"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Barış

HALİS SERHAT TAN
25 Ekim 2012, Perşembe
Kültürlü, teknolojiyi iyi kullanabilen, bir konuyu derinlemesine ele alabilen, modern ve entelektüel dünyaya meraklı, akademik yeteneği olan bir öğrencimdi Barış.

Sınıfta ne zaman ders dışı bir konu açılsa muhakkak görüş belirtir; gerek yorumları ve bakış açısı ile gerekse jest ve mimikleri vasıtasıyla oluşturduğu güven duygusuyla hafızalarda kalıcı bir iz bırakır; muhatabını etkilerdi.
Okulların açılmasının ardından birkaç hafta geçmişti. Sanırım günlerden Perşembeydi. Barış’ı, okul avlusundaki kamelyada yalnız oturduğu ve canının biraz sıkkın olduğunu gördüğümde yanına yaklaşıp neden derste olmadığını sorduğumda öğretmenlerinin sevkli olduğunu söyleyince yanına oturdum. Benim de dersim boştu. Yaklaşık bir buçuk saat sohbet edip iki arkadaş gibi dertleştik.
Son sınıf öğrencilerimizden biriydi Barış. Ufkunun geniş olduğunu, olaylara objektif bir bakış açısı ile eleştirel düşünme-problem çözme gibi düşünme becerilerini çok iyi kullandığını bildiğim için görüşlerini merak ettiğim kendisine “Son sınıfa gelmiş ve geride üç yıllık bir eğitim öğretim yılını bırakmış bir öğrenci olarak geçmişteki üç yıllık hayatını nasıl değerlendiriyorsun? Bu üç yıllık eğitim süreci sana neler kazandırdı? Sende ne gibi değişimler oluşturdu?” gibi birtakım sorular yönelttim.
Aldığım cevaplar oldukça üzmüştü beni. Gencecik bir hayat ebeveynlerinin kendi elleri ile nasıl mahvedildiğine şahit oluyordum.
“Hocam” diyerek söze başladı Barış: “Ben normalde başka bir okulda okumak istiyordum. Ama akrabalarımın ve büyüklerimin baskısı ile bu okula geldim. ‘Baskı’ ile bu okula geldiğimden ötürü de öğrenmeye açık değildim. Üç yıllık hayatımda eğitim adına pek bir şey kazandığım söylenemez. Tabirimi hoşgörün, ama ot gibi geldim ot gibi gidiyorum ve ot gibi de mezun olacağım birkaç ay sonra…” diyordu.
“Bunalımdayım hocam. Gelecekte ne olacağı neler yapacağımın belirsizliğinin verdiği ruhsal bir sıkıntıyı yaşıyorum. Bakmayın derslerde arkadaşlarla espiri yapıp gülüp oynadığımıza. Oysa ki içim kan ağlıyor. Yalnız kaldığımda çoğu zaman ilk aklıma gelen mezuniyetten sonraki süreçtir: Ne olacağım? Neler yapacağım? Nasıl para kazanacağım? Hangi meslek sahibi olacağım? Burada isteksiz gelmenin sonucu olarak derslere karşı oluşan lâkaytlıkla öğrenemediğim ve bilgisizliğim ile ÖSS’yi nasıl kazanacağım? gibi sorular ilk aklıma geliyor ve beni derin bir düşünmeye sevk ediyor. Düşündükçe ruhum sıkılıyor; sıkıldıkça da bunalıma girmiş gibi hissediyorum kendimi.”
Barış gibi sempatik ve pozitif enerji dolu bir öğrencimden bu tür cümleler duymak hem şaşırtmış hem oldukça üzmüştü beni.
“Sen ne tür bir liseye gitmek istiyordun ki niye?” diyerek konunun daha da detaylandırılmasını istiyordum.
“Hocam ben meslek lisesine gitmek, bir meslek sahibi olmak istiyordum. Annem ve babam başta olmak üzere akrabalar da dâhil birçok kişi buna karşı çıkıp benim düz liseye gelmemi istediler. Her ne kadar bu hayat benim hayatım bu karar benim hayatımı etkileyecek dediysem de bir türlü ikna edemedim. Sürekli bana konu komşuların çocuklarını örnek gösterip onların düz lisede okuduklarını ve bunun sonucu olarak doktor ve avukat olduklarını söyleyerek benim de düz lisede okuyup onlar gibi doktor ve avukat olmam gerektiğini empoze etmeye çalıştılar. Oysaki ben kendimi mühendisliğe daha yakın buluyordum. Özellikle elektrik elektronik mühendisliği ilgimi çekiyordu. Ama bırakmadılar. Şu an son sınıftayım ve hiçbir hedefim yok. Çünkü gireceğim sınavlar için yeterli bilgim ve hazırlığım yok. Onları dinleyerek en büyük hatayı yaptım. Keşke onları dinleyeceğime evden kaçıp başka bir yere başka kimselere sığınsaydım da ideallerimden hedeflerimden vazgeçmeseydim; belki şu an gerek sınavlara daha hazırlıklı olurdum gerekse okulumu daha çok severdim” diyerek hem pişmanlığını dile getiriyor ve üç yıllık eğitim sürecinin kendisine neden bir şey kazandırmadığını dürüstlükle ifade ediyordu.
Çok doğru söylüyordu Barış: “Bu hayat benim hayatım, neden başkaları benim hayatımı etkileyecek ölçüde ciddî kararlar alıyor ki?” Gerçektende öyle. Madem hayat bizim hayatımız neden başkaları bizim hayatımız üzerinden tasarruf hakkına sahip olduğunu düşünüp hayatımızla ilgili önemli kararlar veriyor? Ebeveynlerin görevi çocuklarının hayatları hakkında onların hayatlarını değiştirecek çok ciddî kararlar almak mı yoksa onlara rehberlik edip çocuklarımızın kendi kişisel özelliklerini tanımalarını sağlamak ve hayatî öneme sahip kararları kendilerinin almalarını mı sağlamak?
Barış’ı dinledikçe insanın zamanı durdurup üç yıl öncesinden yeniden başlayıp öğrenme arzu ve isteği ile dolu bu gence rehberlik edip hayatını mahvetmeyecek tercihlerde bulunmasını sağlayacak bir zamana ve zemine dönmek istiyor. Ama tabiî maalesef böyle bir durum söz konusu olamıyor.
“Peki, bu düşüncelerini ailen ile paylaştığın oldu mu hiç? Yani senin isteksiz olarak zorla gelmenin sonucu olarak başıboş geçen bir üç yıl geçirdiğini ve bunun bütün bir hayatını etkileyeceğini söylediğinde onların tepkisi yahut düşüncesi nedir; konuştuğunuz oldu mu hiç?” diye sorduğumda “Yok hocam hiç görüşmedim. Görüşmem mümkün de değil zaten” dediğinde neden mümkün olamadığını sorup konuyu daha da açıklığa kavuşturmasını istedim.
“Hocam ben köy çocuğuyum. Köyde büyüdüm. Babam o sıralar çiftçilikle ilgileniyordu. Köyde bir kadın ile yaptığı evlilikte ben doğmuşum. Evlilikleri resmî değil imiş; İmam nikâhı ile evlenmişler. Dolayısıyla evlilik cüzdanları yoktu. Ben doğarken de bu yüzden beni nüfusa kaydettirememiş babam. Daha sonra annem bir trafik kazasında vefat edince, babam köyden merkeze taşınıp başka bir kadın ile evlendi. Kaydımı da üvey annemin adına yaptırdı babam. Babamın ikinci evliliğinden sonra kimlik sahibi olabildim. Ve şu an 12 yaşında görünüyorum, ama oysa ki 18 yaşındayım. Neyse sözü fazla uzatmayayım konuyu şuraya getirecektim. Üvey annem ilk başlarda pek itiraz etmese uysal görünse de sonrasında çok değişti; artık dövdüğü tehdit ettiği ve evden kovduğu zamanlar oldu. Babama da ‘ya bu çocuk bu evden gitsin ya da ben gideceğim’ diyerek benim onlarla yaşamamı istemediğini söylemiş. Bir gün eve gittiğimde üvey annem resmen yüzüme karşı söyleyerek beni evden kovdu. Ki zaten valizimi, v.s. her şeyi hazırlamıştı; eve girer girmez henüz yemeğimi bile yemeye müsaade etmeden konuyu açıp kapıyı gösterdi. İtiraz etmeye bile cesaretim yoktu. İri yarı biriydi; eli de ağırdı. Döver, darp ederdi yoksa.”
“Peki, baban durumu öğrendiğinde seni hiç arayıp sormadı mı?”
“Yok hocam. Babam o konuda biraz sorumsuz davrandı. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın nev’înden, sessiz kalmayı ve beni, oğlu değilmişim gibi unutuvermeyi tercih etti. Zaten ondan dedim ya; ‘hiç görüşmedim, görüşmem de mümkün değil’ diye.”
“Peki, bunca yıldır ekmeğidir, suyudur, elbisesidir nasıl geçimini sağladın?”
“Hocam sağ olsun teyze çocuklarım bana sahip çıktılar. Şu an onların yardımı ile geçiniyorum. Zaten üvey annem evden kovduktan sonra teyzemlere sığındım. Halen onlarda kalıyorum. Yaşımı büyütmek için mahkemeye başvurdum. Bu süreçte bile ne babam, ne kimse bana yardımcı olmak istemedi. Bakalım mahkeme başvurumu kabul edecek mi, ne diyecek, bilemiyorum. Hem annesiz büyümek, hem baba tarafından sahiplenmemek, hem de istemediğim bir lisede okumak bütün bunlar birikince değil eğitim hayatından normal hayattan bile soğur oldum. Bakmayın siz derslerde gülüp eğlendiğime hocam; intiharın eşiğinden döndüğüm zamanlar bile oldu.”
Dışarıdan bakınca şen şakrak olarak görünen Barış’ın içini açınca ne kadar da acı dolu olduğunun farkına varıyor insan. Oysa ki insanlara dış görünüşlerine göre muamele ediyoruz çoğu zaman. Keşke imkân olsa da her birey çevresinde iletişim içinde olduğu herkesin iç (ruhsal) dünyasını dinleme fırsatı olsa da ona göre muamele etse, ona göre iletişimini şekillendirse. Ama gerek zaman açısından, gerek işleyiş açısında bu mümkün değil tabiî.
Barış ile görüşmemiz devam ediyordu. Onu dinledikçe insan donup kalıyor adeta. Düşünebiliyor musunuz; hem sizin rızanız olmadan ‘zorla’ ve ‘istemediğiniz’ bir okula eğitime gönderecekler sizi hem de yalnız kaldığınızda sizi sahiplenmeyip daha da yalnızlaştıracak kişiler bunlar; aynı kişiler olacak.
Nasıl bir baba bu, anlamakta idrakim zorlanıyor? Hem seni dünyaya gelmene vesile olacak gayr-i resmî bir evlilik ile hem başka kişinin adına kayıt edecek seni, hem zorla bir okula gönderecek hem de yalnız kaldığın zaman sahiplenmeyip bir tekmeyi de baban koyacak. İnsaf, vicdan hiç mi yok!
Çocuğunun hayatını kendi ellerine mahvedip istemediği bir okula göndermekle hayatının mahvolmasına sebep olmakla birlikte nasıl olur da evlâtlıktan çıkarırcasına evden kovulmasına da göz yumup hayatının iki kere mahvolmasına göz yumabiliyor?
Kendi oğlum olmamasına rağmen Barış’ı dinlerken vicdanım sızlar, yüreğim kan ağlar, bedenimi büyük bir titreme ve ürperti kaplarken bu baba nasıl olur da içine sindirebiliyor gönül rahatlığı ile normal hayatına devam edebiliyor?
Boşuna “Bir babanın sevgisi ve çocuğuna verdiği destek, çocuğunun hayatında çok önemli bir rol oynar” dememişler değil mi?
Bir babanın çocuğuna karşı olan sevgisizliği ve ilgisizliği de bir çocuğun hayatının bir ömür boyu heba olmasını sağlayabilir. Tıpkı Barış’ın babasının yaptığı gibi…
Normalde pek çok görüşüne katılmadığım Sigmund Freud’un “Çocukluk çağında baba korumasından daha güçlü bir ‘ihtiyaç’ düşünemiyorum” derken ne kadar da haklı, değil mi?
Barış’ın ‘bunalımdayım’ deyişi, ‘çoğu kez intiharın eşiğinden döndüm’ sözü hâlâ kafamda yankılanırken akıttığı gözyaşları ise bir türlü gözlerimin önünden eksik olmuyor.
Yazıklar olsun çocuğuna sahip çıkamayan babalara desem bana kızar mısınız?

Okunma Sayısı: 763
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı