşılaştırmalı mıyız?
Buna hiç gerek yok. Şöyle ki; batı müziği bir kere programlı müziktir. Bu tabir çok önemlidir. Yani bir olayı anlatır. Örneğin Sultan Ahmet meydanını görür; Alman Çeşmesi var, minareler görüyor, arkada bu olayı tasvir eder. Dikeydir, dikeyden kasıt şu; portre sayısı çoktur, harmonik hareket eder; halbuki bizimki melodiktir, yatay hareket eder. Bizimki psikolojik müziktir. İnsan psikolojisi ne kadar müsaitse ancak o kadar anlayabilir. Çok daha derinlemesine bir yapıya sahipse daha derin anlar. Türk musikisi mücerrettir. Şimdi bir de soyut diyorlar hiç hoşlanmıyorum. Uydurma bir sözcük, ama mücerret yani zamandan tecrit edilmiş, onun gibi Türk musikisi de mücerrettir. Türk musikisi her şeye hâkimdir, çözemeyeceği anlatamayacağı hiçbir hadise yoktur. Tanpınar, Huzur romanında bu konuyu çok güzel işlemiştir. İşte mehter, orduların yüreği titrermiş, bir seymen oyunu ufak ufak konsantre oluyorsunuz, Karadeniz oyunları bunlar hep Türk musikisi oyunları, böyle bakmak lazım Türk musikisine. Her şeye hakim tek sesli dünyada hiçbir ses tek değildir.

Batı özentimiz var, kendi musikimizi ne kadar biliyoruz?
Dedim ya zevksizlik zevk oldu diye, şimdi biz dinleyemiyoruz ki... Niye dinleyemiyoruz, Münir bey sağ değil, Bekir Sıtkı Sezgin vefat etti, Kani Karaca da vefat etti, Alaeddin Yavaşça Allah uzun ömür versin... İcra edecek adam yok kimden dinleyeceksin. Yani Türk musikisini icra edecek çok az insan var. Onlar da mevcut ihtiyacı karşılayamıyorlar. Zaten kimsenin ihtiyacı da yok, çünkü musiki dinlemek başka iş. Sanat eseri düşündürür, felsefe yaparsınız, ruhunuzda dalgalanmalar meydana getirir. Bunlar olmuyorsa zaten sanatkâr değildir onu yapan. Bir türkü bile besteleyemiyorlar şimdi.

Yunus Emre Operası düzenlenmişti bir ara bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ta o zaman da yazdılar, Yunus Emre’ye kardinal serpuşu giydirildi dendi, yeni bestelendiği zaman. Amerikalılar İngilizce olarak ilk defa seslendirdi; “Hala luya hala luya…” O ilk kayıt bende var. Yani denecek hiçbir şey yok.

Sanattaki değerlerimizi nasıl yitirdik?
Biz mimari eserleri anlayamıyoruz, biz resim nakış, veyahut minyatürü anlayamıyoruz, edebiyatı anlayamıyoruz, “Minnet Hüdaya devlet-i dünya fena bulur - Bâkî kalur sahife-i alemde adumuz” kaç kişi biliyor bu şiiri. Okuduğun zaman adam Arapça mı Farsça mı konuşuyorsun, diyor. Duydunuz mu hiç kimseden; hocalarınızdan bildiğiniz mı, var mı okuyanlar... Onlar da bilmiyorlar ki size öğretsin.

Musikimizi terk edişimiz ne zaman başlıyor?
Kanunî Sultan Süleyman zamanında bir opera topluluğu gelir Fransa’dan. Hatta padişah da dinler sonra lalalarına derki “Çalgılarını alın kırın, parasını da ödeyin!” Mağdur olmasınlar, diye... “Bunu bizim milletimize bulaştırmasınlar, bizi de bozar” deyip bütün sazları kırdırıp onları yolluyor. Biz de Tanzimattan sonra batı müziği tesiri başlamıştır.

Türk musikisinin zirveleri kimlerdir?
Türk musikisinin zirveleri denilince şu isimleri sıralarım size; Meragalı Abdülkadir (Timur’un baş imamı), Mustafa Itri Efendi, Dede Efendi, Münir Nurettin Selçuk, Tamburi Cemil Bey. Bu kişilerin Türk Musikisi için yaptıkları işler inanılmayacak, muazzam işlerdir.
 
Okursanız gözlerinizi kaybedeceğinizden bahsetmiştiniz. Bunun aslı nedir?
Doktorlar, babama gözlerimden rahatsız olduğumu söyleyip, okursam gözlerimin kör olacağını söylemişlerdi. Tabiî ki ben okumaya devam ettim. Tahsilimi tamamladım gözlerim hâlâ görüyor. Daha sonra batıda bir kitap gördüm, meğerse okurken her harfte göz darbeler şeklinde hareket edermiş. Fazla okumaktan kör olunmuyormuş, tam tersine görmemi de okumaya bağlıyorum. Gerçi Cemil Meriç’in retinası yırtılmış okuduğu için, gözlerini kaybetmişti ama okumaktan değil, retinası zayıfmış. Meriç, “Benim gözlerimi Larousse’nin 1850 baskısı yedi” derdi. Çok ince baskılıydı. Larouesse’nın, rahmetli bütün ciltlerini okumuştu.

Ansiklopedi okuma nasıl bir yöntemdir, anlatabilir misiniz?
Ansiklopediler o zamanlar fasiküller halinde çıkıyordu. Fasiküller tamamlanınca cilt tamamlanıyor, ciltliyorduk. Ben her fasikülü kesinlikle okuyarak tamamlardım. Ansiklopedi olarak, Meydan Larouesse’yi, İslam Ansiklopedisini , Türk Ansiklopedisini, Osmanlı Deyimleri Lügatini okudum. Dahası Hüseyin Kâzım Kadri’nin Eski Türkçe Lügati var büyük boy, bende birinci cildi var, onu okudum. Ondan sonra 1924-25’li yıllarda Ankara’da bir Hayat mecmuası yayınlanmıştı ciltlenmiş. Onun tamamını okudum. Bana daha sonraki yazılarımda da kaynak oldu. Hem Arap alfabesi okuyorum, hem Kiril, hem de Latin alfabesi; üç alfabe ile takip ediyorum yayınları. Özellikle Özbek ve Azeri neşriyatını. Mesela bizim Uygurlular eski Türkçe kullanıyorlar, Arap alfabesi... Tebriz’de, Güney Azerbaycan’da da eski Türkçe kullanıyor, Kerkük eski Türkçe kullanıyor, onları okumak için Arap alfabesini öğrendim.

Kültürel değerlerimizi anlayabiliyor muyuz?
Ümit Meriç bana baba dostu der. Çünkü rahmetli babasını 74 yılından beri tanıyordum. Ona ait bir şiirim vardı. Türk edebiyatı mecmuasında çıkmıştır. Cemil Meriç için şu mısrayı yazmıştım: Tamburi Cemil Bey’in naziresi, yani Cemil beyin Türk Musikisinde yaptığı yenilik ve muazzam bir hareketi aynı zamanda Türk düşünce dünyamızda da Cemil Meriç yapmıştır. Biz Cemil Meriç’i gelecek yüzyıl anlayabileceğiz, anlayabilecek kadroyu yetiştirdikten sonra. Tamburi Cemil’i de şu anda pek anlayacak kadro yok. Elli tane kadar hışırtılı plaklar var. O plaklar bizi bu hale getirmiştir. Onları dinleyerek ben kendimi yetiştirdim. Çünkü bir plağı dinlemekle bir kütüphane dolusu kitap okumuş gibi oldum.

Eski ile yeni dilimizi nasıl buluyorsunuz?
Hüseyin Rahmi’nin romanlarını bile o kadar bozmuşlar ki yeni baskılarını okuyamıyorum. Aslı 1912’lerde basılanlar, harika. Onlardan çok büyük zevk alıyorum. Türkçeyi bozmak için düşmanlarımız böyle bir şey yapamazdı bize ama bizim kendi adamlarımız  yaptı. 150 kelime ile konuştu rahmetli Ecevit, ‘olanak, olası’ falan filan... Ondan sonra bulaştırdı bu kelimeleri. Sokak dili oldu Türkçe, kendisi de şairdi ama olmadı yani...

Fırat Kızıltuğ kimdir?
Türk Müziğinin yaşayan önemli isimlerinden Fırat Kızıltuğ, 1935 yılında Bayburt’ta doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Bayburt’ta tamamladıktan sonra, Trabzon Öğretmen Okulu’ndan mezun olan Kızıltuğ, Orta öğrenimi sırasında sürdürdüğü müzik çalışmalarını öğretmen okulunda ilerletti. Almanya’da müzik alanında eğitim alan Kızıltuğ, 1956-1966 arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı’na ve İleri Türk Müziği Konservatuvarı’na devam etti. Viyolonselden başka gitar, keman, ud, flüt ve lâvta da çalan Kızıltuğ, 1976’da Devlet Korosu kadrosuna katıldı. 1976’da Rusya ve 1977’de Polonya’da çeşitli konserler veren Kızıltuğ’un, çeşitli dergi ve gazetelerde şiirleri, makaleleri ve araştırma yazıları yayınlandı. Birçoğunun şiirini de kendi yazdığı besteleri TRT repertuvarına alındı. Kızıltuğ halen yurt çapında Türk Musikisi hakkında semineler vererek, musikimizin özelliklerini genç nesillere aktarmaya devam ediyor. Öte yandan, Kızıltuğ, Yunus Emre Enstitüsünün ev sahipliğinde, Evlad-ı Fatihanda, Balkanlarda da çeşitli seminerler vermeyi de sürdürmekte.
 
 
 
MURAT BAĞLI
[email protected]
Okunma Sayısı: 2598
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı