Bir ses ile uyanış. Uyku mahmuru gözleri yeni bir güne, yeni bir âleme daha açış...
Daha güneş doğmamış. Sabah namazı vakti. Sıcak yorganın arasından usulca çıkış ve sırtıma değen soğuk ile ürperme; üstüme bir şey almalı. Uykulu beden ile savrularak usûlca abdest yolunda ilerleyiş ve uyuşuk bedenin suyla buluşması ile uyanışı; gözlerimi tam açabilmek ve aynada bu sabahki beni karşılamak... Her zamanki yöne her zamanki seccadeyi serip bugünün beni ile vazifemi, ihtiyacımı, duâmı, kulluğumu dört rekât ile gerçekleştirebilmiş olabilmeyi ummak. Abdestin verdiği dinçlik tesbihâtın zikir, şükür ve fikirlerine karışırken, gözlerimi ara ara kapatıp açmak. “Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber…”
Şimdi gözlerimi birazcık dinlendirebilirim belki, çok azıcık ve... Risale okuma sırası ne çabuk bana geldi ansızın (!) Bir sayfa sonrası fihrist-i Kur’ân, Fatiha ve hep birden ayağa kalkıp uykulu gözler ve emin adımlar ile odalara geri dönüş. Yatağım hâlâ ılık mıdır?
Güneş doğmuş mu artık? Ufkun ucundan İlâhî akisleri yeni bir âlemi aydınlatmaya başlamış mı? Oda normalden aydınlık, perdeler normalden beyaz görünüyor. Usûlca güneşliğe uzanan el ve ardından şaşkın gözler ve tebessümlü dudaklar. Yılın bu zamanı gelmiş mi çoktan? Her yıl aynı manzara belki… Lâkin her yıl kalpte ayrı bir coşku ve mutluluk sanki ilk defa görürmüşçesine… Âdeta dünyaya yeni gelip şefkatli bir Nur ile karşılaşmışçasına huzurlu. Sadece camdan bakmak yeterli gelemiyor kalbe. Otomatik olarak pencereyi açmak için uzanan eller ve işte bu koku, bu esinti, bu aydınlık, bu sessizlik, bu güzellik, bu huzur… Sadece üçer harf; “kış” ve “kar.”
Geçmiş, şu an, gelecek, ev özlemi, sınav, ders, sorumluluk… Ağırlık, yük, gölge ve karanlık yapan her şey bir bakışın nuru ile aydınlanıyor, bütün karanlıklar dağılıyor. Ruhtaki bütün ağırlıklar bir soluk ile ağzımdan çıkan buhara karışıp uçuyor, gidiyor; hafifliyorum.
“Bismillahirrahmanirrahim.” Rahman ve Rahim olan Allah. Dünyaya serdiği bembeyaz örtüden hissedilen bu merhamet ve şefkat. “Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber’’lerin mânâsı biraz da olsa hakikî hissediliyor ve daha da bir yerleşiyor kalbe. Kimsesiz, yalnız olmadığım, umutsuz olmadığım, mutsuz olmadığım düşüncesi doğuyor kalbime; karda görünen berraklığın, paklığın, yumuşaklığın, sakinlik ve durgunluğun, huzurun O’nu ve O’nun şefkatini hatırlatması ile.
Doğan güneşin hiç görülmemiş bir arılık ve beyazlıkta olan kar halısının kristallerine dokunan nur hüzmeleri ile pırlantalardan daha göz kamaştırıcı parlayan ve basmaya kıymak isteyemediğim Rahmet örtüsü. İnsan varlığının teması ile bozulup, güzelliğini yitirecekmiş gibi hissetmek. Ama ardından her adımda hissedilen yumuşaklık; üzerine uzandığımda dışarıdan soğuk havanın bedenime serinlik vermesine karşı kalbimden başlayıp bedenime yayılan ılık bir rahatlama hissi.
Her an ve her şekilde ayrı bir hikmet etrafımı sarıyor ve elimden tutup O’na istinad ettirip O’na ulaştırıyor. Maşallah, Barekallah, Sübhanallah ve Allahu Ekber. Daha çok tefekkür edebilmek, gafletin dumanları arasında boğulmuş lâtifelerime temiz ve ferah bir kış soluğu çektirip uyandırmak istiyorum.
Uyanın! Bu güzelliklerden, bu san’attan bedenim de ruhum da daha gıdalanmak istiyor; daha çok O’nu tanıyabilmek, varlığının akislerini görebilmek istiyor.
Derken ansızın esen rüzgâr ve pencereyi kapatma vakti. Hayat kovalamacasına dinginleşmiş bir şekilde geri dönüş...