"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nur enerjisi

Halil AKGÜNLER
29 Ekim 2016, Cumartesi
Hareket eden her şey enerji kullanır. Hareket ile enerji arasında doğrudan bir bağlantı vardır.

Kullanıma sunulmamış enerjiye potansiyel enerji denir. Enerjinin kullanıma başlayan kısmına ise kinetik enerji adı verilir. Bir vasıtanız var ve depo içinde yüz litre yakıt var ise bu yakıt potansiyel enerjidir. Harekete başladınız ve bu yakıt ile bin kilometre yol aldınız. İşte bu da kinetik enerji sınıfına girer. Enerjinin kullanımı hep bu yöndedir. Depolanmış enerjiyi hareket ederek tüketirsiniz. Yani vasıtanızdaki yüz litre yakıt ile bin kilometre yol alırsınız ve yakıt bittiği zaman hareket de biter. Tekrar bin kilometre yol almak için vasıtanızın deposuna yine yüz litrelik bir yakıt koymak zorundasınız. İşte herhangi vasıtanın bir ölçüde hayatı mahiyetindeki hareketi doğrudan kullandığı enerjiye bağlıdır. Bu enerji şekli de başlangıçta potansiyel olarak yüksek, sonunda ise tükenme yönündedir.

Canlılarda da benzer bir durum vardır. Vasıtalar hareket için enerjilerini petrol ve gaz gibi yanıcı maddelerden temin ederken, canlı bünyeler de şeker, karbonhidrat ve yağ gibi maddelerden enerji üretirler. Canlılarda ve insanlarda ömür dediğimiz şey enerji kullanımı ile doğrudan alâkalıdır. Bir insanı ele alalım. Bizler zannediyoruz ki insanın yaşadığı yıllar itibari ile seneler alan bir ömrü var. Bu sebeple altmış yıl, yetmiş yıl veya yüz yıl yaşamış diyoruz. Halbuki ömür denilen hakikatin mahiyeti öyle değil. İnsanın ömrü kullandığı enerji miktarı ile belirlenir. Bu ise normal şartlarda kırk gün veya en fazla yetmiş sekiz gündür. Zira geçmişte bir kişi bir hapishanede açlık grevi yapmış ve yetmiş sekiz gün yaşamış. Yani insan vücudundaki depolanmış olan enerji potansiyeli işte en fazla bu kadardır. Bunun içindir ki insan günlük olarak enerji almak zorundadır. Açlık hissi vücudun bu isteğinin dışa vurmuş şeklidir. Hikmet-i İlâhî vücudun hayatına devam etmesi için böyle bir mekanizma yaratmış. Yani insan gibi bütün canlı organizmalar hayatlarına devam etmek için dışarıdan yeterli gıdayı alırlar ve bunu enerjiye çevirerek hayatlarına devam ederler. Bu enerjinin şekli de yine potansiyelden kinetiğe doğru, yani tükenişe doğru bir meyil gösterir. Bizler ise bu enerji tüketimini yorulmakla, usanmakla, yaşlanmakla, eskimekle ve tükenmişlikle hissederiz ve görürüz. İşte bu durum süfli âlem denilen şu gördüğümüz şehadet âleminin her bir noktasında, her bir cüzünde geçerlidir.

Ulvî âlemler dediğimiz manevî âlemlerde, yani Nur âleminde ve ruhlar âleminde ise durum bundan farklıdır. Bu maddî âlemde enerji kullanımı bir tükenişe doğru giderken melekût âleminde ise bunun tam tersi olarak enerji kullanımı azdan çoğa, hareket ettikçe bir azalma yerine bir artışa gider. Bu sebeple manevî âlemlerde yaşayan melekler ve ruhaniler yaşlanmazlar, usanmazlar ve yorulmazlar. Adeta hareket ettikçe enerji kazanırlar ve bir tükenmişlik hali yaşamazlar. Bu hususa Enbiya Sûresi 19. âyette şöyle dikkat çekilmiş: “Göklerde ve yerde kim varsa O’nun (kulu)dur. O’nun katında bulunan (melek)ler de O’na ibâdet etmekte kibirlenmezler ve yorulmazlar.”

Bu sebeple bizim yaşadığımız şehadet âlemi ile manevî âlem dediğimiz Nur âleminin şartları birbirinden ayrıdır. Bu âlemde Hikmet-i İlâhî her hareketi ve hadiseyi entropinin ikinci kanunu dediğimiz bir kanuna tabi kılmış. Bu kanuna göre her olay ve hadise bir tükenmişliğe ve bir sona doğru gider. Bütün nefislerin ölümü tatmaları bu teze açık bir delildir. Bu âlemde her şey eninde sonunda bitecek ve bir sona ulaşacaktır. Yani bu dünya şartlarında ebediyet mümkün değildir. Ancak Nur âlemi bunun tam tersidir. Orada her şey sonsuzluğa doğru uzanır. Enerji ne azalır, ne de tükenir. Bütün mahlûkat sonsuz bir Nur kaynağı olan Kudret-i İlâhiye dayanarak ebedileşir. Ne yorulurlar, ne de usanırlar.

Risale-i Nurda Nur âleminin mahiyeti ile ilgili ilginç bir tanımı kısaca yorumlayarak yazımıza son verelim. İşte o ifade:

“Hem de, sevap ve fazîlet Nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl ki bir zerrecik bir şişede, semâvât, nücûmuyla beraber görünebilir; öyle de, niyet-i hâlise ile şeffâfiyet peydâ eden bir zikirde veya bir âyette, semâvât gibi nurânî sevap ve fazîlet yerleşebilir.” (Sözler, s. 314) 

Mezkûr ifadedeki en ilginç tanım hiç kuşkusuz, “O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir” tabiridir. Bu ifade bize Nur âleminin mahiyeti ile ilgili mühim ip uçları veriyor. Buradaki zerre tabiri en küçük boyut olan bir atomdan ibarettir. Bir atomun çapı ise yaklaşık 10-8 cm’dir. Demek ki, Nur âleminden bir âlem bu kadar dar bir alana yerleşebilir. Belki de bundan daha küçük bir alana yerleşebilir. Zira maddî âlemin en küçük boyutu Planck Sabiti denen 10-35 cm boyutudur. Bu noktada açık olan şey ise Nur âlemi ile maddî âlemin şartlarının çok farklı olduğudur. Aynı şartlara sahip olsa idi, birbiri içine yerleşmesi mümkün olmazdı. Çünkü herhangi bir cisimle başka bir cismi aynı mekân içine yerleştirmek imkânsızdır. Nur âlemi en küçük bir maddî yapı içerisine yerleşiyor ise mahiyet itibari ile farklı özellik gösteriyor demektir. Bu noktada iki mühim mahiyet farkı gözüküyor: Hız ve kütle. Bu iki âlemi birbirinden ayıran iki mühim özellik işte bunlar. Bizler bu âlemde ışık hızının altında hareket ediyoruz ve kütlemiz de pozitif bir değer ifade ediyor. Nur âleminde ise hareket edenlerin hızı ışıktan hızlı ve kütleleri de negatif bir kütle değerine sahip oluyor. Fizikteki izafiyet teorisi bu konulara mühim izahlar getirmiş. İşte bir melek hareket ettiği zaman ışıktan hızlı bir hıza sahip oluyor. Kütlesi de eksi bir kütleye sahip olduğu için maddî âlemdeki atomik ve moleküler yapı hiçbir şekilde bu kütle ve hıza engel olamıyor. Bizler bu günkü hızlarımız ile kâinatın bir ucundan diğer bir ucuna yaklaşık yüz elli milyar ışık yılında gidebiliyor iken, bir melek bir anda bu mesafeyi kat edebilir. İşte meleklerin Allah’ın emrini anında yerine getirmesinin bir sırrı da ışık hızı üstünde bir hıza sahip olmalarıdır. Yani melekler Allah’tan bir emir aldıkları zaman ışık hızının üstünde bir hızla hareket ederek, bir anda belki de andan daha kısa bir zamanda bu emri yerine getirirler. “Kün fe Yekün” sırrı da yine bu çerçevede gerçekleşir.

Aslında sadece melekler değil insanlardaki bazı özellikler de ışık hızından daha sür’atli hareket ederler. Aklımız, şuurumuz, hislerimiz, hayallerimiz, hafızamız ve ruhumuz hep ışıktan hızlı hareket ederler. Yoksa hafızamıza kaydedilmiş bir olay görüntüsünü hatırlamak için çok büyük zorluklar hissederdik.

Demek ki Nur âlemindeki en önemli sır bitmeyen bir Nur enerjisi ile ışık hızı üstünde bir hıza sahip olmaktadır. Elbette ki bu konu üzerinde kafa yorulması gereken bir konudur. Aynı zamanda şerh ve izah üzerine çalışan kardeşlerimiz içinde mühim bir konudur. İnşallah biz de fırsat buldukça bu konu üzerinde müzakereye devam etmeye çalışacağız.

Okunma Sayısı: 5613
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı