Gençliğimin ilk yıllarını Almanya'da geçirdim.
Orada bir kilisenin odasını Müslümanlar için ayırmışlardı. Yaşı kemale ermiş bir hoca benim gibi gençleri toplamıştı. Bize kilisenin o odasında Kur'ân öğretti. Tecvitli, mahreçli Kur'ân okumayı ondan öğrendim. Allah kendisinden razı olsun.
Namaza başlamam da yine o yıllarda oldu. Akrabalar arasında namaz kılan iki gençtik. Büyüklerimiz de, bizden çekindikleri için namaza başladılar. Okumayı çok seviyordum. Özellikle de dinî muhtevalı kitaplar okuyordum. O zamanlar kitap bulmak çok da kolay değil. Dinî muhtevalı kitap bulursam okuyordum. Bir gün elime Risale-i Nurlar geçti. Okumam tavsiye edilip, bana bir kitap verildi. Hemen okudum ve çok hoşuma gitti. Elime hangisi geçse okuyordum. Külliyat şeklinde bulmak zordu. Bahisleri, küçük küçük kitaplardan okuyorduk. Anlıyordum ya da anlamıyordum; fakat çok zevk alıyordum.
Bir gün rüyamda Peygamber Efendimiz'e (asm) ait olduğunu bildiğim bir el gördüm. Bana Üstadı işaret ediyordu. "Bunun yolundan git" diyordu. Aklım da beni oraya yönlendiriyordu. Türkiye'ye döndüğümüzde cemaatle tanışmak nasip oldu. Bulunduğumuz mevkide ise birkaç aileydik. Hemen hemen hepimiz yeniydik+ fakat çok şevkliydik. Fırsat buldukça bir araya geliyorduk. Birlikte öğrendik okumayı, ders yapmayı. Hangi hizmeti bulursak yapmak için dört elle sarılıyorduk. Bizi yıldıracak, zihnimizi bulandıracak meseleler yoktu o zaman. Hizmet için altınlarını çıkarıp verenler vardı fedakârca.
Şimdi ise, çok şükür bütün imkânlar var. Her yerde seminerler, konferanslar... Yeter ki, dünya işlerinden sıyrılıp gitmek iste. Bazen, eski şevki göremiyorum gençlerimizde. İmkânlar arttığı için mi böyle oldu, dünya meseleleri mi bizi bu hâle getirdi, yoksa önceliklerimiz mi değişti bilemiyorum.
Gençlere çok iş düşüyor. Bütün imkânları kullansınlar. Dünyayı ikinci plana atsınlar. Kendilerine şevk veren meseleleri sık sık okusunlar. Üstadın da tavsiye ettiği gibi, irtibatta ifrat etsinler.
(İsmini vermek istemeyen bir şefkat kahramanı)